Umut Sarıkaya – Benim de Söyleyeceklerim Var (Bir)

Sarı-Yeşillilerde Yüzler Gülüyor. Şimdiki Şensoylar Pide ve Börek Salonu o zamanlar bizim kulüp binasıydı. Her gün okuldan gelir, kravatımı ceketimi çıkarıp çantamı ve kramponlu ayakkabılarımı alarak kulübe giderdim. Bina dediğime bakmayın, bir yazıhane ve geniş bir salondan oluşan, içinde çeşitli malzemeler ile kapısında bir önceki haftanın maçının skorunun asılı olduğu küçük bi karatahta bulunan, bir duşu bile olmayan, bol ayak ve ter kokulu bir giriş katından ibaretti kulüp. Kulübe benden başka hep İskender Abi de gelirdi. İskender Abi, zamanında ikinci ligde çok top koşturmuş sonra gençlere fırsat tanımak için altyapıya geçmiş, engin bir bilgi birikimine sahip bir futbol adamıydı. Önce beraber kulübü temizler, düzenler, ardından da futbol üzerine konuşur, en son olarak da konileri, araba lastiklerini alıp İskender Abi gözetiminde tek başıma idmana çıkardım. Aslında şimdi sağlam kafayla düşünüyorum da futbol sevgisinden çok bir yere ait olma, tutunacak bir dal, sığınacak bir liman arama hissiymiş beni sarı-yeşilli formaya bağlayan, tıpkı şimdi dergi binasına gereğinden çok takıldığım, burayı kendime yurt bellediğim gibi… Zira idmandan çok kulüp binasında zaman geçirmeyi, elime aldığım bir maşrapa suyu, maşrapanın ağzını parmaklarımla kapatarak yere silkmeyi, sonra da yeri süpürmeyi, skorbordu günde belki de on defa silip yeniden yazmayı seviyordum ben. Ayrıca yardımcı antrenör İskender Abi’nin de muhabbeti çok güzeldi. Diğer günler tek, çarşamba ve cuma günleri ise teknik hoca Ercan Ziyal gözetiminde takımla antrenmana çıkıyordum. Fakat Ercan Hoca takıma geldiğinden beri bana ilk on birde fırsat tanımıyor, o da yetmezmiş gibi antrenmanlarda kondisyon eksikliğimi bahane ederek beni takımdan dışlıyor, takımdan ayrı düz koşu yaptırıyordu. Takım hep beraber birlik ruhu eşliğinde aynı tempoyla koşarken orda ipsiz sapsız zağar gibi tek başına dolaşmanın ezikliğini bilemezsiniz. Bir değil iki değil her antrenmanda ben takımdan ayrı koşunca, omuz omuza mücadele verdiğimiz arkadaşların yanımdan geçerken alaylarına maruz kalınca ben tabiî haliyle bu duruma içerledim. Tırstığım için Ercan Hoca’ya soramadım ama İskender Abi’ye sormaya karar verdim.


Antrenmandan sonra kulüp binasında konçlarımı çıkarırken İskender Abi’ye açıldım. İskender Abi Ercan Hoca’dan gıcık kaptığını, onun asıl sorununun ken-dişiyle olduğunu, hocanın benim hevesimi kendisine yakın bulunduğum için kesmeye çalıştığını, kısacası Ercan Ziyal’ın g.tün teki olduğunu söyledi bana. İskender Abi’ye çok hak verdim ama takıma bu şartlarda bi yararım olmadığını, bu durumda ne yapmam gerektiğini de adabmca sordum. İskender Abi çok çalışıp hocanın gözüne girmekten başka çaremin olmadığını, aksi takdirde bonservisimi alıp bu diyarı terk etmem gerektiğini söyledi. Yapılacak bi şey yoktu, beni çalışmak özgürleştire-cekti ve bu özgürlük savaşında bi tek kişi, İskender Abi benim yanımda olacaktı. O günden sonra geceli gündüzlü İskender Abi’yle antrenmana çıktık. Yağmur oldu, kar oldu, gece oldu, gündüz oldu çıktık. İskender Abi nasıl gaza geldiyse beni ayı gibi çalıştırıyor, benim gibi bi SivaslI’dan bir sambacı yaratmaya çalışıyordu. Her akşam kendimi eve güçbela atıyor, içten içe de futboldan, idmandan, krampondan bi nebze de olsa tiksiniyordum. Tabi-î benim bu spor aşkıyla ters orantılı olarak gerileyen derslerim de ailemin sinirini bozuyordu. Zaten futbolun geniş kitleleri uyutmak için bir afyon olduğuna inanan annem ve babam inceden İskender Abi’ye kıl kapıyor, benim yanımda en büyük ustam hakkında ileri geri konuşuyor, onun bir aile bile kuramayan eşşeğin teki olduğunu, yaşının kırka dayanmasına rağmen halen çoluk çocuğa artistlik yaptığını söylüyorlardı. Ben başta biraz alınsam da sonuçta aileme hak verdim ve bireysel antrenmanları aksatmaya başladım. Ben tabiî antrenmanları aksatınca bi müddet sonra İskender Abi bizim eve geldi, merak ettiğini, başıma bi şey gelip gelmediğini kapıyı açan babama sordu. Babam onun hiiiiii-iç canını sıkmamasını, çünkü gayet iyi olduğumu, sadece bundan sonra bu ekstra antrenmanlara gelmeyeceğimi söyledi. İskender Abi bu antrenmanların çok önem taşıdığı, takıma kabul edilmem için tek çıkar yol olduğu konusunda ısrar edince babam şimdi burda söylemenin uygun olmayacağı bir üslupla Ercan Hoca ile kendi arasındaki sorunlarının kendilerinin halletmesi gerektiğini, benim bu işe alet edilmemem gerektiğini anlattı.

Ve on beş yaşındaki beni çağırıp “Söyle oğlum, gitmek istiyor musun antrenmana ? Hani demiştin ya evladım ‘Evet baba ben de tiksindim bu antremanlardan’ diye, tekrar-lasana. Oğlum konuşsana, dilini mi yuttun?” diye kızarmışçasına sordu. Sustum ve omuzlarımı silkerek odama gittim, böyle bi duruma düştüğüm ve belki de rezil olduğum için o gece sabaha kadar ağladım. O günden sonra herkes gibi ben de sadece çarşamba ve cuma günleri çıktım antrenmana. Sonradan öğrendiğime göre babam Ercan Hoca’yla konuştuğu için antrenmanlarda takımla beraber çalıştım. Ercan Hocam’m düdükleriyle verdiği startlarda depara kalkıp konilerin etrafından belimi kıvırta kıvırta koştum, tüm takımla birlikte tek dizimle daire yapa yapa tur attım saha içinde. Bu sırada İskender Abi köpek gibi uzakta oturmuş bana yadırgarcasma bakıyor ben de görmezden geliyordum. Futbol geleceğim açısından bu görmezden geliş çok önemliydi. İki gün sonra Kilyos Gençler’le yapacağımız maçta hoca bana da şans tanıdı. Kendimi göstermem için bulunmaz bir fırsattı bu. Yetmiş ikinci dakikaya gelmiş ve maç golsüz beraberlikle devam ediyordu. Karadeniz ekibi bizim yarı sahada vururlarsa tehlikeli olabilecek pozisyonlara çok sık giriyordu ve etkili bir alan savunmasına ihtiyaç vardı. O alan savunmasını ise kenarda yetmiş iki dakikadır ısınan benden başkası yapamazdı. Ve nihayet oyuna alındım. Yeşil sahada ayak basmadık yer bırakmıyordum ama ayağıma top bi kere bile gelmiyordu ve sonuçta olan oldu, iki gol yiyerek yenildik.

Haliyle fatura da bana kesildi ve bol bol kınandım takım arkadaşlarım tarafından. Yetmiş iki dakika ha şimdi girdin, ha gireceksin diye haybeye ısındırılıp yorulan, yetmezmiş gibi insanüstü bir performansla saha içinde koşan bendim ama sonuçta yine kötü olan ben oluyordum. Hep beraber Ergun Abi’nin minibüsüyle Kilyos’tan mahalleye, kulübe geldik. Moraller çökük, sinirler gergindi. Bu sırada İskender Abi içeri girdi ve hafif alaysal bir tebessümle bizle yani Ercan Ziyal’in öğrencileriyle dalga geçti. Aslında bizle değil de bizim üzerimizden Ercan Abi’yle dalga geçiyordu, uğursuz pezevenk. Bu alaylar gitti gitti ve en sonunda Ercan Abi’yle ikili tartışmaya, ardından da küfürleşmeye kadar vardı. Bunun üzerine Ercan Hoca’nın tepesi attı ve kulüpten şimdi Na-mıkların devraldığı büfeye kadar İskender Abi’yi kovalayıp, topsuz alanda bi güzel dövdü. Duyduğuma göre bu görkemli dayaktan sonra İskender Abi’nin emarı çekilmiş. Tabiî Ercan Hoca o sinirle beni yine eskisi gibi takımdan ayrı düz koşulara mahkûm etti. Ben takımdan ayrı düz koşu yapa yapa bi süre sonra birey oldum. İçime kapanıp bi süre hayatımı sorguladım o koşularda. Kimdi bu insanlar? Ne arıyordum bunların içinde? İşte bu ve bu soruların cevabını kendi içimde aradım ve bir düz koşu esnasında bularak rotamı saha içinden ayırıp eve doğru koştum. Kimse de ardımdan bir dur bile demedi. Ve o günden sonra futbol hayatıma mutlu bir seyirci olarak devam ettim.

Kendimi daha yararlı şeyler olan kitaplara, kâğıt kaleme verdim. Geçen hafta dergiden çıkıp eve geldiğimde takımdan yetmiş ikinci dakikada çıkıp yerine girdiğim için o günden beri bana sinir olan Selçuk denyosuyla karşılaştım. Siyah-beyazlı renklere gönül verdiğimi bilen Selçuk hoşbeşten sonra “Anelka’yı da aldık, var ya bu sene iyice sıçarız ağzınıza” gibi gayet sığ bir cümle kurdu. Hayatta yenilmiş bir insanın gayet safiyane çırpınışıydı bu sözler. Futbol üzerinden giderek benden intikam almaya çalışıyordu. Gülümseyip eve gittim. Uykum yoktu, bi kitap alıp okumaya başladım, sonra durup Selçuk’u, İskender Abi’yi, Ercan Hoca’yı, her halükârda yenilenleri düşündüm. Ve “Anelka’ymış… Ulan siz öyle bir takımsınız ki koskoca cihan pehlivanı Ortega’yı bitirdiniz, adam sizin yüzünüzden uzun süre hiçbir kulübe giremez bir derbeder oldu. Anelka ne yapsın tırto” diye içimden geçirdim. Kitabımı okumaya devam ettim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir