İvan Sergeyeviç Turgenyev – Hikayeler 1-2-3

Turgenyev de, öbür büyük Rus yazarları gibi, çok taraflı bir sanat yaratıcılığı göstermiş, roman, küçük büyük hikâye, piyes yazmış, üstelik onlardan farklı olarak, şiir, nesir şiir yazmıştır. Bugün şiirleri üzerinde hemen hemen hiç durulmaz. Turgenyev denince akla Tolstoy’un, Dostoyevski’nin hemen yanı başında yer alan büyük romana, hikâyeci gelir. Ama onun her eserinde kendini duyuran romantik hatta lirik havayı, bu şiir, nesir şiir kaynağına bağlamak, sanat kişiliğinin kendine göreliğini açıklatmaya enikonu yardım etmektedir. Bugün şiirli üslûbunun, romantik tabiatının payını ayırdıktan sonra, Turgenyev’in sanatını, Rus romanında, hikâyesinde baş yeri alan gerçekçilik çevresi iğinde görüp incelemede güçlük çekmeyiz. Gerçi yazarın romantik tarafı, zamanında, haklı olarak yadırganmış, sanatçı kişiliğinin gereği gibi anlaşılmasına engel olmuştur. O zaman eserleri üzerinde birbirine aykırı hükümler verildiğini görüyoruz. Tenkitçi Çernişevski’ye göre, nesir şiirlerini göklere çıkarmak Turgenyev’in dehasına körü körüne hayranlık beslemekten ileri gelmektedir. Tıpkı Goethe’nin yazdığı en basit şeylere Almanların bayılmaları gibi. Ona göre bu nesir şiirlerin bir tanesi bile basılmaya değmez. Öbür yandan da Turgenyev’le arası hiç iyi olmayan Dostoyevski, onun romancı, hikâyeci değerini düşürmek için olacak ki, adını unuttuğunu söylediği birkaç şiirle, Üç Karşılaşma adlı büyük hikâyesinden başka ele alınacak bir eseri olmadığını ileri sürer. Şurasını hemen söyleyelim ki, tarafsız bir tenkit değerinden uzak olan bu hükümler arasında da romancının adı, şöhreti, memleket sınırlarını çoktan aşmıştı. Hele ölümünden sonra, Dostoyevski’nin başka bir dile çevrilince bir şey kalmaz dediği eserleri, hemen bütün medenî dillere, hem de tekrar tekrar çevrilmiştir. Bugün yalnız Bir Asilzade Yuvası, Rudin, Babalar ve Çocuklar, Bakir Toprak gibi romanları değil, Asia, Faust, İlk Aşk, Üç Karşılaşma gibi büyük hikâyeleri bile her yerde başlı başına değeri olan birer eser gibi okunmaktadır. Kendisi de asil bir aileden olan yazar, ta çocukluğundan beri gözü önünde canlı örnekler, kahramanlar bulmuş, içinde yaşadığı çevrenin bütün özelliklerini, kişilerini, kurumlarını, zamanındaki hürriyetçi fikirlerin ışığı altında incelemiş, çökmekte olan toprak köleliğinin gerçek tablolarını çizmiş, ama gene de eserlerine belirsiz, kararsız, romantik tabiatının damgasını vurmuştur.


Bütün hikâyelerinde yer alan temiz, ama umutsuz aşk konusu, daha çok büyük hikâyelerinde işlenmiştir. Faust’ta, Asia’da, İlk Aşk’ta gördüğümüz aşklar, hep o acı, beklenmedik bir sonla biten romantik, bir dereceye kadar da eflâtuni aşklardır, İlk Aşk’ta babasının rakipliği, üstünlüğü karşısında kırılan çocukluk aşkı, temelini gerçek hayattan aldığı gibi, hemen bütün hikâyelerinde çevresindeki olaylardan alınma çizgiler vardır. Zaten yazar, ele aldığı bütün kişilerin, olayların bir dereceye kadar yaşamış, yaşanmış olduğunu kendisi söyler. Faust’ta artık olgun, daha doğrusu kuvvetleri azalmaya yüz tutmuş bir adamın son aşkını okuyoruz. Turgenyev’in zaten umutsuz, kötümser, kararsız olan kahramanları, yaşlanınca ruh kuvvetlerini daha çok kaybederler, geçmiş günleri anıp avunmaya, eski hatıralara dalmaya, arada bir de karşılaştırmalar yapmaya başlarlar. Faust’un erkek kahramanı bir yerde şöyle der: “ İhtiyarlamakta olduğumun nasıl farkına vardım, bilir misin? Bak: ben şimdi neşeli duygularımı büyültmeye, kederli duygularıma ise hâkim olmaya çalışıyorum. Gençliğimde ise bunun tam tersine hareket ederdim. O zamanlar hüzünlü görünmeyi sever, neşeli coşkunluklardan utanırdım .” Gerçi Faust’taki aşk, büyütülmüş değil, uzun zaman gizlenmek istenilmiş, şüphe ile karşılanmış, ama sonunda çok eski bir gençlik ilgisi, yeni yeni tesirlerle beslenip gelişmiş, karşılıklı bir gönül bağlılığı halini almıştır. Şu var ki, bu aşk da öbür hikâyelerdeki aşklar gibi mesut bir birleşmeye varamayacak, evlilik bağının kutsallığı karşısında sinecek, acıklı bir şekilde sona erecektir. Turgenyev, hikâyesinin başına Goethe’in Faust’undan şu cümleyi almıştır “Feragat etmeli, feragat.” Hikâyenin sonu da bu başlangıca uygun düşmektedir. Denilebilir ki, yazarın eserlerinde, aşk, sadece yaşanır. Onun gerçekleşmesini, yani birleşmeyi önleyen sebepler üzerinde durulmaz bile. Sanki aşkın gerçekleşmemesi, acı ile ayrılıkla, ölümle sona ermesi önüne geçilmez bir alın yazısıdır.

Bu umutsuz kötümser görüşü, biraz da Turgenyev’in kendi hayatı ile, kendi tabiatı ile açıklamak mümkündür. Onun çocukluğu, çevresindeki zengin, şatafatlı hayata rağmen, hiç de sevinçli geçmemiştir. Zengin, asıl bir soydan gelen annesi, bütün aile halkını, hizmetçileri, köleleri, karşısında tir tir titreten, en küçük; bir suçu kıyasıya cezalandıran sert bir kadındı. Küçük Turgenyev, aile ocağı içinde birçok iç sızlatıcı ceza sahneleri görmüş, daha o zaman ruhunda kölelik hakkına karşı sonsuz bir tiksinme, bir düşmanlık duygusu belirmeye, kuvvetlenmeye başlamıştır. Aile çevresinde gördüklerini, işittiklerini birçok eserlerine serpiştirmiştir. Kendisi de annesinin sevgilisi olmakla beraber gene de ondan çekmediği kalmamıştır. Bir yerde: “Beni hemen her gün en küçük bir şey için döverlerdi” diyor. Turgenyev’in kötümser ruhunda, bir ara iyiden iyiye bağlanıp tesiri altında kaldığı Shopenhauer’ın da oldukça büyük bir payı vardır. Buna sınır dışında geçen sıkıntılı yılların verdiği ruh halini de katabiliriz. Böylece onun her hikâyesinde, ışıklı, güzel tabiat dekorlarıyla çevrili sessiz rahat görünen bir hayatı, sanki bile bile, başka türlüsü olamazmış gibi aksi tesadüflerle hiç değilse kederli hatıralarla acılaştırdığını, kahramanlarını sonsuz üzüntüler, içlenmelerle çoğu “ lüzumsuz adam” olarak çizdiğini görüyoruz. Gerek üslûp, teknik, gerekse vazgeçemediği konusu olan “aşk”ı anlaması, anlatması bakımından örnek sayılabilecek hikâyesi Asia üzerinde biraz duralım: Asia, 1857 de, yazarın bir komedya olan ilk eserini yazdığı tarihten on iki yıl sonra yazılmıştır. Üç Karşılaşma, Faust hikâyeleriyle Rudin romanı daha önceki yıllarda çıkmış, Bir Avcının Notları da daha önce başlanmış ve devam etmektedir. Gerçekten Turgenyev’in en önemli, en olgun çağında çıkan Asia’da bir dil ve üslûp titizliğiyle hem şekil, hem öz bakımından büyük bir ahenk göze çarpar. Birçok eserlerinde olduğu gibi burada da hikâyeyi anlatan erkek kahramandır. Böylece hem olaylardaki gerçeğe yakınlık duygusu, hem de yazarın her zaman gözettiği psikolojik hava, kolaylıkla sağlanmış oluyor.

Kahraman “çok eskiden geçmiş şeyler dediği bir gençlik hikâyesini anlatır. Hikâye Rein kıyısında, küçük, ücra bir Alman şehrinde geçer. Orada ülkesinden Gagin’le kız kardeşi Asia’ya rastlar. Daha ilk görüşte kız onun üzerinde tuhaf, büyüleyici bir tesir bırakır. Pek değişken bir karakteri vardır. Kahraman, bir gece bahçede kızın Gagin’e kendisinden başka kimseyi sevmediğini bildiren sözlerini işitince yıldırımla vurulmuşa döner. O zaman Asia’ya tutulduğunu anlar; kederinden birkaç gün dağlarda başıboş dolaşır. Ama dönüşte Gagin’den kızla baba bir kardeş olduğunu öğrenince şaşırır kalır. Asia da ona açılır, gündelik hayattan uzaklaşıp maceralı bir hayat sürmek için yanıp tutuştuğunu söyler, “Böyle yaşamaktansa öleyim daha iyi” der. Ama bir aşk, erkeğin yersiz bir dürüstlük anlayışı yüzünden ak gün göremez. İki kardeş, hiç habersiz Almanya’dan uzaklaşırlar. Âşık, şaşkına döner, peşlerine düşer, ama bir türlü onları, bulamaz. Turgenyev, bu hikâyesinde gene bir aşk macerası içinde o zamanki asil Rus aydınlarından birkaç meraka değer tipi inceler. Asia, hayatından hoşnut olmayan, hayaller peşinde koşan okumuş kız örneğidir; Puşkin’in Tatyana’sı gibi olmak ister, hürriyete, maceraya, toplum çalışmalarına can atar. Erkek kahramana gelince: Turgenyev’in birçok eserlerinde ölmezleştirdiği zayıf iradeli, temelsiz, “lüzumsuz” adamlardandır.

En candan duygularını bile anlatırken peşin hükümlerinin tesiri altında kalır, aşkından utanır, Rudin gibi başladığını bitirmek gücünü kendinde bulamaz. Gagin ise hem kabiliyet, hem çalışma yoksulu bir sanat meraklısıdır. Kendisini ciddi olarak işe verip boş hayatını değerlendiremez, bir türlü can sıkıntısından kurtulamaz. Asia’da eşsiz tabiat tasvirlerine rastlarız. Zaten, yazar, konusunu bir tabiat karşısında düşündüğünü bir yazısında şöyle anlatmaktadır: “… Yolculuğum sırasında Rein üzerinde, küçük bir şehirde durdum. Akşamleyin yapacak bir işim olmadığı için sandala binip biraz dolaşayım, dedim. Güzel mi güzel bir akşamdı. Hiçbir şey düşünmeden sandalın içine uzanmış, ılık havayı kokluyor, etrafa göz gezdiriyordum. Küçük bir harabenin yakınından geçiyoruz, yanında iki katlı bir evceğiz var. Alt katın penceresinden bir ihtiyar kadın bakıyor, üst katın penceresinden güzel bir kız başını uzatmış. Birdenbire kendimi bambaşka bir ruh hali içinde buldum. Daldım, uzun uzun düşünmeye başladım: bu genç kız kimdir, nasıl bir kızdır, niçin bu evde oturuyor, ihtiyar kadının nesi oluyor? Böylece hikâyenin konusu, daha sandalda iken kafamda canlandı. ”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir