Lev Nikolayeviç Tolstoy – Efendi ile Uşağı

1870’lerde bir kış mevsimi geçti anlatacağımız bu olay. Aziz Nikolay Yortusu’nun ertesi günüydü. Yortu köyün kilisesinde topluca kutlanmıştı, ama ikinci sınıf tüccar (*) Vasili Andreyiç Brehunov kiliseyi bir türlü bırakıp işlerinin başına dönemedi. Kilise yönetim başkanı olan tüccar, yortuyu daha sonra bir de evinde kutlayarak akraba ve tanıdıklarını ağırlamak zorundaydı. Ancak evinden son konuklar gider gitmez yol hazırlığına koyuldu. Komşu köyden bir toprak ağasının bir süre önce fiyatını kararlaştırdıkları korusunu almaya gidecekti. Kentli tüccarlar bu yağlı parçayı elinden kapmadan bitirmeliydi işini. Vasili Andreyiç koruya yedi bin ruble verdi diye toprak ağası fiyatı 10 bine yükseltmişti. Aslına bakılırsa yedi bin ruble korunun değerinin yarısıydı. Belki Vasili Andreyiç fiyatı on binden aşağı düşürebilirdi; çünkü koru, onun bulunduğu bucağın sınırları içindeydi ve ilçenin tüccarlarıyla aralarında varılan anlaşmaya göre, bir tüccar bir başkasının bucağında satılan malın fiyatını artıramazdı. Ne var ki, il merkezindeki kereste tüccarları göz dikmişti Goryaçkino köyü korusuna. Vasili Andreyiç onlardan önce davranıp toprak ağasıyla pazarlığı sonuca bağlamalıydı. İşte bu yüzden kutlamaların sona ermesiyle birlikte Vasili Andreyiç sandıktaki yedi yüz rublesini çıkardı, avans olarak vereceği üç bini fazlasıyla tamamlamak için buna kilisenin iki bin beş yüz rublesini ekledi. Özenle saydığı para destelerini cüzdanlarına yerleştirdikten sonra yol hazırlığına başladı. Kızağı koşma işi Nikita’ya kalmıştı, çünkü Vasili Andreyiç’in o gün sarhoş olmayan tek uşağıydı.


Onun sarhoş olmayışının nedeniyse, Büyük Perhiz’den bir gün önce gömleğini, çakşırını, meşin çizmesini satarak iyice kafayı çekmesi ve sonra bir daha içki içmeye tövbe etmesiydi. İki aydır ağzına içkinin damlasını koymamıştı zaval ıcık. Votkanın su gibi aktığı Aziz Nikolay yortusunun ilk iki gününde bile… Nikita yakın bir köyden, yaşamını daha çok şunun bunun yanında uşaklık yaparak geçirdiği için evsizbarksız sayılan, el i yaşlarında bir köylüydü. Çalışkanlığı, işe yatkınlığı, güçlü kuvvetli oluşu, en çok da uysal ığı yüzünden aranan bir işçiydi. Gelgelelim, yılda birkaç kez zil zurna kafayı çekerek nesi var, nesi yok sattığı için hiçbir yerde dikiş tutturamamıştı. Daha da kötüsü, azgın, çekilmez bir adam olurdu içtiği zamanlar. Vasili Andreyiç, onu evinden birkaç kez kovduğu halde, dürüstlüğü, evdeki hayvanlara özenle bakması, en çok da az ücretle çalışmasından ötürü yeniden yanına almıştı. Nikita’ya yılda, böyle bir ırgatın gerçek değeri olan seksen ruble değil, ancak yarısını öderdi. onu da hesap-kitap tutmadan, bölük pörçük, daha çok dükk‰nından pahalı pahalı mal vererek… Oysa Nikita, Marfa adında, becerikli bir kadınla evliydi. Güzel iğini geçmiş yıl arda bırakan Marfa, delikanlı yaşında bir oğlu ve iki küçük kızıyla evini çekip çeviriyordu. Kocasını eve almayışına gelince… Birinci neden, yirmi yıldır başka köyden bir fıçıcı ustasıyla yaşaması; ikincisiyse ayıkken Nikita’yı parmağında oynattığı halde, sarhoşluğunda ondan şeytandan korkar gibi korkmasıydı. Bir keresinde evde iyice kafayı çeken Nikita, ayık olduğu zamanki uysal ığının acısını çıkarmak istediğinden midir nedir, baltayı kaptığı gibi karısının çeyiz sandığına saldırmış; ne kadar cicili bicili giysisi, çamaşırı varsa hepsini dilim dilim doğramıştı. Nikita’nın ırgatlık ücreti karısına ödendiği halde onun buna hiç sesi çıkmazdı. İşte, yortudan iki gün önce Marfa gene Vasili Andreyiç’in dükk‰nına gelmiş, hepsi topu topu üç ruble tutan buğday unu, çay, şeker, küçük bir şişe votka ve beş ruble para almıştı. Vasili Andreyiç’ten en azından yirmi ruble daha alacakları olduğu halde, onun tüccara teşekkür edişini bir görmeliydiniz… – Ben sana “Karının her gelişinde şu kadar vereceğim” diye bir şey söyledim mi? derdi Vasili Andreyiç, Nikita’ya.

Bizde öyle “Sonra gel, al! Deftere yazdım! Sana şu kadar ceza kestim!” gibi şeyler yok. İstediği zaman gelip alsın. Biz dürüst adamız, kimsenin hakkını yemeyiz, bunu böyle bil! Sen bana hizmet ettiğin sürece ben de seni bırakmam, aslanım. Bunları söylerken Vasili Andreyiç, Nikita’ya babalık ettiğine iyice inanmış olmalıydı. Neden derseniz; Nikita gibi, tüccar Vasili Andreyiç’in verdiği parayla geçinen insanlar, saygılı davranışlarıyla, onun kendilerini aldattığını düşünmek şöyle dursun, nerdeyse onun yardımıyla ayakta durdukları inancını pekiştiriyorlardı adamda. Nikita da ona; – Dediklerinizi anlıyorum, Vasili Andreyiç, karşılığını verirdi. Herhalde size karşı hizmette kusur etmiyorum. Ancak öz babamın işine böyle canla başla koşardım. Oysa Vasili Andreyiç’in onu aldattığını adı gibi bilirdi. Ama ne yapsın zaval ı, tüccarla hesabını açık açık yapamayacak olduktan sonra verileni almaktan başka çıkar yol var mıydı? İşte böyle, Nikita, efendisinden kızağın koşulması buyruğunu alır almaz, her zamanki canıtezliğiyle samanlığın yolunu tuttu. Ne kadar da istekli koşuyordu işe! Kurşun gibi ağır, püskül ü koşum başlığını asılı durduğu yerden aldı, kantarmanın çıngıraklarını şıngırdatarak ahırın kapalı kapısına doğru yürüdü. Kızağa koşulacak at ayrı olarak bekliyordu burada. Sarı benekli, dolgun sağrılı, sülün gibi at selam verircesine hafifçe kişnedi onu görünce. Bu orta boylu, koyu doru tayın tek başına orada duruşu Nikita’ya pek dokundu. – Ne o, canın mı sıkıldı? dedi.

Seni kerata, dışarı çıksan da doya doya koştursan, öyle değil mi? Ama önce seni bir suvaralım bakalım… Nikita, dilini anlayan bir yaratıkla konuşurcasına konuşuyordu erkek tayla. Atın eyer vurula vurula ortası çukurlaşmış belinden, gürbüz omuzlarından tozu toprağı, gocuğunun eteğiyle şöyle bir silkeledi. Sonra başlığı hayvanın kafasına geçirip kulaklarını, perçemini kayıştan kurtardı; yularını eline alarak atı sulamaya götürdü. Ahırdaki diz boyu gübreden çıkar çıkmaz doru tay keyfe geldi, peşinden kuyuya doğru koşturan Nikita’ya vurmak istercesine, arka ayaklarıyla birkaç kez çifte attı. – Seni gidi seni, diye söylendi Nikita. Tekmelerinin kirli gocuğunun eteklerine değmesinden öteye bir şey yapamayacağını bildiği için, Nikita doru tayın bu oyunundan pek hoşlanırdı. Buz gibi sudan kana kana içen at derin bir soluk aldı, kıl ı dudaklarından yalağa duru damlalar düşerken düşünceli düşünceli durdu, sonra gürültüyle pofurdadı. – Tamam mı? dedi, Nikita. Daha fazla içmeyeceksen biz de bilelim. Ama sonra gene istemek yok ha!. Bunları ciddi ciddi söylerken doru tayın kendisini anlamasını istiyor gibiydi. Sonra kişnemesiyle avluyu çınlatan, durmadan çifte atan hayvanı çeke çeke ambara doğru götürdü. Avluda ondan başka ırgat yoktu. Yalnızca aşçı kadının kocası gelmişti bayramlaşmaya. Nikita onu görünce; – Hey, iki gözüm, dedi.

Git de tüccar efendiye sor bakalım, büyük kızağı mı istiyor, yoksa ufağını mı? Aşçının kocası yüksek taş temel üzerine yapılmış, sac damlı eve girdi; az sonra dışarı çıkarak Nikita’ya küçük kızağı koşmasını söyledi. Nikita bu sırada atın boynuna hamutu geçirmiş, kabara döşemeli eyeri vurmuş; bir elinde cicili bicili boyunduruğu, öteki elinde de tayın yularını tutarak kızakların bulunduğu ambara doğru yürüyordu. – İyi, ufağı olsun bakalım, dedi; akıl ı hayvanı kızağın okları arasına yanaştırdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir