Erich Maria Remarque – Tanrı’nın Gözdesi Yok

Clerfayt arabasını bir benzin istasyonunda durdurdu, kornaya bastı; istasyonun önündeki kar temizlenmişti. Kargalar telefon direklerinin çevresinde çirkin sesler çıkarıyorlardı, arka taraftaki küçük atölyeden çekiç sesleri geliyordu. Ses kesildi, on altı yaşlarında bir çocuk dışarı çıktı, kırmızı bir kazak giymişti, metal çerçeveli gözlüğü vardı. Clerfayt, “Depoyu doldur, ” dedi ve arabadan indi. “Süper mi? ” “Evet. Buralarda yiyecek bir şeyler bulabilir miyim? ” Çocuk parmağıyla yolun karşısını gösterdi. “Karşıda bir lokanta var. Günün yemeği Bern Tabağıydı. Zincir takayım mı? ” “Neden? ” “Yolun yukarısı buradan daha buzlu. ” “Bütün geçit öyle mi? ” “Geçitten geçemezsiniz. Dün yine kapandı. Böyle altı alçak bir spor arabayla oradan geçemezsiniz. ” “Öyle mi? ” dedi Clerfayt. “Beni meraklandırıyorsun. ” “Siz de beni, ” diye yanıt verdi çocuk.


Lokanta havasızdı, içeriye eski bira ve uzun süren kış mevsiminin kokusu sinmişti. Clerfayt tütsülenmiş sığır eti, ekmek, peynir ve bir şişe Aigle ısmarladı. Garson kıza yemeğini terasa getirmesini söyledi. Dışarıda hava çok soğuktu. Gökyüzü kızıl-mavi renkteydi. Çocuk “Külüstürü yıkayayım mı? ” diye seslendi karşıdan. “Epey kirlenmiş. ” “Hayır. Kelebek camını temizle o kadar. ” Gerçekten de araba uzun zamandır yıkanmamıştı. Aix’i geçtikten sonra başlayan sağanak St. Raphaël kumsalının kırmızı tozunu radyatör kapağıyla çamurluklarda batik desenlerine dönüştürmüştü; Fransa’dan geçerken yollardaki su birikintilerinden sıçrayan çamurla solladığı sayısız kamyonun arka lastiklerinden bulaşan pislik de bütün bunların üstüne tüy dikmişti. Ne diye buraya geldim ki? diye düşündü Clerfayt. Kayak mevsimi bitmek üzereydi. Ya merhamet? Merhamet iyi bir yol arkadaşı değildi; yola çıkmak içinse bundan daha kötü bir neden olamazdı.

Niye Münih’e gitmiyorum? Ya da Milano’ya? Ama Münih’te ne işim var? Ya da Milano’da? Ya da herhangi başka bir yerde? Yorgunum, diye düşündü. Yaşananlardan ve ayrılıklardan yorgun düşmüştü. Yoksa yalnızca karar vermekten mi yorgunum? Ama karar vermem gereken ne var ki? Şarabını bitirdi, lokantaya girdi. Garson kız tezgâhın arkasında bardak yıkıyordu. Kızın başının üstünde asılı duran doldurulmuş bir dağ keçisi kafası, donuk gözlerini karşı duvardaki Zürih Birası reklamına dikmişti. Clerfayt cebinden deri kaplı yassı bir şişe çıkardı. “Buna konyak doldurur musunuz? ” “Courvoisier mi, Rémy-Martin mi, Martell mi? ” “Martell. ” Garson kız konyağı bardak bardak ölçmeye başladı. İçeri bir kedi girdi, Clerfayt’ın bacaklarına sürtündü. Clerfayt iki paket sigarayla bir kutu kibrit aldı, hesabı ödedi. Kırmızı kazaklı çocuk hız göstergesini kastederek ’ ’Kilometre mi? ” diye sordu. “Hayır, mil. ” Çocuk bir ıslık çaldı. ’’Alpler’de ne işiniz var? Böyle bir arabayla otoyolda olmalıydınız. ” Clerfayt çocuğa baktı.

Parlayan gözlük camları, şiş bir burun, çilli bir yüz, yelken kulaklar; çocukluğun hüznü yerini yeniyetmeliğin getirdiği kusurlara bırakmıştı. “İnsan her zaman doğru olanı yapmaz evlat, ” dedi Clerfayt. “Hem de yaptığının yanlış olduğunu bile bile. Yaşamın çekiciliği de burada. Çaktın mı? ” Çocuk, “Hayır, ” dedi ve burnunu çekti. “Ama geçit boyunca imdat telefonları var. Yolda kalırsanız bizi aramanız yeterli. Gelir sizi alırız. İşte numara. ” “Boynunda şnaps şişesi taşıyan St. Bernhard köpekleriniz yok mu artık? “

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir