Philip K. Dick – Gökteki Göz

Bevatronu’nun Proton Işın Saptırıcısı 1959 yılı Ekim ayının ikinci günü öğleden sonra saat dörtte yaratıcılarına ihanet etti. Bunu izleyen olaylar göz açıp kapayıncaya dek olup bitti. Artık yeterince saptırılmayan -ve dolayısıyla denetim dışı kalanaltı milyon volt gücündeki ışın demeti salonun tavanına doğru yükselirken, halka biçimindeki dev mıknatısa tepeden bakan bir gözlem taraçasını da kül ediverdi. O sırada taraçada sekiz kişi bulunmaktaydı: bir grup meraklı gezgin ve mihmandarları. Taraça ayaklarının altından yitince bu sekiz kişi Bevatron salonunun zeminine döküldüler ve manyetik alan boşaltılıp sert radyasyon kısmen nötralize edilinceye dek şoka girmiş durumda ve yaralı, öylece yattılar. Sekiz kişiden dördünün hastaneye kaldırılması gerekti. Yanıkları daha hafif olan iki kişi süresiz gözleme alındı. Kalan iki kişi ise muayene ve ilk tedavileri yapıldıktan sonra salıverildi. Olay San Francisco ve Oakland’daki yerel gazetelerde yer aldı. Kurbanların avukatları dava açma hazırlıklarına girişti. Bevatron’la ilgisi bulunan kimi görevliler WilcoxJones Saptırıcısı ve yaratıcıları ile birlikte ıskartaya alındı. Bir grup işçi fiziksel hasarı onarmaya başladı. Olay topu topu birkaç saniye sürmüştü. Hatalı saptırım saat 4.00’te başlamış ve olağanüstü şarj edilmiş proton ışın demeti mıknatısın dairesel iç salonunu tararken sekiz kişi saat 4.


02’de altmış ayak yükseklikten içine düşmüştü, ilk düşerek zemine çarpan, mihmandarlık görevlisi genç bir zenciydi. Son düşen ise yakınlardaki güdümlü bir füze fabrikasından gelen genç bir teknisyen olmuştu. Genç teknisyen taraçaya giderlerken arkadaşlarından kopmuş, hole geri dönmüş ve sigara için ceplerini karıştırmaya başlamıştı. Eğer eşini yakalayabilmek için ileri atılmış olmasaydı belki de diğerleriyle birlikte aşağı sürüklenmeyecekti. Beyninde kalan açık seçik son anısı da bu olmuştu: sigaralarının elinden düşüşü ve Marsha’nın çırpınarak kayıp giden ceket yenini yakalayabilmek için boşa atılışı… Bütün sabah boyunca Hamilton, füze araştırma laboratuvarlarında kalem açmak ve endişeyle terlemekten başka bir şey yapmaksızın oturmuştu. Çevresinde, personeli işlerinin peşinde koşuşturuyor, kurum işlemeye devam ediyordu. Öğleye doğru Marsha, Golden Gate parkındaki evcil ördekler gibi albenili giyinmiş olarak, güleç yüzü ve tüm tatlılığıyla ortaya çıktı. Her nasıl olduysa el koymayı becerdiği ve hem hi-fi düzeneğinden hem de kaliteli viski koleksiyonundan daha çok değer verdiği bu güzel kokulu ve pek pahalı küçük yaratık, onu kara kara düşündüren uyuşukluktan bir an için çıkarıverdi. “Sorun ne?” diye sordu Marsha, kısa bir süre için gri metal masanın kenarına eldivenli parmakları birbirine bastırılmış ve düzgün bacakları kıpır kıpır, huzursuzca tüneyerek. “Yemek için acele edelim ki oraya vaktinde varabilelim. Bugün saptırıcının, görmek istediğin o kısmın çalıştırılacağı ilk gün. Unuttun mu? Hazır mısın?” “Gaz odası için hazırım,” dedi Hamilton pervasızca. “O da benim için hazır.” Marsha’nın kahverengi gözleri irileşti; havası daha canlı, dramatik bir ton aldı. “Ne oluyor? Yine üzerinde konuşamayacağın kadar gizli şeyler mi? Sevgilim, bugün önemli bir şey olacağım bana söylememiştin.

Kahvaltı sırasında bir köpek yavrusu gibi dalgacı ve oyuncuydun.” “Kahvaltı sırasında bilmiyordum.” Hamilton kol saatini kasvetle inceleyerek ayağa kalktı. “Bari iyi bir yemek olsun; son yemeğimdir belki,” dedi; “Bu da yapacağım son gezinti,” diye ekledi. Ama yasak bölge bina ve tesislerinin ötesindeki yol üzerinde olan lokanta şöyle dursun, California Bakım Laboratuvarları’nın çıkış rampasına bile varamadılar. Üniformalı bir haberci düzgünce katlanmış beyaz bir kâğıt parçasını uzatarak onu durdurdu. “Bu sizin için, Mr. Hamilton. Albay T.E. Edwards size vermemi söyledi.” Hamilton eli titreyerek kâğıdı açtı. “Eh,” dedi eşine hafifçe, “işte geldi. Git salonda otur. Eğer bir saat içinde geri dönmemişsem eve git ve kendine etli kuru fasulye hazırla.

” “Ama” Umarsızca bir işaret yaptı Marsha. “Çok çok ciddi görünüyorsun. Ne olduğunu biliyor musun?” Ne olduğunu biliyordu. Eğilerek onun kırmızı, ıslak ve oldukça korkmuş dudaklarını öptü. Sonra, koridor boyunca habercinin peşi sıra uzun adımlarla hızlı hızlı yürüyerek kurumun Albay Edwards’in bürosunun da bulunduğu katındaki, yüksek rütbelilerin ciddi ifadelerle oturdukları konferans odalarına doğru ilerledi. Kendini bir koltuğa bırakırken çevresindeki orta yaşlı iş adamlarının donuk varlıkları bir dalga gibi yükselerek onu sarmaladı: puro dumanı, deodorant ve siyah ayakkabı boyasından oluşmuş bir karışım. Uzun, çelik konferans masası boyunca sürekli bir mırıltı gidip geliyordu. Masanın bir ucunda yaşlı T.E.’nin bizzat kendisi hatırı sayılır bir form ve rapor yığınının ardında sipere yatmıştı. Her oturanın, bir dereceye kadar, kâğıtlardan, açık bond çantalardan, kül tablalarından ve birer bardak ılık sudan oluşmuş, kendine ait koruyucu bir tepeciği vardı. Albay Edwards’in karşısında temel görevi füze fabrikasının çevresini kolaçan edip olası Rus ajanlarını enselemek olan güvenlik birimlerinin şefi Charley McFeyffe’ın güdük formu yer alıyordu. Albay T.E. Edwards gözlüklerinin üzerinden Hamilton’a sertçe göz atarak “Demek buradasın,” dedi.

“Bu pek uzun sürmeyecek, Jack. Toplantı gündeminin bir tek maddesi var; başka bir şey dinlemek zorunda değilsin.” Hamilton yanıt vermedi. Sıkıntıyla ve gergin bir ifade ile oturup bekledi. Edwards “Bu eşin hakkında,” diyerek parmağını ıslatıp bir raporun sayfalarını karıştırarak söze girdi. “Şimdi, anladığım kadarıyla Sutherland istifa ettiğinden beri araştırma laboratuvarlarının başında tam yetkiyle bulunuyorsun. Doğru mu? ” Hamilton başıyla onayladı. Masanın üzerine bıraktığı elleri kansız, çarpıcı beyaz bir renk almıştı. Sanki çoktan ölmüşmüş gibi çarpık bir düşünce geçti kafasından. Sanki yaşam ve gün ışığından koparılarak boynundan asılmıştı bile. Hormel’in jambonları mezbahanın karanlık dokunulmazlığında nasıl sallanıyorlarsa o da öyle asılmıştı. Karaciğer bozuğu elleriyle sayfaları karıştırırken, “Eşin fabrika için bir güvenlik riski olarak sınıflandırılmış,” diye ağır ağır gümbürdemeyi sürdürdü Edwards, “Rapor burada, elimde.” Çenesiyle fabrika polisinin sessiz yüzbaşısını işaret etti. “McFeyffe getirdi onu. Gönülsüzce, eğer eklemek gerekirse.

” “Hem de nasıl,” diye söze karıştı McFeyffe doğrudan Hamilton’a hitap ederek. Gri, katı gözleri özür diler gibiydi. Hamilton soğuk bir aldırmazlıkla yanıt verdi. “Sen, kuşkusuz,” diye sayıklamasını sürdürdü Edwards, “buradaki güvenlik yöntemlerini iyi biliyorsun. Biz özel girişimcileriz, ama müşterimiz devlettir. Füzelerimizi Sam Amca’dan başka kimse satın almaz. Dolayısıyla kendimize dikkat etmemiz gerekir. Buna dikkatini çekiyorum ki olayı kendi kendine çözümleyebilesin. Özünde bu senin sorunun. Bizim açımızdan önem taşıyan yönü ise senin araştırma laboratuvarlarımızın başında bulunman. Bu durum sorunu sınırlarımız içine sokuyor.” Sanki daha önce hiç görmemiş gibi Hamilton’a baktı. Halbuki on yıl önce, 1949 yılında Hamilton daha M.I.T.

’den yeni fırlamış genç, parlak, hevesli bir elektronik mühendisiyken onu işe alan kendisiydi. Hamilton iki elinin havale geçirircesine sıkılıp açılmalarını seyrederken, “Bu fabrikanın Marsha’ya yasaklandığı anlamına mı geliyor?” diye boğuk bir sesle sordu. “Hayır,” diye yanıtladı Edwards, “bu, durum değişene kadar, senin gizli belgelerden uzaklaştırıldığın anlamına geliyor. “Ama bu…” Hamilton kendi sesinin şaşkın bir sessizliğe doğru silindiğini duydu. “Bu ilgilendiğin bütün belgeler demektir.” Kimse yanıt vermedi. Oda dolusu şirket görevlisi çantalarının ve kâğıt tepeciklerinin ardında tahkim olmuş oturuyorlardı. Bir köşede havalandırma aygıtı tenekeden sesiyle inliyordu. Hamilton aniden yüksek ve çok net bir sesle “Lanet olsun!” diye haykırdı. Birkaç gölge şaşkınlıkla zıpladı. Edwards’ in kendisi de ona meraklı bir yan bakış fırlattı. Charley McFeyffe bir sigara yakarak incelen saçlarını yorgun eliyle sinirli sinirli taradı. Sade kahverengi üniformasının içinde göbekli bir karayolu polisini andırıyordu. “Ona suçlamaları oku,” dedi McFeyffe. “Ona kendini savunması için bir şans ver, T.

E. Onun da hakları var.” Bir an için Albay Edwards önündeki güvenlik raporunun yoğun içeriğiyle mücadele etti. Sonra, yüzü duyduğu şiddetli öfkeyle karararak, bütün dosyayı McFeyffe’a doğru itti. Sorumluluğu üzerinden atarak, “Senin bölümün topladı bunları,” diye homurdandı. “Ona sen anlat.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir