Ferzan Özpetek – İstanbul Kırmızısı

Hava sıcak. Uçakta yerime oturuyor, kemerimi bağlıyorum. Neden bu kadar sıcak ki? Uçağmiçi serin olmalı. Belki de bu kımıltısız ve ağır havayı dışarıdan getiren benim. Roma’da sıcak bir akşam yaşanıyordu ama İstanbul’un, beni serin bir esintiyle karşılayacağım biliyorum. Eski evimiz orada bekliyor. İçinde büyüdüğüm, on sekizime gelmeden terk ettiğim, ev denince ilk aklıma gelen o beyaz ve eski evimiz. Çocukluk evleri terk edilir mi? Asla. Artık var olmasalar, greyderlerle, buldozerlerle yı-kılsalar bile içimizde var olmayı sürdürürler. Aynen benim evim gibi. Gözlerimi kapatıyorum. Yorgunum. İstanbul’a dönmek için bunun gibi uçaklara kim bilir kaç kere bindim. Oysa bir zamanlar ufkum, içinde iki ıhlamur ağacı bulunan bahçeyle sınırlıydı; İstanbul’un baharıyla çiçeğe duran bu ıhlamurların kokusu denizden gelen esintiyle karışır ve insanın başını döndürürdü. Gözlerimi yumunca hâlâ duyabiliyorum o kokuyu.


Kalamış, o eski mahallem! Zamanda geri gidebilmek için bu ismi söylemem yetiyor. Bahçelerinde oynadığımız evlere; odamın penceresinden hâlâ denizin mavisinin görülebildiği güne kadar dönebiliyorum. İnsanın deniz manzaralı bir odası olması güzeldir; hele de su uzaktan ışıl ışıl parlıyorsa… Roma’daki evimde ne bahçe ne ıhlamur ağacı ne ufuk, yalnızca gazhaneler arasında bir terasım var. Tam bir şehir manzarası sunmasa da, Roma’ya ait her şey gibi onu da bütün yüreğimle seviyorum. Yine de kimi zaman çocukluk pencerem anstzm aklıma geliverir; Tokyo ya da New York’ta jet lag yüzünden gece yansı ansızın uyanı-verdiğimde, sadece gökdelenleri görebildiğim otel odasında gözümün önünde belirir. Pek yalanda var olmayacak o beyaz ev artık çok uzaklarda. Hafif bir hışırtı. Koşan bir çocuk. Yuvarlanan bir top. Mümkün mü bu? Şöyle bir dönüp bakıyorum. Kimse yok. Sadece pistte ilerleyen uçağın sesi duyuluyor. Sonra sessizlik ve neredeyse boş uçakta, kahve arabasını iten hostes. Gözlerimi kapatıyorum. Canım kahve çekmiyor, kimseyle konuşmak da istemiyorum, tek arzum bu sefer evde beni neyin beklediğini düşünmek.

Yeniden bir hışırtı, çok hafif bir esinti hissediyorum. O çocuk şimdi koridor boyunca hızla koşarken gülüyor. Topunu alıyor ve bana bakıyor: doğrudan gözlerimin içine, sanki ben kendime bakıyorum. Sanki doğrudan geçmişin derinliklerinden, doğrudan bahçeden, ağaçlardan, ıhlamurlardan bakar gibiyim. Çocuk yalnız değil. Yanında sarışın, ona ciddi ve sert bir hava veren gri tayyörüne rağmen tatlı, baygın bakışlı bir kadın var. Bir de, elindeki Venedik gondolünü çok değerli bir şeymiş gibi taşıyan şık bir adam. Gondolü tanıyorum, büfelerin birinde dururdu, şimdi kim bilir nerede… Bu, üfleme camdan yapılmış, yaldızlı, parlak gondolü yıllar boyunca sorguladım: Babam ortadan yok olmuştu ve bana seyahate, İtalya’ya gittiğini söylüyorlardı. Ben de onun uzakta, Venedik’te bir gondolla, evde dokunmama izin verilmeyen o biblonun bir benzeriyle gezdiğini düşünürdüm.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir