Hermann Hesse – Masallar

Kai’de o akşam, masalcı dede Cecco söze şöyle başladı: “İzin verirseniz beyler, bugün size çok eski bir öykü anlatmak istiyorum. Güzel bir hanımefendiye, bir cüceye, bir aşk iksirine, bağlılığa, nankörlüğe, sevgiye ve ölüme değinen bir öykü bu. İster eski olsun ya da yeni, bütün serüvenler ve öyküler başka ne anlatır zaten. “Soylu Battista Cadorin’in kızı Margherita Cadorin, bir zamanlar, Venedikli güzellerin en güzeliydi. Onun için yazılmış olan dizelerin, bestelenmiş ezgilerin sayısı, Büyük Kanal boyunca dizilmiş sarayların kavisli pencerelerinden, bir ilkbahar akşamında, Del Vin Köprüsü ile Doğana arasında gidip gelen gondollardan daha çoktu. İster Venedikli, ister Muranolu ya da Paduah olsun, genci, yaşlısı, yüzlerce soylu onu düşlemeden tek bir gece bile geçiremez, sabah uyandıklarında da, onu bir an görebilme umuduyla yanıp tutuşurlardı. Koca kentte, soylu genç kadınlar arasında Margherita Cadorin’i kıskanmayan birini bulmak olanaksızdı. Onu anlatmaya sözcüklerim yetmez. Bu nedenle yalnızca şunu söyleyeceğim: Uzun boylu, servi endamlı bir .kızdı. Saçları havayı, topukları yeri okşardı. Tiziano onu görmüş olsaydı, bir yıl boyunca, onun dışında başka bir şeyin ya da başka birinin resmini yapmayı aklının ucundan bile geçirmezdi. “Giysiler, danteller, altın işlemeli Bizans brokarları, değerli taşlar ve takılardan yana da zengindi. Sarayında zengin ve görkemli bir havada dolaşır, ayakları Türk halılarından başka halılara basmazdı. Dolapları gümüş takımlarla tıkabasa doluydu; masaların üzerileri de en iyi cinsten örtüler ve olağanüstü porselen takımlarla ışıl ışıl par-9 lardı.


Oturma odasının yeri güzel mozaiklerle, duvarlar ve tavanlarsa brokardan, ipekten yapılma goblenler ve değerli, güzel, tablolarla donanmıştı. Gondolcuları, sandalcıları, her an hazır bekleyen hizmetlileri de boldu. “Kuşkusuz, tüm bu gözü okşayan değerli eşyaların daha güzelleri başka evlerde de vardı. Cadorinlerinkinden daha dolu dolapları, daha değerli eşyaları, halıları ve takıları olan insanların yaşadığı, daha zengin sarayları olan zengin bir kentti o zamanlar Venedik. Ama Margherita, en zenginlerin bile sahip olamadığı ve bu nedenle hasetten çatır çatır çatladıkları, paha biçilmez bir şeye sahipti. Bu, Filippo adında, bir karış boyunda, çifte kamburlu, küçücük, ama olağanüstü bir cüceydi. Bay Vittorio Battista onu, gezilerinden birinden, Kıbrıs’tan getirdiğinde, yalnızca Yunanca ve Arapça konuşabiliyordu. Oysa sonradan öyle düzgün bir Venedik lehçesiyle konuşur olmuştu ki, Riva’da ya da San Grobbe Kilisesi’nin avlusunda doğmuş sanırdınız. Sahibesi ne denli güzel ve alımlıysa, cüce de o denli çirkindi. Bir kilisenin kulesi, bir balıkçı kulübesinin yanında nasıl daha yüksek ve yüce durursa, bu eciş bücüş yaratığın yanında sahibesi de öylesine endamlı ve gösterişli duruyordu. Cücenin, koyu kahverengi elleri buruşuk, eklemleri yamuk yumuk, yürüyüşü anlatılamayacak denli gülünç, burnu kocaman, ayaklarıysa yayvandı. İçe doğru basardı. Ama giyimine diyecek yoktu, ipek ve altın işlemeli kumaşlardan yapılma giysiler içinde prensler gibi dolaşır dururdu. “Bunlar bile cücenin değerli bir mücevher sayılmasına yeter de artardı. Yalnız Venedik’te değil, kuzeyi de katarsak, belki de tüm İtalya’da ondan daha değişik, daha eğlendirici birini bulmak olanaksızdı.

Satılık olsaydı, birçok kralın, soylunun ve zenginin onu altınla tartarak satın almak için can atacağını söylemeye gerek yok. “Belki de bazı saraylarda ya da zengin kentlerde bücürlükte ve çirkinlikte Filippo’yla yarışacak cüceler vardı, ama bunların hiçbirinin ruh derinliği ve yetenekte, onunla aşık atamayacağı kesindi. Yalnızca zekâsı, on kişinin zekâsına bedeldi ve bir bölük insanla başa çıkabilecek düzeydeydi. Üç dili anadiliymişçesine akıcı konuşabiliyor, tarih, akıl verme ve yaratıcılıkta herkesten üstün olduğunu ka-10 nıtlıyor, eski öyküleri anlatmakla kalmıyor, yeni öyküler yaratıyor, aklı başında konuşmalar kadar en berbat tartışmalara da girebiliyor, istediği zaman insanları nasıl kolayca güldürebiliyorsa, o kadar da çabuk kızdırabiliyordu. “Gökyüzünde tek bir bulutun bile görülmediği günlerde, o zamanlar âdet olduğu üzere, Margherita olağanüstü güzellikte saçlarının rengini açmak için damdaki küçük balkona çıkar, iki oda hizmetçisi, Afrika papağanı ve Cüce Filippo’nun eşliğinde güneşte otururdu. Hizmetçiler, hanımefendinin saçlarını ıslatıp geniş kenarlı şapkasının üzerine yayarlar, gülsuyu ve kolonyayla tararlar, bu sırada da kentte olan biten her şeyi, ölümleri, kutlamaları, düğünleri, doğumları, hırsızlıkları, gülünç olayları anlatıp gevezelik ederler, papağan da rengârenk güzel kanatlarını çırparak, bir şarkıyı ıslıkla çalmak, keçi gibi melemek ve ‘İyi geceler’ demekten oluşan üç becerisini sergilerdi. Cüce, hanımefendiye yakın bir yere oturur, hücum eden sivrisineklere ve hizmetçilerin gevezeliklerine aldırmadan kızgın güneşte kavrularak, elyazması eski kitapları okurdu. Bir süre sonra, her zaman olduğu gibi, renkli kuşun gözleri kapanmaya başlar, uykuya dalar, hizmetçilerin konuşmaları cansızla-şır, sonunda sesleri solukları kesilir, işlerini yorgun ve isteksiz sürdürmeye başlarlardı. Dünyanın neresinde öğle güneşi bir Venedik sarayının dammdaki gibi yakıcı olabilir? Bir süre sonra hanımefendinin de canı sıkılmaya başlar, hizmetçilere saçlarını çarçabuk kurutmalarını buyurur ya da beceriksizliklerinden dolayı onları bir güzel azarlardı. En sonunda da hep, ‘Şunun kitabını alın!’ diye bağırırdı. “Hizmetçiler Filippos Knien’in kitabını çekip alırlar, o da onlara öfkeyle bakar, ama hemen kendini toparlayıp kibarca hanımefendinin ne arzu ettiğini sorar, o da bir öykü anlatmasını isterdi. “O zaman cüce, ‘Düşünmem gerekli,’ der ve düşüncelere dalardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir