Ziya Gökalp, modern Türkçülüğün kurucusudur. Bu sebeple, Türk gençlerinin vatansever milliyetçiler olarak yetişebilmeleri ve Türkçülüğü tam olarak kavrayıp benimseyebilmeleri için Ziya Gökalp’in eserlerinden öğrenecekleri pek çok şeyler vardır. Cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk’ün; «Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise fikrimin babası Ziya Gökalp’tir» ve «Heyecanlarımın babası Namık Kemal, fıkirlerimin babası Ziya Gökalp’tir» sözlerinden, bu büyük düşünürümüzün fikirlerini kendine rehber yaptığını öğreniyoruz. Öyle ise Atatürk’ün izindeki Türk gençliği de Ziya Gökalp’i kendine rehber yapmalıdır. Bugünün gençliğine, Ata’sının kendisine rehber yaptığı fikirlerin, sade bir dille sunularak öğretilmesi ve benimsetilmesi ise bizlerin görevidir. İşte bu görevin sorumluluğunu taşıyan bir kişi olarak bugüne kadar Ziya Gökalp’in, Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Türk Ahlakı, Türk Töresi, Türk Medeniyeti Tarihi eserlerini gençlerimiz için sadeleştirdim. Her biri birkaç baskı yaptı. Şimdi de Hars ve Medeniyet, Yeni Hayat, Kızıl Elma, Altın Işık ve Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Hürriyete Mektuplar, Son Şiirler, Türk Terbiyesi, Çınaraltı Yazıları, Yeni Türkiyenin Hedefleri isimli 10 eserini sadeleştirerek yayınlamaktayım. Bu eserlerden bir kaçını Ziya Gökalp’in sağlığında gazete ve dergilerde yayınlanmış makalelerini bir araya getirerek kitaplaştırdım. Gökalp’in eserlerinde kullandığı dil, yazıldığı dönem için ne kadar sade otursa olsun, bugünün gençliğinin kolayca okuyup anlayabileceği durumda değildir. Şimdiye kadar çeşitli yayınevleri bu eserlerin bazılarını, 70-80 yıl önceki Ziya Gökalp’in kullandığı dili aynen koruyarak yayınladılar. Bazı yayınevleri ise eserleri sadeleştirdiklerini sanarak uydurukça kelimelerle bozdular. Tabiidir ki, bu uygulama Ziya Gökalp’e ihânet, okuyucuya ise en yumuşak ifade ile saygısızlık ve gençler için de zararlı olmaktır. Bense çalışmalarımda orta bir yol izledim. Ne eski dili aynen bıraktım, ne de uydurukçaya saptım. Halkımızın kullandığı ve okuduğu zaman anladığı kelimeleri; «Arapça ya da Farsçadan veya bir başka dilden mi gelmiştir?» veya «sonradan mı türetilmiştir?» diye kökünü araştırmaya girişmeden kullandım. Bence önemli olan, halkımızın o kelimeyi bilip bilmediği, kullanıp kullanmadığı idi. Amacım, Ziya Gökalp’i ve fikirlerini en iyi şekilde anlatabilmekti. Bu «amac»ı en iyi gerçekleştirecek «araç», yâni kelimeyi, o kelimenin kökenini araştırma gereği duymadan kullanmam, en doğal olan davranıştı. Ben de öyle yaptım. Bunu bir kaç örnekle anlatayım: Lisan yerine; dil, darbı mesel yerine; atasözü, nesil yerine; soy kelimesini kullandım. Bazen de bir kavramı karşılayan eski kelimenin yanında, parentez içinde o kelimeyi açıklayıcı eski ve yeni kelimelere bir arada verdim; teamül (örf-adet, gelenek) örneğinde olduğu gibi.. Bazen, her ikisi de aynı anlamda olan hem mefkureyi, hem ülküyü, hem harsı, hem kültürü, hem ırkı, hem soyu aynı zamanda kullandım.. Kısacası, dil konusundaki tek kaygım, «anlaşılırlık» tan ibaretti. Yalçın TOKER ESER HAKKINDA.. Türk Milliyetçiliği ideolojisini sistemleştiren Ziya Gökalp değerli bir şair olmasının yanı sıra büyük bir sosyoloji bilginidir. İşte elinizdeki bu eser, Gökalp’in sosyolog yönü ile kaleme aldığı bir incelemedir. Bu eserinde Gökalp, Kürt aşiretleri hakkında köken, tarih, coğrafya, dil, kültür yönlerinden yaptığı araştırmaların sonuçlarım açıklamaktadır. Kürt aşiretlerinin bilimsel açıdan sınırlandırılmasını yapmakta, Kürtlerin örf-adetleri, yaşantıları, geçim kaynakları, doğum, ölüm, düğün törenleri, suçluları izleme ve cezalandırmaları, yabancıya karşı davranışları gibi çeşitli konularda ayrıntılı bilgiler vermekte ve bugün Kürtleşmiş olan pek çok aşiretin aslında Türk olduklarını ileri sürmektedir. Türk boylarının Kürtleşmelerinin sosyolojik ve siyasal nedenlerini objektif ve ikna edici bir şekilde izah etmeye çalışmaktadır. Bu konuya bir kaç örnek verelim: “Musul’un kuzeyindeki köylerde Kiki’ler vardır. Kiki Çerkan toprağında bulunan Koçhisar köyleri 70 yıl öncesine kadar Türk imiş ve Türkçe konuşurlarmış. Telars köyünün halkı bugün bile Türkçe’den başka dil bilmez..” “Kiki, Dekuri, Milıi kebir aşiretleri mensupları kendilerinin Kürt olduklarını iddia ediyorlarsa da gerçekte büyük bölümü Türk veya Türkmen’dir”. “Kürtler’in buraya nasıl geldikleri ve bunların da asıllarının Türk olma ihtimali varken, nasıl Kürtleştikleri hakkında kesin bilgi yoktur.” “Karakeçi kabilesi, isminden de anlaşılacağı üzere Bursa’daki Karakeçi’nin bir koludur. Fakat Türkçe’yi unutarak Kürtleşmiştir. Karakeçi köyleri arasında Salur adlı bir köy vardır. Salur, bilindiği gibi Oğuz elinin yirmidört boyundan biridir.” “Karacadağın güneyinde Kanklı mezrası. Türkan aşireti Oğuz’un Beğdili boyundan olduğu gibi Karakeçi içinde de Beğdili köyleri vardır.” “Bitlis yöresindeki Rojkili kabilesi Oğuz ili tarzında iki kolda 24 boy birleşerek meydana gelmiştir..” Ziya Gökalp’i, günümüzde yaygın bir şekilde ileri sürülen «Kürtler’in aslen Türk oldukları, Oğuz Türkleri’nin bir kolunu teşkil ettikleri» şeklindeki tezlerin savunucuları arasına almak ise mümkün değildir. Zaten Gökalp’in bu sosyolojik araştırmaları yaptığı ve bu eseri kaleme aldığı dönem 1900-1910 yılları arasıdır. O sıralarda Osmanlı Türkiyesinde söz konusu olan cereyanlar, İslam ümmetçiliği ve bu akıma karşı çıkan hristiyan ekalliyetlerin ayrımcı faaliyetle-rinden ibaretti. Müslüman olan Türk de, Arap da, Kürt, Arnavut gibi milliyetler de köken farkı duygusu taşımaksızın İslam ümmetine mensup olma şuuruna sahiptiler. Osmanlı Devleti’ni kötü günlerinden kurtaracak olan cevherin, “ümmet kenetlenmesi” ve dayanışması olduğu fikri yerleştirilmek isteniyordu. Sonra Balkanlarda patlak veren Yunanlılık, Bulgarlık, Sırplık cereyanları, bu unsurların egemenliklerini ele geçirmeleri için Batılılardan gördükleri yardımlar ve kışkırtmalar üzerine bir antitez olarak Türkçülük ateşlendi. Bunu takiben devletin Müslüman halkları arasında Arnavut, Arap milliyetçilikleri ortaya çıkmaya başladı. İngiliz ve Fransızların tahrikleriyle beslenen bu ayırımcı fikirler l. Dünya Savaşı sırasında çok genişledi. Arap topraklarını sömürmek isteyen İngiliz ve Fransızlar bu milliyetçi gelişmeleri çok iyi kullanarak Arap toplumlarını bizden kopardılar. Bir çok Arap devletçikleri kurdurdular. Bu arada, aşiretler arasına Kürtlerin ayrı bir millet oldukları nifak tohumlarını atmak suretiyle isyanlara teşvik ettiler.. Onlara silah verdiler, propagandalarını yaptılar. Ne var ki bütün tahriklerine rağmen onların Türkten kopmasını temin edemediler. Çünkü Kürt ile Türk, 900 yıl bir arada yaşamış, birlikte vatan savunması yapmış, aynı Allaha ve kutsal kitaba inanmış, birlikte şehitlik şerbetini içmiş, et ve kemik gibi birbirinden ayrılamaz kardeş kavimlerdi. Kürtler de Türkmenler gibi birer Oğuz boyu mu idi, yoksa Türk ve Kürt ayrı kökenlerden gelmiş iki ayrı millet mi idi? Bu noktada bir türlü tam bir fikir birliğine ulaşılamamıştır. Ziya Gökalp de, bu soru o günlerde henüz sorulmadığı, hatta sorulması akla bile gelmediği için sosyolojik araştırmaları sırasında böyle bir soruya cevap aramamıştır. Yalnızca, Kürt aşiretleri arasında yaptığı incelemeler meyanında Kürt kabul edilen veya kendilerini Kürt sayan pek çok boyun köken olarak Türk oldukları halde çeşitli sebeplerle sonradan Kürtleştiklerini vurgulamakla yetinmiştir. Bu gibi boylara ait bir kaç örneği yukarıda verdik. Sonradan Kürtleşen aşiretlerin Türklüklerini nasıl unut-tuklarını açıklarken de Gökalp bu vakıayı, yaşadıkları coğrafyadan kaynaklanan zorluklarla, güvenlik konusunda devletin ihmali gibi sebeplere dayandırmıştır. Çöl şartları aşiretleri göçebeliğe itmiş, hayvancılıkla geçindikleri için yaz ve kış birbirinden çok uzak coğrafyalarda dolaşmaları zorunlu olmuş, sürülerini ve canlarını koruma konusunda devletin sağladığı güvenliğin yetersiz kalması sebebiyle Ağalara sığınmak zorunda kalmışlar.. Sığındıkları aşiret ve ağalar Kürt ise, zaman içinde onlar da Türkçeyi unutarak Kürtleşmişler.. Coğrafi zorlukların yanı sıra, ürünlerden alınan aşar ve acımasız vergiler de onları Türklükten koparan bir başka etken olmuş.. Aslen Diyarbakır’lı olan Ziya Gökalp, bir sosyolog olması dolayısıyla, kendi bölgesinin sosyal vakıası olan Kürtler hakkında bu incelemeyi yaptığı için muhaliflerinin saldınlarına da maruz kalmıştı. İttihat Terakki’nin genel merkezinde görevli olmasının da etkisi ile muhalif Hürriyet ve İtilaf partinin ileri gelenlerinden Ali Kemal, Ziya Gökalp’in Kürt olduğunu ileri sür-müştü. Sonradan Milli Mücadeleciler ve Atatürk hakkında ölüm emri çıkarttıran o günlerdeki İstanbul Hükümetinin İç İşleri Bakanı olan ve sonra İzmit’te linç edilmek suretiyle öl-dürülen Ali Kemal’in bu Kürtlük isnatlarına Ziya Gökalp, Yeni Hayat kitabma aldığı “Ali Kemal’e” başlıklı şiirinde şöyle cevap veriyordu: ALİ KEMAL’e Ben Türküm! Diyorsun, sen Türk değilsin? Ve İsîamım! Diyorsun, değilsin İslam! Ben ne ırkım için senden vesika, Ne de dinim için istedim ilam! Türklüğe çalıştım, sırf zevkim için, Ummadım bu işten asla mükafat! Bu yüzden bin türlü felâket çektim, Hiç bir an esefle demedim: Heyhat! Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkeş; İlk gayem olurdu Türk milliyeti Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak, Kurtarır her islam olan milleti! Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum, Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı! Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak, Seninki öldürmek her yaşatanı! Türklük, hem mefkürem, hem de kanımdır; Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil! Türklük hadimine «Türk değil!» diyen Soyca Türk olsa da “piçtir”, Türk değil! Görüldüğü üzere Ziya Gökalp “Türk kanımdır” dedikten sorra “Kürt olsaydım bile ilk gayem Türk milliyeti olurdu, çünkü Türk kuvvetli olursa Kürt, Arap, Çerkez bütün islamları kurtarır…” diye eklemektedir. Türk-Kürt ayınmcılığına Gökalp, Küçük Mecmuada 1922’de yazdığı bir makeledeki şu cümle ile ile de karşı çıkıyordu: Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir; Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa, Kürt değildir!
Ziya Gokalp – Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler
PDF Kitap İndir |