Roger Zelazny – Amber Yıllıkları #6 – Kıyametin Koz Kartları

Birinin sizi öldürmeye çalışmasını beklemek kadar feci bir şey yoktur. Ama bugün Nisan’ın 30’uydu ve elbette, her zamanki gibi olacaktı. Anlamak zamanımı almıştı, ama şimdi en azından ne zaman geldiğini biliyordum. Geçmişte, bu konuda herhangi bir şey yapamayacak kadar meşguldüm. Ama artık işim bitmişti. Buralarda yalnızca bunun için oyalanmıştım. Gitmeden önce bu işi halletmem gerektiğini hissediyordum. Yataktan çıktım, tuvalete gittim, duş aldım, dişlerimi fırçaladım, vesaire. Yine sakal bırakmıştım, bu yüzden tıraş olmam gerekmiyordu. Üç yıl önce bir baş ağrısı ve bir önsezi ile uyandığım, pencereleri açtığım ve mutfağa gidip tüm gaz ocaklarının açıldığını ve üzerinde ateş olmadığını gördüğüm zamanki gibi tuhaf kuruntularla dolu değildim. Hayır. İki yıl önce diğer apartman dairesinde şafaktan önce uyanıp hafif bir duman kokusundan evimde yangın çıktığını öğrendiğim zamanki gibi de değildi. Yine de, ampullerin patlayıcı bir şey ile dolu olması ihtimaline karşı lambaların altında durmaktan kaçındım ve düğmelere yakından değil uzaktan bastım. Bu eylemleri uygunsuz bir şey takip etmedi. Genelde kahve makinesini önceki gece, otomatik zamanlayıcı ile hazırlayıp bırakırdım.


Ama bu sabah görüş alanımdan uzak hazırlanmış kahve istemiyordum. Makineyi çalıştırdım ve süzülmesini beklerken paketlerimi kontrol ettim. Bu yerde değer verdiğim her şey iki orta boy sandığa yerleştirilmişti. Giysiler, kitaplar, resimler, bazı enstrümanlar, birkaç andaç, vesaire. Sandıkları kapattım. Birtakım elbise, bir sweatshirt, iyi bir roman ve bir koçan seyahat çeki sırt çantama gitti. Anahtarımı çıkarken apartman yöneticisine bırakacaktım, böylece yeni taşınanları içeri alabilecekti. Sandıklar depoya gidecekti. Bu sabah bana koşu yoktu. Pencereden pencereye yürüyerek ve her birinin yanında durup aşağıdaki sokağı ve karşıdaki binaları (geçen sene birisi tüfekle beni vurmaya çalışmıştı) inceleyerek kahvemi yudumlarken, yedi yıl önce bunun olduğu ilk seferi düşündüm. Güzel bir bahar akşamı sokakta yürürken bir kamyon direksiyon kırmış, kaldırıma fırlamış, neredeyse beni tuğla duvara yapıştırmıştı. Bir dalış yapıp kamyonun yolundan yuvarlanmayı başarmıştım. Sürücü bilincini hiç kazanamamıştı. Bunun zaman zaman hepimizin başına gelen o tuhaf olaylardan olduğunu düşünmüştüm. Ama ertesi yıl aynı gün, hanım arkadaşımın evinden evime yürürken üç adam saldırmıştı.

Biri bıçakla, diğeri boru parçalarıyla. Cüzdanımı isteme nezaketini bile göstermemişlerdi. Kalıntıları yakındaki bir plak dükkanının kapısına bırakmıştım ve eve giderken bu konuyu düşünsem de ertesi güne kadar o günün kamyon kazasının yıldönümü olduğu aklıma gelmemişti. O zaman bile, olayı tuhaf bir tesadüf saydım ve unuttum. Ertesi yıl oturduğum başka bir apartman dairesinin yarısını yok eden bombalı paket yüzünden gerçekliğin istatistiki doğasının o sezon benim çevremde biraz zorlanıp zorlanmadığını merak etmeye başladım. Birisi yılda bir kez beni öldürmeye çalışmaktan keyif alıyordu, bu kadar basitti. Teşebbüsü başarısız olunca bir sene ara veriyor, sonra yine deniyordu. Sanki bir oyundu bu. Ama bu yıl ben de oynamak istiyordum. Asıl endişem, adam, kadın ya da nesnenin, olay anında asla orada olmaması, gizlilik, araçlar ya da aracılar kullanmayı tercih etmesiydi. Bu kişiye S diyeceğim (bu harf benim kişisel kozmolojimde bazen “sinsi”, bazen de “sümükkafa” anlamına gelir), çünkü X harfi fazla kullanılmıştır ve çünkü tartışmaya açık kaynakları olan zamirlerle uğraşmaktan hoşlanmam. Kahve fincanımı ve sürahiyi yıkadım, rafa koydum. Sonra çantamı aldım ve oradan ayrıldım. Bay Mulligan yerinde yoktu ya da uyuyordu, bu yüzden anahtarımı posta kutusuna atıp yakındaki lokantada kahvaltı etmek için sokağa çıktım. Trafik azdı ve tüm araçlar iyi huyluydu.

Yavaş yavaş, dinleyerek, bakarak yürüdüm. Hoş bir sabahtı, güzel bir gün vaat ediyordu. İşleri çabuk halletmeyi umuyordum, böylece günün tadını çıkarabilecektim. Lokantaya rahatsız edilmeden ulaştım. Pencerenin yanında bir masaya oturdum. Tam garson siparişimi almaya geldiğinde tanıdık birinin sokakta yürümekte olduğunu gördüm -eski bir sınıf arkadaşım ve daha sonra iş arkadaşım- Lucas Raynard, bir seksen boyunda, kızıl saçlı, sanatkarca kırılmış burnuna rağmen ya da belki bu yüzden yakışıklı, sesi ve tavırları mesleğine, yani satıcılığa uygun. Pencereye vurdum, beni gördü, el salladı, döndü ve içeri girdi. “Merle, haklıymışım,” dedi masaya gelince. Omzumu kısaca kavradı, karşıma oturdu ve menüyü elimden aldı. “Seni evinde bulamadım ve burada olabileceğini tahmin ettim.” Gözlerini indirdi ve menüyü okumaya başladı. “Neden?” diye sordum. “Eğer biraz daha düşünmek istiyorsanız daha sonra geleyim,” dedi garson. “Hayır,” diye yanıtladı Luke ve muazzam bir sipariş verdi. Ben de kendiminkini ekledim.

Sonra: “Çünkü alışkanlıklarına bağlı birisin.” “Alışkanlık mı?” diye yanıt verdim. “Artık burada neredeyse hiç yemiyorum.” “Biliyorum,” diye yanıt verdi, “ama üzerinde baskı varken genellikle buraya gelirdin. Örneğin, sınavlardan önce ya da seni rahatsız eden bir şey varsa.” “Hm,” dedim. Daha önce fark etmemiştim, ama böyle bir şey vardı gerçekten. Üzerine tekboynuz resmi basılmış kültablasını çevirdim, kapının yanında perde görevi yapan vitraylı camda resmin daha büyük bir kopyası vardı. “Neden bilmiyorum,” dedim sonunda. “Dahası, beni rahatsız eden bir şey olduğunu nereden çıkarıyorsun?” “Birkaç kaza yüzünden 30 Nisan hakkında paranoyak olmuştun.” “Birkaçtan daha fazla. Sana hepsinden bahsetmedim.” “Demek hâlâ inanıyorsun.” “Evet.” Omuzlarını silkti.

Garson geldi ve kahve fincanlarımızı doldurdu. “Tamam,” dedi sonunda. “Bugün oldu mu?” “Hayır.” “Çok kötü. Umarım düşüncelerini köreltmez.” Bir yudum kahve aldım. “Sorun değil,” dedim. “Güzel.” İçini çekti ve gerindi. “Dinle, şehre daha dün geldim…” “İyi bir gezi miydi?” “Yeni bir satış rekoru kırdım.” “Harika.” “Her neyse… Otele gittiğimde senin ayrıldığını öğrendim.” “Evet. Yaklaşık bir ay önce istifa ettim.” “Miller sana ulaşmaya çalışıyor.

Ama telefonun kapandığından arayamıyor. Birkaç kez uğramış bile, ama sen dışarıdaymışsın.” “Çok kötü.” “Geri dönmeni istiyor.” “Orada işim bitti.” “Teklifini duyana kadar bekle, olmaz mı? Brady yukarıya şutlanıyor ve sen Tasarım’ın yeni yöneticisi oluyorsun. Üstelik yüzde yirmi zam alıyorsun. Sana bunu söylememi istedi.” Hafifçe güldüm. ” Aslında kulağa o kadar kötü gelmiyor. Ama dediğim gibi, orada işim bitti.” “Ah!” Bana kurnaz kurnaz gülümserken gözleri parladı. “Başka bir yerde seni bekleyen bir şey var. O da merak ediyordu. Tamam, eğer durum buysa diğer adamın teklifini ona götürmeni istedi.

Üstüne çıkmak için elinden geleni yapacak.” Başımı iki yana salladım. “Sanırım anlatamadım,” dedim. “Bitti. Nokta. Geri dönmek istemiyorum. Ve başkası için de çalışmayacağım. Bu tür şeyleri bıraktım. Bilgisayarlardan bıktım.” “Ama gerçekten iyisin. Söylesene, ders mi vereceksin?” “Hayır.” “Pekala, lanet olsun! Bir şeyler yapman gerek. Bir yerden para mı buldun?” “Hayır. Sanırım biraz yolculuk edeceğim. Bir yerde çok fazla kaldım.

” Kahve fincanını kaldırdı ve bitirdi. Sonra arkasına yaslandı, ellerini göbeğinde kavuşturdu ve göz kapaklarını hafifçe indirdi. Bir süre sessiz kaldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir