Yorgo Seferis – Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün

Bir haziran günü çıktık yola. Karım ve ben. E limizde Seferis’in 1953 baskısı, bulunmaz olmuş kitabının fotokopyaları. Geçtiği yollardan geçip izini süreceğiz; üç günlük simgesel bir gezide adım adım peşinden gideceğiz, kayalara, kovuklara tırmanacağız, fotoğraf çekeceğiz. Bir gün sonra da Enis ve F.T. gelecekler Ürgüp’e. Üç gün de onlar kalacaklar. En azından akşamları birlikte olacağız, bir rakı sofrasının çevresinde. Günden, gördüklerimizden, Kapadokya’dan, şiirden, doğadan, sessizlikten söz açacağız. Enis, Kapadokya’nın kozmik çağrışımlar yapan o şaşkınlık verici doğası üstüne bir şeyler yazmayı düşünüyor. Benim de Seferis’in, çevirisini yeni bitirdiğim kitabının Türkçe baskısı için fotoğraf çekmem gerekiyor; karanlık kaya kiliselerinde hayalet freskoları fotoğraflayacağım, başka bir zamanın duvar resimleri önünde uzun uzun duracağım, ışıklarını gölgelerini, yansımalarını gözleyeceğim. Ama işin asıl heyecan verici yanı, üç gün boyunca bu büyük ozanın izi üstünde yürümek olacak. O günden bugüne kalanlarda ve kalmayanlarda; doluluklarda ve boşluklarda … Seferis, Ankara’da Yunan elçiliğinde çalıştığı sırada yapmış bu Kapadokya gezisini. Fransızca yazdığı “Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç gün” adlı kitap da Atina’daki Fransız araştırma kurumu tarafından 1953 yılında yayınlanmış.


Sanırım sonra da 7 Y111ı;11H·;ısı hasılırn�- Enis Batur, yıllar önce dikkatini çeken bu kıı;ıhı ;ır;ııııadık yer bırakmamış ama dehşetli bir kitap avcısı ve \;ılı;ıf k11rd11 olduğu halde ne İstanbul’da, ne de Paris’te bulama1111? .’->oıııında bir başka kitap kurdu, Arap asıllı Fransız yazar Tiıııoıır Moııhiddin, kitabı Arina’da bir kitapl ıkta buldurttu, kopyalattı ve Enis’e yolladı. Yayınevinde bir akşamüstü Enis, kopyaları bana uzatıp “çevirir misin?” dediğinde, gözümü kırpmadan “evet”i bastırdım ben de. Ve bu küçük serüven böyle ba�ladı. Scferis’le sayfalar boyu bir iki ay; Seferis’le Kapadokya’da üç gün, üç gece __ _ “Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün”, Seferis’in ünlü günlüğünün tekniğiyle yazılmış ama -içerdiği düşünce ve sanat tarihi gözlemlerinin bir günlük kapsamını aşar boyutlara ulaşması nedeniyle olsa gerek- günlüğün dışında oluşturulmuş bir kitapçık. Ozanın çektiği siyah beyaz fotoğraflarla da resimlenmiş. Asıllarını ele geçiremediğimiz için ne yazık ki bu fotoğrafları baskıda kullanamadık. Çeviriyi yaptıktan sonra benim yollara düşmemin asıl nedeni de bu oldu. Ve elinizdeki kitabı, özgün baskıdakine benzer bir yaklaşımla resimlemeye çalışan fotoğraflar, bu üç günlük gezide çekildi. Seferis’in Kapadokya kaya kiliselerindeki freskolarla ilgili (çoğunlukla -kendisinin de söylediği gibi- Jerphanion’dan kaynaklanan) gözlem ve kanılarına günümüzün sanat tarihçileri ne ölçüde katılırlar, bu düşüncelerin bilimsel değeri nedir bilmiyorum. Öte yandan Kapadokya’yla ilgili sayısız kitabın yazıldığı, çeşitli dillerde, şık baskılı, güzel fotoğraflarla donanmış kitapların yayınlandığı günümüzde, Kapadokya’nın çok küçük bir bölümünü, o da aceleyle gezebilmiş birinin izlenimlerinin değerini kestirmek kolay değil. Buna karşılık anlatının SO’li yılların başına, artık pek tanımadığımız bir döneme uzanması ve Seferis gibi büyük bir ozanın elinden çıkması, işin rengini değiştiriyor. İlk sayfalardan başlayarak eski, unuttuğumuz bir Anadolu açılıyor önümüze. Henüz turist akınlarına, istilaların bu en düzeysizi ve en korkuncuna uğramamış, çiğnenip bozulmamış bir Kapadokya. Gizini, gizemini koruyan bir evren; göç, yıkım, acı izleri taşıyan bir doğa ve uygarlık tansığı.

Ve ozan, bu evrenin sarp, ıssız patikalarında sanattan, tarihten, şiirden, resimden söz açıyor sayfalar boyu. Doğa, insanlar, kutsallıklar, yok olmalar üstüne konuşuyor. Kapadokya’yı anlattığı kadar -tüm günlüğünde yaptığı gibi- açık ya da kapalı, kendini anlatıyor bana sorarsanız. Sanata, yaşama, uygarlığa bakışını, evreni ele alış biçimini ve incelikli ozan duyarlığını seriyor gözlerimizin önüne. Kaya anıtları, duvar resimleri, sanki bahane! 1) Samih Rifat Eylül 1994 Uyarı Yolculuğum sırasında her yönüyle benzersiz, tek bir kılavuzum oldu: Cizvit tarikatından GUILLAUME DE JERPHANION’un yapıtı, Les Eglises Rupestres de Cappadoce (Kapadokya Kaya Kiliseleri) Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris (Cilt 1, birinci bölüm 1925; ikinci bölüm, 1932; cilt 2, birinci bölüm, 1936; ikinci bölüm, 1942; ve fotoğraflar, planlar, haritalardan oluşan, toplam üç zengin cilt). Olağanüstü bir bilim, eleştirel düşünce ve Hıristiyanlık inancı anıtı bu yapıt. Dile getirdiğim eleştirel ve tarihsel görüşleri, her şeyden önce ona borçluyum; bu görüşleri doğrulamak, denetlemek için de yine ona başvurmak gerekir. Yazdığım sayfalarda kılavuzum sözcüğüyle anıyorum onu. Kesin göndermeler yapmıyorum; yalnızca ender durumlarda ayraç içinde, onun haritasına gönderen şapel numarasını veriyorum. Genellikle sözünü ettiği� yerlerin antik adlarını kullanmak daha kolay geldi bana; kiliselerin adlarıysa sözcüğü sözcüğüne çevrildi. Aşağıda, okuyucuya yardımcı olmak amacıyla -yolcuya diyebilmeyi yeğlerdim- bunların karşılığı Türkçe sözcükleri verıyorum. Halys: Kızılırmak Aravissos: Arapsun i 1 Sovessos: Suveş (Şahinefendi) Tamissos: Damsa Prokopi, Aziz Prokopios: Ürgüp Korama: Göreme Matiani: Maçan (Avcılar) 12 KAPADOKYA KAYA KİLİSELERİNDE ÜÇ GÜN Prokopi. Cuma, Temmuz 1 950. Ankara’dan otomobille, saat 7. l 5’de ayrıldık.

V.’ler bizimle. J. dün bir ciple yola çıkmıştı. Bu öğleüstü burada bekleyecekti bizi. Sürüp giden çıplaklığında Anadolu yaylası. Saat 9. 15; yüz kilometre yol yaptık. Halys, suları kızı la çalan, geniş bir nehir. Selçuklu yapısı, büyük bir köprüden geçtik; sevimli bir asimetrikliği olan görkemli bir yapı: ana kemerin bir yanında çift sıra küçük tonozlar var, öbür yanındaysa tek sıra. Bir an Konya’yı düşündüm; içinde Mevlana Celaleddin-i Rum!’nin yattığı türbenin üçgen biçimli, mavi külahını. V., onun şiirlerine yerleştirdiği Rumca dizeleri çözmeye uğraşıyor. Günün birinde, düşmanlarının, Arapların, Selçukluların, Bizans’ı düşünlerinde nasıl canlandırdıklarını incelemek isterdim. Bu kış okuduğum, Binbir Gece Masallarındaki Ömer-el-Neman öyküsü beni çok etkiledi.

Konstantinia (Konstantitıopolis) krallarından söz ediyor bu öykü; geleneklerini, göreneklerini alaya alıyor; Hardovios adıyla andığı bir Kayseriya kralından söz ediyor -sanırım Andronikos adının bozulmuş biçimi bu-, ve onun olağanüstü güzellikteki kızından. Güzel olduğu kadar korkunç bir savaşçı bu kız ve şato niyetine bir manastırda oturuyor. Gittiğimiz yer, baştan başa Digenis1e dolu.1 Günün birinde Digenis’i ötekilerle, sınırların ötesindekilerle karşılaştırmak isterdim. Sanırım monolitler2 bölgesine girdiğimizden bu yana başka hiçbir şeye dikkat etmedim; arabayı ben kullanıyordum. Saat 11.30: Kırşehir. Saat 13: Mucur’dan sonraki yol çatalı. B urada Kayseri’ye giden karayolundan ayrılıyoruz, sola, Avanos yönüne sapıyoruz. Birkaç kilometre sonra Hacı Bektaş’a geliyoruz; aynı adı taşıyan kişiye, Bektaşilerin, dolayısıyla da Yeniçerilerin pirine adanmış kutsal hac yeri. Yol zorlaşıyor: baştan başa çukur, sel yarığı; kışın geçilmez olsa gerek. İki kez yolumuzu şaşırdık ve geri döndük. Kapadokya manastırları bölgesi, ters bir ikizkenar üçgene benzer ve Kayseri’yle E rciyeş’in batısına d üşer. Bugü ne dek gördüğüm dağların en zariflerinden biridir bu sönmüş volkan. Yamaçlarının hafif eğrilerle ve simetrik bir biçimde zirvede bitişini her gördüğümde, bir tür sevinç duyarım içimde.

Bu denli yalın bir biçimin, sözünü edeceğim tuhaf görünümü yaratması, bana şaşırtıcı gelir. Bu üçgenin tabanı -iyice sadeleştirirsek- kuzeyde, aşağı yukarı Kızılırmak’ın yatağıyla çakışan, Suçsum’dan sonra doğuya yönelen, batıdaysa Aravissos’da -kuş uçuşu, yaklaşık yüz elli kilometre ötede biten bir çizgidir. Üçgenin tepesi. güneyde, Soğanlı vadisinde, tabana dik çıkılacak bir çizginin üstünde, yaklaşık elli kilometre aşağıdadır. Yükseklik, neredeyse tüm bu bölge için 1.000-1.200 m. dolaylarındadır. Üçgenin merkezinde, biraz kuzeyde Aziz Prokopios vardır; Bilge Leon’un piskoposluk listelerinde adı geçen, Mübadele’den önceki adıyla Prokopi. O zamana dek -sanırım şimdi de öyle-, önemli bir kasabacıktı. Yörenin ticaret merkeziydi, yirmi ya da otuz bin nüfusu vardı. Çoğu da Rum’du bunların.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir