Vonda N. McIntyre – Ay ve Gunes

Rahip Yves de la Croix, îsa Cemiyeti, 27, Cizvit ve doğa filozofu, Marie-Josephe’in ağabeyi. Marie-Josephe de la Croix, 20, Yves’in kız kardeşi, Matmazel’in nedimesi; yakın zamanda, Fransız kolonisi Martinique’ten (Mme de Maintenon’un Saint-Cyr’deki okulu aracılığıyla) Versailles’a geldi. *Madam, Orleans Düşesi, Bavyeralı Elisabeth Charlotte, Prenses Palatine, 41, Mösyö’nün ikinci eşi. *Mösyö, Philippe, Orleans Dükü, 53, Louis’nin erkek kardeşi. *Matmazel, Elisabeth Charlotte d’Orleans, 17, Madam ve Mösyö’nün kızı, XIV. Louis’nin yeğeni. * Lorraine Şövalyesi, Mösyö’nün sevgilisi, 55. Lucien de Barenton, Chretien Kontu, 28, XIV. Louis’ye danışmanlık yapmalarına müsaade edilen az sayıdaki Fransız asilzadelerinden biri. *11. Philippe d’Orleans, Chartres Dükü, 19, Mösyö ve Madamın oğlu; Françoise Marie, Mile de Blois, “Madam Lucifer” ile evli. *Louis-Auguste, Maine Dükü, 23, XIV. Louis’nin eski metresi Mon-tespan Markizi’nden olan tanınmış gayrimeşru oğlu. Majestelerinin meşru torunları: *Louis, Bourgogne Dükü (11); *Philippe, Anjou Dükü (10); *Charles, Berri Dükü (7). *XfV.


Louis, 55, Büyük Louis, güneş Kral, Fransa ve Navarre’ın En Hristiyan Kralı. *Madaııı de Maintcnon, (Françoise d’Aubigne olarak doğdu; daha sonra Mme Scarron oldu), Louis’nin alt sınıftan gelen ikinci eşi, 58. *Monsenyör, Louis, Büyük Veliaht, 32, Louis’nin yaşayan tek meşru oğlu. Şehrzad, Deniz Canavarı Mösyö Boursin, Majestelerinin hane halkının bir üyesi. *Rahip de la Chaise, Louis’nin günah çıkardığı rahibi. Odelette (Halide olarak da bilinir), 20, Marie-Josephe’in Türk kölesi. (Marie-Josephe’le aynı gün doğmuştur.) *Dr. Fagon, Kral’m başhekimi. *Dr. Felix, Kral’m başcerrahı. *XI1. Innocent, kısa süre önce kutsanmış olan Papa. *11. James ve Modenalı Mary, sürgündeki İngiltere Kralı ve Kraliçesi.

*Yabancı Prensler: Lorraineli Charles ile Conti ve Conde dükleri. *Madam Lucifer, Chartres Düşesi, 16, XIV Louis’nin kızı (Mile de Blois). *Alessandro Scarlatti: Napoli valisinin orkestra şefi, Carpio Markisi. *Domenico Scarlatti, 8, Senyör Scarlatti’nin oğlu, çocuk dâhi, müzisyen ve bestekâr. *Mlle d’Armagnac, “Mile Gelecek”. *Mlle de Valentinois, “Mile Geçmiş” *Juliette d’Auteville, Markiz de la Fere, “Mme Şimdi”. *Antoine Galland, Binbir Gece Masallarının ilk batılı tercümanı. *Kardinal Ottoboni, XII. Innocent’ın refakatçisi. *Halide (Odelette olarak da bilinir), Marie-Josephe’in sonradan edindiği kız kardeşi. *Berwick Dükü, James Fitzjames, II. James’in gayrimeşru oğlu. Japonya Prensi, Iran Şahı, Nübye Kraliçesi ve Huron Savaş Şefleri ile refakatçileri. *Tarihi karakterler. GİRİŞ Yaz dönümü gününün güneşi, gökyüzünün ortasında bembeyaz parlıyordu.

Gökyüzü ufukta mavi ışık saçıyordu. Kral’ın bayrak gemisi, sığ suyun duru yeşilinden sonsuz derinliklerin koyu çivit rengine sert bir biçimde geçti. Kalyonun kaptanı emirler yağdırdı; denizciler itaat etmek üzere koşturdular. Yelken bezi dalgalandı, sonra da şişti; devasa dört köşeli yelkenler rüzgârda gerilerek şakladılar. Gemi çatırdadı, gıcırdadı ve döndüğü yöne doğru eğildi. Üzerinde XIV. Louis’nin mottosu Nec Pluribus Impar 1 yazılı bayrak, gökyüzü boyunca dalgalanıyordu. XIV. Louis’nin altın bir güneş şeklindeki arması, kalyonun pruva yelkeninde parladı. Tehlikeli balık sürülerinden kurtulan kalyon ileri atıldı. Su, geminin bordalarına hücum etti. Yaldızlı gemi başı süsü, kollarını gün ışığına ve su serpintisine doğru uzattı. Tırnaklarında ve çift kuyruğunun zıpkına benzer uçlarında gökkuşakları parıldadı. Oyma deniz canavarı, Kral’ın ihtişamı için önüne renkli ışık düşürdü. Yves de la Croix, tam güneşin altındaki Yengeç Dönencesi boyunca avını arayarak geminin pruvasından denizi ufka doğru taradı.

Yaz dönümü gününe gözlerini kısarak baktı ve ellerini üst güverte tırabzanının etrafına kenetledi. Kalyon, güvertedeki havayı durgun ve sıcak bırakarak rüzgârla ilerledi. Güneş, Yves’in siyah cübbesine işledi ve koyu renk saçlarını sıcakla yıkadı. Tropik deniz, genç Cizvitin gözünü kamaştırıp onu mest ederek parladı ve hareketlendi. “Şeytanlar!” diye haykırdı gözcü. Yves, gözcünün fark ettiği şeyi aradı, ancak güneş fazla parlaktı ve mesafe çok uzundu. Gemi hızla hareket edip gümbürdeyerek dalgaların arasında kendine yol açtı. “Orada!” Tam ileride okyanus bulanıklaştı. Suretler hoplayıp zıplıyordu. Deniz köpüğünde beliren parlak şekiller, yunuslar gibi sıçrayarak dans ediyorlardı. Bayrak gemisi çalkantılı sulara doğru ilerledi. Yunus sesi değil, bir denizkızı şarkısı havada dalgalandı. Denizciler dehşet dolu bir sessizliğe gömüldüler. Yves heyecanına hâkim olarak hareketsiz kaldı. Avını tam o noktada ve o gün bulacağını biliyordu; varsayımından asla şüphe, duymamıştı.

Başarısını soğukkanlılıkla karşılamalıydı. “Ağ!” Kaptan Desheureux’nün haykırışı şarkıyı bastırdı. “Sizi ahmaklar, ağ!” Emri mürettebatını itiş kakışa sürükledi. Ondan, deniz canavarlarından korktuklarından, şeytanlardan korktuklarından fazla korkarlardı. Tahta halata, halat metale sürtünürken, vinç feryat etti ve inledi. Ağ borda boyunca takırdadı. Denizcilerden biri küfürlü bir yakarış mırıldandı. Yaratıklar yaklaşan kalyona kayıtsız, hoplayıp zıpladılar. Çılgınca suları sıçratıp denizi köpürterek yunuslar gibi dalgaları yardılar. Kuyruklarını birbirlerine dolayıp hayvani şehvetlerini şakıyarak seviştiler. Çiftleşmeleri okyanusu kamçılayarak köpürttü. Yves’in heyecanı, aklına ve bedenine hükmedip kararlılığını bastırarak kabardı. Tepkisinin şiddetiyle şaşkına dönerek gözlerini kapadı ve sükûnet için dua ederek başını eğdi. Ağın takırdaması, ağır palamarlarının geminin yan tarafına çarpması onu kendine getirdi. Desheureux küfretti.

Yves, yolculuk boyunca tekrarlanan küfür ve sövmelere aldırmadığı gibi bu sözleri de duymazlıktan geldi. Yves, yeniden kendine hâkim olarak duygularını açığa vurmadan bekledi. Sakince avının ayrıntılarım not etti: boyutları; renkleri; sayıları, yüz yıl önce bildirilen sürüden çok daha azdı. Kalyon, zina yapan deniz canavarlarının arasından azametle ilerledi. Yves’in planlamış ve ummuş olduğu, araştırmasından beklemiş olduğu gibi, deniz canavarları kendilerini coşkularının tuzağına düşürdüler. Saldırı anma kadar hücumun farkına varmadılar. Denizkızı şarkısı, hayvan çığlıklarına ve acı feryatlarına dönüştü. Avlanan hayvanlar daima yakalanışlarının şokuyla acı acı haykırırlardı. Yves, hayvanların korkuyu hissedebildiklerinden emin değildi, ancak acıyı hissediyor olabileceklerini düşünürdü. Kalyon onları kendi çığlıklarında boğarak aralarına girdi. Ağ, kamçılayan dalgaların içine sürüklendi. Desheureux küfür ve emirler yağdırdı. Denizciler ağın palamarlarını vinçle çektiler. Suyun altında, güçlü yaratıklar kalyonun bordasını kamçıladılar. Sesleri, kalasları davul gibi dövdü.

Ağ, yaratıkları denizden çekti. Kara, kösele gibi böğürlerinde güneş ışığı ışıldadı. “Güvercinleri salın.” Yves sesinin seviyesini korudu. “Çok uzak,” diye fısıldadı kraliyet güvercinlerinin bakıcısının çırağı. “Ölürler.” Kuşlar hasır kafeslerinin içinde ötüp çırpındılar. “Salın onları!” Bu uçuşta kuşların hiçbiri Fransa’ya ulaşamazsa, bir sonraki ya da ondan sonraki başarılı olurdu. “Baş üstüne Rahip.” Bir düzine posta güvercini gökyüzüne fırladı. Kanatları havayı dövdü. Yumuşak ses zayıflayarak sessizliğe gömüldü. Yves omzunun üzerinden baktı. Güvercinlerden biri iyice yükselerek yönünü buldu. Haber kapsülü güneşi yansıtarak gümüş renginde parladı; Yves’in zaferine işaret ediyordu.

BİRİNCİ BÖLÜM Elli at arabası uzunluğundaki kortej kaldırım taşlı yolda kıvrılarak ilerledi. Kralım ve saray halkını selamlayan Le Havre halkı, at arabaları ile koşum takımlarının bolluğuna hayret ederek ve at sırtındaki hükümdarlarına eşlik eden genç asilzadelerin göz alıcı giysi, takı ve dantellerine, kadife ve sırma kumaşlarına, geniş tüylü şapkalarına hayran olarak iki yandan üşüştü. Marie-Josephe de la Croix böyle bir kortejde gitmeyi hayal etmişti, ancak hayalleri gerçeğin gerisinde kalmıştı. Kral’ınkinden sonra ihtişamda ikinci sırada olan, Orl£ans dükü ve düşesinin at arabasında yolculuk ediyordu. Her zaman Mösyö olarak bilinen Kral’m kardeşi dük ve eşi Madam’ın karşısında oturuyordu. Kızlan Matmazel yanında oturuyordu. Diğer tarafında Mösyö’nün arkadaşı yakışıklı ve baştan çıkarıcı Lorraine Şövalyesi, Versailles’dan Le Havre’a olan uzun yolculuktan sıkılmış, tembelce yayılmıştı. Lotte – artık sarayda ve onun nedimesi olduğuma göre, ona Matmazel demeyi unutmamalıyım, dedi Marie-Josephe kendine – neredeyse Marie-Josephe kadar heyecanlı, at arabasının penceresinden sarktı. Şövalye uzun bacaklarını, Marie-Josephe’in ayaklarının karşısında üst üste atarak esnetti. Toza, liman bölgesinin kokularına, kaldırım taşı boyunca atların, sürücülerin ve at arabalarının çıkardığı takırtılara rağmen Madam her iki camın ve perdelerin açılmasında ısrar etti. Marie-Josephe gibi temiz havaya çok düşkündü. Madam, yaşma rağmen – kırk yaşının üstündeydi! – her zaman Kralla avda at sürerdi. Marie-Josephe’in de at sürmeye davet edilebileceğini çıtlatmıştı. Mösyö dışarıdaki havanın zararlı tabiatından korunmayı tercih ediyordu. İpek bir mendil ve bir baharat topu taşıyordu.

Kadife gömleğinin kollarında ve ceketinin altın rengi dantelinde biriken tozları ipekle sildi; caddenin kokularını uzaklaştırmak için karanfil saplanmış portakalı burnuna tuttu. Fayton liman bölgesine yaklaşırken, çürümüş balık ve kurumuş deniz yosunu kokusu öyle arttı ki Marie-Josephe de baharat topu getirmiş olmayı diledi. At arabası sarsıldı ve yavaşladı. Sürücü atlara bağırdı. Demir nallar kaldırım taşlarında çınladı. Kasaba halkı at arabasının yanlarını yumruklayarak, bağırarak ve dilenerek caddeye doluştu. “Bakın, Matmazel de la Croix!” Lotte, ikisi de at arabasının camından dışarıyı görebilsin diye Marie-Josephe’i ileri çekti. Marie-Josephe her şeyi görmek istiyordu; kortejin her ayrıntısını daima hatırlamak istiyordu. Caddenin her iki yanında perişan kılıklı insanlar el sallayıp neşeyle alkış tutuyorlardı, “Yaşasın Kral!” diye çığlık atıp “Bize ekmek ver!” diye bağırıyorlardı. Atlılardan biri korkusuzca kalabalığın içine ilerledi. Marie-Josephe onu bir çocuk, midilli üzerindeki bir uşak zannetti; sonra onun, Kral’ın en samimi dostlarına özel altın rengi işlemeli mavi bir ceket olan justcıucorps â brevet giydiğini fark etti. Hatasının farkına vararak utançla kıpkırmızı kesildi. Umutsuz kasaba halkı, saray mensubunu yakalamaya çalıştı, altın rengi dantelini kopardı, atının eyerini çekiştirdi. Atlı onlardan hızlıca uzaklaşacağına, onlara Kral’ın yardımını dağıttı. En yakınındaki insanlara sikkeler uzattı ve kalabalığın kenarındaki insanlara, yaşlı kadınlara, sakatlara, perişan kılıklı çocuklara da sikkeler savurdu.

Kalabalık, etrafında okyanus kadar güçlü, Le Havre limanındaki su kadar pis bir girdap oluşturdu. “Kim bu?” diye sordu Marie-Josephe. “Lucien de Barenton,” dedi Lotte. “Kont M. 1 de Chretien. Onu tanımıyor musun?” “Ben onun…” Marie-Josephe tereddüt etti. M. de Chretien’in saraydaki konumuna yorumda bulunmak ona düşmezdi. “Kardeşimin seferini düzenlemede Majestelerini temsil etti, ancak onunla tanışma fırsatı bulamadım.” “Bütün yaz uzaktaydı,” dedi Mösyö. “Ancak, görüyorum ki kardeşim Kral’ın itibarını korumaya devam ediyor.” At arabası durdu, etrafı sarıldı, kalabalık arasında sıkıştı. Mösyö mendilini terleyen atların, terleyen insanların ve ölü balıkların kokularına karşı salladı. Muhafızlar, insanları uzaklaştırmaya çalışarak bağırdılar. Mösyö, “Bu durum yüzünden at arabasını yeniden boyatmam gerekecek,” diye bıkkınlıkla homurdandı.

“Altın yaldızların bir kısmını özleyeceğime de şüphe yok.” “Büyük Louis kendini tebaasına fazla yakın tutuyor,” dedi Lorraine. “Onları ihtişamıyla avutmak için.” Mösyö güldü. “Aldırma, Chretien onları savaş atıyla çiğneyecektir.” M. de Chretien bir savaş atma benden daha fazla hâkim olamaz, diye düşündü Marie-Josephe. Lorrainc’in neşeli iğnelemesi onu önce eğlendirdi, sonra şaşırttı. Chrctien Kontu için endişe ediyordu, ancak diğerleri hiç de kaygılanmış gibi değildi. Diğer saray mensuplarının binek hayvanları Haçlı Seferleri’nin süvari atlarının soyundan geliyorlardı; Kont Lucien ise kendine uygun bir biçimde, küçük, hafiften alacalı kır bir at sürüyordu. “Alı, kadınların binek atından bile büyük değil!” dedi hayretle Marie-Josephe. ‘‘İnsanlar onu aşağı çekebilirler!” “Endişelenme.” Lotte, Marie-Josephe’in kolunu sıvazladı, ona doğru yaklaştı ve “Bekle. İzle. M.

de Chretien kimsenin onu atından düşürmesine izin vermez,” diye fısıldadı. Kont Lucien tüylü şapkasıyla kalabalığa selam verdi. İnsanlar nezaketine alkış ve reveranslarla karşılık verdiler. Atı hiç durmadı, etrafının sarılmasına hiç izin vermedi. Boynunu gererek, homurdanarak, kuyruğunu bayrak gibi sallayarak, suyun içindeki bir balık gibi insanların arasından ilerleyerek gösterişli şekilde yürüdü. Kısa süre sonra Kont Lucien özgürdü. Ardından gelen alkışlarla, KraPın arkasından caddede atını sürdü. Bir silahşor sırası kalabalığı yeniden böldü; Mösyö’nün at arabası ve muhafızlar, Kont Lucien’i takip ettiler. Parlak bir genç asilzade grubu dörtnala giderek geçti. At arabasının dışında Lotte’nin erkek kardeşi Chartres Dükü Philippe, doru atını bir engele sürdü ve altın yaldızlı koşum takımıyla gösteriş yaparak atı şahlandırmak için mahmuzla vurdu. Chartres, şapkasına koca bir kuş tüyü takmış ve kadife giymişti, mücevherli bir kılıç taşıyordu. Yaz seferlerinden henüz dönmüştü, Majestelerinin gençken bıraktığı gibi ince bir bıyık edinmişti. Madam oğluna gülümsedi. Lotte kardeşine el salladı. Chartres şapkasını çıkardı ve at üzerinde gülerek hepsine reverans yaptı.

Boğazında gevşekçe bağlanmış, ucu düğme deliğine sokulmuş bir fular uçuşuyordu. “Philippe’in evde olması güzel!” dedi Lotte. “Evde ve güvende.” Palatinate’tan Fransa’ya geleli yirmi yılı geçmiş olmasına rağmen Alman aksamyla, “Çapkının teki gibi giyinmiş,” dedi Madam sözünü sakınmadan. Şefkatle içini çekerek başını salladı. “Tavırlarının değişmediğine şüphe yok. Yeniden sarayda olduğuna kendini alıştırmalı.” “Savaş alanındaki zaferinin tadını çıkarması için ona biraz müsaade edin Madam,” dedi Mösyö. “Kardeşim Kral’ın, oğlumuza başka bir kumandanlık vereceğini sanmıyorum.” “O zaman güvende olacak,” dedi Madam. “İhtişamı pahasına.” “Herkese yetecek kadar ihtişam yok dostum.” Lorraine Mösyö’ye doğru eğildi ve elini dükün mücevherli parmaklarının üstüne koydu. “Kral’ın yeğenine yetecek kadar yok. Kral’ın kardeşine yetecek kadar yok.

Sadece Kral’a yetecek kadar var.” “Bu kadarı yeter efendim!” dedi Madam. “Hükümdarınızdan bahsediyorsunuz!” Lorraine geri yaslandı. Kadife ceketinin ten gibi yumuşaklığının altındaki adaleli kolu, MarieJosephe’in omzunun ucunu sıkıştırdı. “Aynı şeyi söylediniz, Madam,” dedi. “Hemfikir olduğumuz tek konu olduğunu sanıyordum.” Yakutlar ve altın rengi danteller içinde parıldayan Majestelerinin gayrimeşru oğlu Maine dükü, Madam ona dik dik bakıp homurdanana ve sırtını dönene kadar siyah atını Mösyö’nün at arabasının dışında sıçrattı. Dük ona güldü ve kortejin önüne doğru dörtnala gitti. “İyi bir savaş atının boşa harcanması,” diye mırıldandı Madam, Lorraine’i umursamadan. “Beş para etmez birinin savaş atma ne ihtiyacı var?” Mösyö ve Lorraine göz göze geldiler. İki adam da güldü. Chartres’m atı Maine’in arkasından atıldı. Genç prensler görkemlilerdi. At sırtındayken, sıkıntılarının üstesinden gelirlerdi. Chartres’m vahşi bakışları ona çapkın bir hava verirdi; Maine’in topallığı yok olurdu.

Maine o kadar yakışıklıydı ki eğri omurgası pek fark edilmiyordu. Kral onu meşru ilan etmişti; sadece Madam onun gayrimeşrııluğunu unutmamıştı. Majestelerinin meşru torunları hızla geçtiler; üç küçük oğlan, benekli midillilerinin yanlarına topuklarını vurdular ve gayrimeşru üvey amcaları Maine’e ve meşru kuzenleri Chartres’a ayak uydurmaya çalıştılar. “Gölgede kal kızım,” dedi Mösyö Lotte’ye. “Güneş, teninin rengini bozar.” “Ama efendim…” “Yeni ve pahalı giysini de,” dedi Madam. “Evet, Mösyö. Evet, Madam.” Marie-Josephe de güneş ışığından geri çekilmişti. Şimdiye kadar giydiği en iyi yeni elbisesini mahvederse yazık olurdu. Lotte’nin artık giymediği giysilerden biri olmasının ne önemi vardı? Sarı ipeği düzeltti ve gümüş rengi iç eteğini daha fazla ortaya çıkaracak şekilde ayarladı. “Peki ya siz Mile 2 de la Croix,” dedi Mösyö. “Neredeyse Huronlar 3 kadar karasınız, insanlar size küçük yerli kız demeye başlayacak ve Madam de Maintenon takma adının iadesini isteyecek.” Lorraine kıkırdadı. Madam kaşlarını çattı.

“Yaşlı kocakarı bunu asla talep etmez,” dedi Madam. “Herkesin onun Maintenon’da doğduğunu ve markiz unvanına hakkı olduğunu düşünmesini istiyor!” “Madam…” Marie-Josephe, Mme 4 de Maintenon’u savunmayı düşündü. Marie-Josephe Martinique’teki manastır okulundan doğruca Fransa’ya ilk geldiğinde, markiz ona iyi davranmıştı. Yirmi yaşındaki Marie-Josephe, Mme de Maintenon’un Saint-Cyr’deki okulunda öğrenci olmak için hayli büyüktü; markiz, ona daha küçük kızlara aritmetik öğretecegi bir yer vermişti. Marie-Josephe gibi, Mme de Mainte-non da Martinique’ten Fransa’ya hiçbir şeyi olmadan gelmişti. Mme de Maintenon, öğrencilerine, koruması altındakilere sıkça Martinique’ten bahsederdi. Yeni Dünya’da katlandığı zorlukları anlatırdı. Asilzade ailelerden doğan yoksullaşmış kızları, kendisi gibi dindar ve itaatkâr olurlarsa, Majesteleri tarafından çeyizlerinin hazırlanacağına ve onlann da kendi koşullarından kurtulabileceklerine dair temin ederdi. Mösyö, Marie-Josephe’in konuşmasını böldü. “Sana verdiğim cilt kremini kullanıyor musun?” Baharat topunun üzerinden dikkatle ona baktı. Mösyö’nün ten rengi çok açıktı. Pudrayla daha da beyazlatmıştı, elmacık kemiğinin üzerindeki ve ağzının yanındaki siyah süs benleriyle beyaz tenini vurguluyordu. “Dünyadaki en iyi krem – ama güneşte kalmakta ısrar edersen işe yaramaz!” “Baba, acımasız olma,” dedi Lotte. “Marie-Josephe’in ten rengi, geldiği zamana göre çok daha beyaz.” “Benim cilt kremim sayesinde,” dedi Mösyö.

“Rahat bırak onu,” dedi Madam. “Eskiden benim de olduğum gibi zinde ve canlı olmakta utanacak bir şey yok. Majestelerinin dediği gibi, kimse artık sarayda bahçelerin keyfini sürmüyor. Ben ve Mile de la Croix hariç. Biraz önce ne diyordun?” Mme de Maintenon hakkmdaki fikrini söylemeden önce, Mösyö’nün, konuşmasını bölmüş olmasından minnettarlık duyarak, “Önemli değildi Madam,” dedi Marie-Josephe. İnsanın sarayda fikrini söylemesi tehlikeli bir girişimdi ve Madam’ın yanında Mme de Maintenon’dan iyilikle bahsetmek gözü peklik olurdu. “Çüş!” diye bağırdı arabacı. Fayton sarsılarak durdu. Marie-Josephe neredeyse koltuğundan düşerek öne kavdı. Topukları Lorraine Şövalyesi’nin kibar, uzun bacaklarına dokundu. Lorraine son derece nazik bir tavırla Marie-Josephe’in kolunu tuttu ve araba sabit kalana dek bırakmadı. Lorraine’in bacakları onunkilere değiyordu. Lorraine gülümsedi. Marie-Josephe de ona gülümsedi, sonra düşüncelerinden dolayı utanarak bakışlarını indirdi. Şövalye yaşlı bir adam olmasına rağmen karşı konulamayacak kadar yakışıklıydı.

Kral gibi elli beş yaşındaydı. Uzun, siyah bir peruka takmıştı, tıpkı Majesteleri gibi. Gözleri mavi mavi parlıyordu. Marie-Josephe ona yer açmak için geri çekildi. Lorraine Şövalyesi rahatça oturmak için kaydı. Ayakları, Marie-Josephe’inkileri at arabası koltuğunun altına kıstırarak sıkıştırdı. “Dik oturun efendim!” dedi Madam. “Kimse size benim huzurumda sırtüstü yatma iznini vermedi.” Mösyö, Lorraine Şövalyesi’nin dizine dokundu. “Lorraine’e uzanma iznini ben veriyorum hayatım,” dedi. “Arkadaşım, faytonum için fazla uzun.” “Ben de fayton için fazla şişmanım,” dedi Madam. “Ama bütün koltuğu istemiyorum.” Lorraine kendini dikleştirdi. Perukasının tepesi tavana değdi.

“Madam’ın affını rica ediyorum.” Tüylü şapkasını aldı ve kapıyı açtı. Sokağa adım atarken, balıkçıl tüyler Marie-Josephe’in bileğine sürtündü. Mösyö arkasından aceleyle gitti. Marie-Josephe derin bir nefes aldı ve dikkatini, olması gerektiği gibi, Madam ile Lotte’ye verdi. “Versailles’a Yves ile birlikte döneceğim,” dedi çabucak. “Eve dönüşte herkese daha fazla yer olur.” “Sevgili çocuğum,” dedi Madam, “bunun, faytonun boyutuyla hiçbir ilgisi yoktu.” Ayağa kalktı ve dışarı çıktı. Mösyö o inerken elini uzattı, Lorraine de Lotte’ye yardımcı oldu. Marie-Josephe, ağabeyini yeniden görmeye can atarak hızla onlan takip etti. Lorraine, Marie-Josephe ancak Kral’ın kardeşinin ailesininkine yakın bir seviyede olsa yapacağı gibi onu bekledi. Ona elini verdi. Lorraine’in ihtimamı onu hem heyecanlandırdı hem de mahcup etti. Lorraine, aklını karıştırmıştı.

Martinique’te ağabeyinin eviyle ilgilenip onun deneylerine yardım ederken ve her tür konuda kitaplar okuyup sakin bir hayat sürerken hiçbir şey onu mahcup etmemişti. Marie-Josephe, pisliğin ve kokuların varlığını kabul etmek için fazla asaletli olan Madam’ın yanma, sokağa adım attı. Kral, keşif seferini liman bölgesinde karşılamak istemişti ve Madam da maiyetinin bir parçasıydı, bu yüzden ona eşlik etti ve bundan yakınmadı. Marie-Josephe kendi kendine gülümsedi. Madam, toplum içinde yakınmazdı. Yabancılar yokken, Prenses Palatine 5 yalın bir dil kullanırdı ve fikirlerini pek kendine saklamazdı. Mösyö, Lorraine’in dirseğine dokundu. Lorraine, Marie-Josephe’e doğru hafifçe eğilerek reverans yaptı. Mösyö’ye katıldı, ancak Madam eşinin yanındaki yerini almak istedi. Chartres atından atladı, dizginleri bir uşağa attı ve kolunu kız kardeşine uzattı. Marie-Josephe reverans yaparak geri adım attı. Kıdem sırasının sonundaki uygun yerini bulması gerekiyordu. “Bizimle gelin Mile de la Croix,” dedi Madam. “Şövalye size eşlik edecek.” “Fakat Madam -!” “Aileni özlemenin nasıl olduğunu bilirim.

Yirmi yıl önce Fransa’ya geldiğimden bu yana ailemi ziyaret etmedim. Bizimle gelin, ağabeyinize gereksiz yere daha fazla özlem duymayın.” Marie-Josephe, minnetle ve şaşkınlıkla önüne eğildi ve Madam’ın elbisesinin eteğini öptü. Onun hemen yanındaki Lorraine, Madam ve Mösyö’ye reverans yaptı. Marie-Josephe ayağa kalktı. Şaşkınlıkla, şövalyenin Madam’ın değil, Mösyö’nün elini öptüğünü gördü. Lorraine şövalyesi büyüleyici ve gizemli gülümsemesiyle Marie-Josephe’e kolunu uzattı. Marie-Josephe kendini mest olmuş vaziyette, saraydaki en yakışıklı erkeklerden birinin eşliğinde, hakkı olmamasına rağmen, abartılı tören alayının ön kısmına yakın bir yerde buldu. Kral’ın at arabası, elli faytondan oluşan bir sıranın başında duruyordu. Kapısında altın güneş parıldıyordu. Sekiz at ayaklarını yere vurup, homurdanarak koşum takımlarını çıngırdatıyordu. Sikke büyüklüğünde siyah benekleri olan beyaz atlardı. Çin İmparatoru, benekli aygırları hükümdar kardeşine ve benekli midillileri de torunlarına göndermişti. Arabaya koşulmuş muhteşem atların önünden geçerlerken, “Dikkatli olun, Mile de la Croix,” dedi Lorraine usulca. Keskin at teri kokusu, balık ve deniz yosunu kokulanna karışıyordu.

“Bu yaratıklar yarı leopardır ve et yerler.” “Bu çok saçma, efendim,” dedi Marie-Josephe. “Hiçbir at bir leoparla çiftleşemez.” “Grifonlara 6 inanmıyor musunuz?” “Dünyada bilinmeyen yaratıklar var, ancak bunlar doğal varlıklar “Ya da kaymeralara 7 -” M- kartal ve aslanların karışımları değiller ya da deniz canavarlarına?” ya da şeytan ve insanların!” “Unutmuşum, ağabeyiniz gibi siz de simya öğreniyorsunuz.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir