Sadık Yemni – Zaman Tozları

Buzul Dünya’nın TekinsizX Atmosferi Sevgili Buzul Dünya okurları, Kendimi bildim bileli TekinsizX öykülerin, filmlerin ve hatta anıların tiryakisi oldum. Merak, araştırma, heyecan ve korku bağımlısıyım. Damarlarımda kanımın; içi siyah köpüklü korku zerrecikleriyle kıvıl kıvıl fokurdamasından zevk duyanlar taifesindenim. Terim üretmeyi seviyorum. Damarlarımızdaki korku zerrecikleri için ‘korkulobin’ terimini uydurdum örneğin. Böyle bir makale de yazdım sonradan. 2007’de Atlantik yakınlarındaki bir radyoda program yaparken konu başlığı oldu. Tekinsiz bildiğiniz gibi Đngilizce ‘haunted’ anlamına geliyor. Paranormal, metafizik alan etkinlikleri manasına. Bizim taraflarda daha çok cin ve hortlak işleri gibi algılanır malum. Bu alanı tarayan, ama sadece o olmayan tür ise çok yaygındır. Polisiye, bilimkurgu, fantastik, korku, paranormal ve dram karışımı türde yapılmış gerilim filmleri, dizileri bayağı yaygındır. The X Files, The Outer Limits, Twilight Zone, 4400, Ray Bradbury öyküleri dizisi, Lost, Fringe ve benzerleri gibi. Benim TekinsizX terimim bu türü tek bir adla ifade etme çabamdan doğdu. Zaman Tozları TekinsizX vakalar hafiyesi Osman Demir bir süre Almanya’da bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmış bir bilim insanıdır.


Şu sıralar Đstanbul Anadolu Yakası’nda, Feneryolu civarında ikamet etmektedir. TekinsizX alanına özel bir ilgisi ve yeteneği vardır. Bir uzmanlık durumu söz konusudur yani. Osman Bey bu vakaları sabık bir hacker olan yazılım gurusu Terra Fuat ve hem ilahiyat hem de fizik okumuş Keten Hoca’nın yardımıyla çözer. Zaman zaman emniyetin de bu üçlüye yardım için başvurduğu olmaktadır. Zaman Tozları kendi türünde sanal ortamda yayınlanan ilk derli toplu romanımız oluyor sanırım. Osman Bey’in serüvenlerini 2006 yılında önce televizyon dizisi olarak tasarladım ve senaryo şeklinde yazdım. Şu anda elimde henüz film alanına ayak basmamış dört senaryo var. Zaman Tozları senaryodan metne uyarladığım ilk roman. Zaman elverdikçe diğerleri de bu formata arzı endam edecek. Buzul Dünya yeni doğmuş, çok genç bir serüven kanalı. Ozancan ve Gökcan’ın sıcak nefes üfledikleri bir ilham mekânı olarak umarım uzun ömürlü olacaktır. Genç kurucular olan Canlar’a, katılımcı yazarlara ve çizerlere sofistike bir gayretkeşslik mertebesi ve enginlere sığmaz esin genleşmeleri diliyorum. Metin kendinde bir gariplik saptayabilmek için aynadaki aksini uzun uzun süzdü. Günlerden pazardı.

Pazartesi ile Perşembe günleri arasında komada yatmış biri için çok yanlış bir görünümü vardı. Yüzü yeterince soluk, gözlerinin altı mor değildi. Yürürken topallamıyordu. Hiçbir yeri ağrımıyordu. Karnı acıkmak üzereydi. Zihninde; Kadıköy’de her zaman gittiği yerde yiyeceği bir sandviç hayali beslemekteydi. Ölümden kıl payıyla dönmüşlük bu kadar ucuz bir şey miydi? “Anne, baba, ben çıkıyorum.” Annesi babası misafir uğurlar gibi hole gelmişlerdi. Babası eşofmanlıydı. Az sonra yürüyüşe çıkacaktı. Bakışları, az önce kendinin de yaptığı gibi, iyi görünümünün ardına geçmek istiyordu. Geçen pazartesi günü dört arkadaşıyla sağanak yağmur sonrasında bir su birikintisinden geçerlerken, kopup suya düşmüş elektrik kablosunun kurbanı olmuşlardı. Dört kişilik masa tenisi grubundan bir tek o sağ kalmıştı. Gazetelerin birinci sayfasına çıkmışlardı. “Çok geç kalma e mi?” Metin gözleri tıpatıp kendine benzeyen kadına sevgiyle baktı.

“Merak etme. Akşam yemeğine evdeyim.” “Đyi. Dikkatli ol.” “Merak etmeyin. Bu defa dikkat edeceğim. Suların içinden geçmek falan yok. Çişin üstünden atlarken de estağfurullah diyeceğim. Dedem öyle tembih ederdi ya ben küçükken.” Annesi ve babası sessiz kalınca Metin kapıyı araladı ve geriye bakarak, “Hoşça kalın,” dedi. “Güle güle oğlum.” Merdivenleri inerek sokağa çıktı. Kapıda durumu bilen bir kimseyle karşılaşmadığı için memnun, hızlı adımlarla ana caddeye doğru yürüdü. Geçmiş olsuna gelen misafir, akraba ve arkadaşlarına ne olup bittiğini anlatmaktan gına gelmişti. Az sonra Kadıköy’de gezinirken, iki-üç gündür hafiften hissettiği bir yanı güçlendi.

Dışarıda, ‘insanları, eşyayı, gökyüzünü her şeyi yeni bir gözle görüyorum’ duygusu abandı üzerine. Buna ilişik, sanki komadayken bildiği ama şimdi unuttuğu bir şey daha vardı. Bir hat. Farkındalık hattı eklemlenmişti hayatına. Birden oradan koptu ve son üç gündür en çok düşündüğü şeylere geçti. Aklına Ferhat, Ali ve Semih gelince gözleri doldu. ‘On Yedi Yaşında Biten Dört Hayat’ yazmıştı gazetenin biri. Hayatlardan biri devam etmişti sonradan. 7 Sadık Yemni Arkadaşlarını bir daha göremeyeceğini düşünmek suçluluk duygusunu depreştirmişti yeniden. Allah’tan Semih hariç ikisi çok yeni arkadaşıydı ve ailelerini tanımıyordu. Her dakika yaptığı yeniden kurgulamaya daldı. Dört arkadaş o su birikintili sokaktan değil, diğerinden geçiyorlar ve az sonra buluşup masa tenisi oynuyorlar. Hepsi de geçen pazartesi gecesi aynı rüyayı görmüşler falan. O filmlerde olduğu gibi… Ani bir dürtüyle pazartesi öğleden sonra masa tenisi oynadığı yere yönelmek isterken, diğer hat kendine acıma ve sahte suçluluk duygusu üreten jeneratörün düğmesini kapatıverdi. “Şimdi.

Đçeri gir.” Metin kulağında çınlayan ses nedeniyle hiç irkilmediğine şaşamayacak haldeydi. Uysalca etrafına bakındı. Anahtar adlı bir internet kafenin önünden geçmekteydi. “6 numaralı bilgisayar. Haydi. Gir içeri. Enter’a basman yeterli.” Sesin sahibini sorgulayan yanı Andromeda gökadası kadar uzaktı sanki. ‘Koma sırasında tanıştığın ses’ demekteydi iç kayıtlar. Đnternet kafe yarı yarıya doluydu. Girişte altı bilgisayar daire şeklinde yerleştirilmişti. Kalan kısım tek sıra bilgisayarlarla devam ediyordu. Bunun için mi buraya anahtar ismini vermişlerdi acaba? Metin yaltaklanan ses tonundan telefonda henüz yatmadığı bir kızla konuştuğunu tahmin ettiği yirmi beş yaşlarındaki delikanlıya 6 numaralı bilgisayarı işaret etti. Kıvırcık siyah saçlı adam başıyla tamam işareti verince gidip makinenin önüne oturdu.

Sol yanı boştu. Sağında uzun boylu, lacivert cin pantolonlu kısacık saçlı kumral bir kız oturmaktaydı. Kafasında 8 Zaman Tozları kulaklıkla fısıltı halinde konuşmaktaydı. Ciddi bir konu olmalıydı. Bu dünyadan kopup gitmişti sanki. ENTER tuşuna basınca; internet kafenin tarifesi, logosu ve iki reklam fotoğrafı yok oluverdi. Ekranın karalığı normal değildi. Üç boyutlu diyeceği geliyordu. Etrafına bakındı. Đdareci, telefonda konuşmaya devam etmekteydi. Kimsenin kendine dikkat yapıştırdığı yoktu. O bakarken içeri girip girmemek için tereddüt eden, kısa boylu öğrenci tipli genç, fikrini değiştirmişti. “3’e kadar say ve avucunu ekranın tam ortasına koy.” Metin hipnozda gibi, her şeyi boş vererek denileni yaptı. Ekran avucunun ortasını ittirmeye başladığında uzaktaki Metin küçük bir çığlık koyuverdi.

Olay yeri sessizdi ama. “Onu al ve çok doğal bir hareketle cebine koy.” Metin golf topu büyüklüğündeki tırtıllı beyaz topçuğa saatlerce bakmak istiyordu. Bu duygusunu güçlükle yenerek nesneyi montunun sağ cebine koydu. “Hemen çıkma. Birkaç site ziyareti falan yap.” Metin saniyelerdir tuttuğu nefesini koyuvererek etrafına bakındı. Asayiş berkemaldı. Herkes kendi işine dalmış durumdaydı. Dışarıdan cebine dokundu. Küresel sertliği hissedince, içini bir sevinç kapladı. Delirmemişti. O topçuk gerçekti. Đçi içine sığmayarak birkaç siteye girdi. On-on beş dakika sonra 1 TL ödeyerek dışarıya çıktı.

Đdareci hâlâ o kızla konuşmaya devam etmekteydi. Sesinde belli belirsiz bir yalvarma tınısı belirmişti. Metin henüz kadınları iyi tanımıyordu, ama adama pek şans vermemekteydi. 9 Sadık Yemni *** “Merhaba. Su içmeye kalkmıştım. Işığın yanıyordu. Bir bakayım dedim.” Gece yarısını biraz geçmekteydi. Metin beyaz topçuğu masanın üzerine koymuş, büyüteçle incelemekteydi. Üzerinde minik ve sarı bir düğme vardı. Bu düğmeye defalarca basmıştı haliyle. Eğer ekranın yüzeyinde belirdiğini gözleriyle görmeseydi çoktan çöpe atardı, ama bu kadar olağanüstü bir nesne ona boşuna verilmiş olamazdı. “O da ne öyle?” “Bu mu? Top.” “Ne topu öyle?” Tam topu adama uzatacağı sırada, iç ses kulaklarında çınladı. “1,2,3… Zaman tozları saçmaya başlıyoruz! Düğmeye bas.

” Metin topçuğun düğmesine basınca, babasının topçuğu almak için uzattığı eli havada dondu. Ağzı da bir şey söylemek için aralandığı şekilde kalmıştı. “Topu cebine koy çabuk.” Metin söyleneni yapmak için harekete geçerken korkuyla adama bakmaktaydı. “Baba… baba iyi misin?” “Topu sakla önce. Babanın bir şeyi yok.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir