Haluk Keskin – Barikat

Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğüm zamanları hatırlıyorum. Oysa her şey ancak zifiri karanlıkta gözlerini kapatan bir korkağın paranoyaları kadar gerçekmiş. Mutlu olmayı nasıl beceriyordum? Neler geçiyordu aklımdan? O zamanlar aklımdan geçenleri, kurduğum hayalleri doğru dürüst hatırlamıyorum bile. Şimdi, soğuk bir İstanbul gecesinde Kadıköy’ün sokaklarında yürürken hastalığımın tanısını koymaya çalışıyorum. Kendimle baş başa kaldığım o kadar zamanın sonucu kendi duygularıma, düşüncelerime, hayatıma yabancılaşmak oluyor. Her şeyi defalarca düşünüp yorulunca düşünmeyi de bırakmalı insan. Çok fazla sigara içip, isten ve katrandan tiksinerek kendini zehirlemeyi bırakan insanlar var mesela. Daha mutlu insanlar onlar. Gözbebeklerim böyle umutsuz ve inandırıcı düşüncelerle kararırken, sıcak nefesim gecenin soğuk havasına karışıyor. Fikret ile buluşmak üzere sözleştiğimiz yere doğru, semtin çocuklarının daha kalabalık olduğu dolayısıyla kendilerini daha az yalnız hissettikleri sokakların içine sürüklüyorum ayaklarımı. Sözleştiğimiz vaktin gelmesini beklerken yavaş adımlarla geçiyorum sokakları. Beynime dört bir yandan düşünce parçaları saplanıyor. Bu düşünceleri not alabilseydim bir yerlere; mavi, karton kapaklı bir deftere mesela, aklımdaki o ağır kitabı yazabilirdim. Oysa ahmakça edilen sessiz isyanlar beni her an, yavaş yavaş içten çürütmeye devam ediyor. Kadınlarla bir aradayken konuşacağı lafları önceden prova ettiğini, etkileyici olmak için aynada mimiklerini çalıştığını söyleyen birini tanıyordum.


Yaşamak için makul bir motivasyonu vardı. Sonraları intihar ettiğini söylediler. İntiharını da prova etmiş midir? Tek başına, kafanın içinde yaşarken geride bıraktığın her şeyi yerli yerinde, bıraktığın gibi bulmayı umuyorsun. Daha kolay bir yaşam hayali bu. Oysa hayat kafanın içinde değil, sokaklarda, insanların arasında ilerliyor. Kendini sevmeyen birine özgüvenin erdemini anlatmak ya da aynaya bakmaktan hoşlanmayan birine süper kahraman kostümleri giydirmekte ne var? Hayal kırıklıklarını anlatırken kendine, bu işe bir çare bulmak lazım dedin, örgütlenmek lazım. Böyle tek başımıza duyuramayacağız sesimizi. Sokaklara çıkıp kol kola yürüsek, kaldırım taşlarını söküp kime atacağız? Hangi ülke, hangi şehir kabul eder bizi? Hangi bayrağı tutup kaldıracağız? Oturup konuşuruz yanlış hayatlarımızı dedin. Kırık düşlerin közünde demlenmiş birer sıcak çay geçer boğazımızdan, fena mı? Şekersizdi değil mi? Öyle tatsız, öyle koyu, öyle sıcak bir çaresizlik. Kafamı kaldırım griliğinden kaldırıp önünde durduğum sokağa bakıyorum. İnsanlar hiç durmadan hareket ediyorlar. Bense kendimi bildim bileli hep bir şeyleri, birilerini bekliyorum. İçeriye girip kafenin arka tarafındaki masalardan birine oturuyorum. Uzun süredir yanımda bir kitap olmadan çıkmıyorum evden. İnsanın kendisine ne kadar katlanmak zorunda kalacağı belli olmuyor.

Neyse ki böyle zor zamanlarda korunaklı bir yere kaçmak için hikayeler var. Çantadan kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Hikâye Kadıköy sokaklarında dolaşan yalnız bir adamı anlatıyor. Adam sevişiyor, ayrılıyor, yazıyor, unutuyor. Her şey bir içki masasında sakince sona eriyor. Kitabı bitirdikten kısa bir süre sonra Fikret gelip masaya oturuyor. Birer kahve söylüyoruz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir