Paul Ricoeur – Zaman ve Anlatı 1; Zaman Olay örgüsü Üçlü Mimesis

La Metaplıore vive (Canlı Eğretileme) ile Temps et recit (Zaman ve Anlatı) ikiz yapıtlardır: Art arda yayımlanmış bu iki yapıt birlikte tasarlanmıştır. Her ne kadar eğretileme [metafor] geleneksel olarak “değişmeceler” (ya da söz sanatları) kuramına, anlatı ise yazınsal “türler” kuramına bağlansa da, her ikisinin ürettiği anlam etkileri merkezde yer alan aynı anlamsal yenilik[buluş] olgusundan kaynaklanır. Her iki durumda da, anlamsal yenilik söylem düzeyinde, yani tümceye eşit ya da tümceden büyük uzunluktaki dil edimleri düzeyinde gerçekleşir. Eğretilemedeki yenilik, belirgin-olmayan [ayırıcı-olmayan] bir niteleme yoluyla yeni bir anlamsal belirginlik [ayırıcılık] üretmeye dayanır: “Tabiat öyle bir mabettir ki orada canlı sütunlar … ” [“La nature est un temple ait de vivants piliers … “]* dizesi buna bir örnektir. Yeni anlamsal belirginlik içinden ve bir bakıma bunun anlamsal derinliği içinden geçerken, sözcüklerin alışılmış kullanımlarında direnmelerini ve dolayısıyla tümcenin harfiyen yorumlanması düzeyinde gösterdikleri bağdaşmazlığı [uyumsuzluğu] da algıladığımız sürece eğretileme canlı kalır. Sözcüklerin eğretilemeli sözce** içinde uğradıkları anlam kayması -eski retorik de eğretilemeyi buna indirgiyordu-eğretilemenin bütününü oluşturmaz. Anlam kayması, bütün tümce düzeyindeki sürece [oluşa] yardımcı olan bir araçtır yalnızca; işlevi de yeni belirginliği “tuhaf” nitelikli yüklemleme [yüklemle donatma] eyleminden kurtarmaktır: Çünkü bu tür bir yüklemleme, yapılmış nitelemenin harfiyen yapılacak yorumundan kaynaklanacak bağdaşmazlığın tehdidi altındadır. Anlatıdaki anlamsal yenilik ise, kendisi bir bireşim ürünü olan olayörgüsünün yaratılmasına dayanır: Olayörgüsünün etkisiyle, amaçlar, nedenler, rastlantılar bütün ve eksiksiz bir eylemin zamansal birliği içinde biraraya getirilmiş olur. İşte anlatıyı eğretilemeye yaklaştıran da bu ayrışıklarm bireşimi olgusudur. Her iki durumda, yani eğretilemede ve anlatıda, yeni-olan (henüz söylenmemiş-olan, dile getirilmemiş-olan) dil içinde beliriverir: Bir yanda canlı eğretileme, yani yiiklenıleme içinde ortaya çıkan yeni bir belirginlik; öte yandaysa yapma bir olayörgüsü, yani olayların düzenlenişi içinde ortaya çıkan yeni bir bağdaşırlık [uygunluk]. Yine her iki durumda da, anlamsal yenilik üretici hayalgücüne, daha kesin olarak da hayalgücünün anlamlandırıo kalıbı olan şematizme bağlanabilir. Yeni eğretilemelerde, yeni bir anlamsal belirginliğin doğuşu, kurallara göre üreten bir hayalgücünün ne olabileceğini çok güzel gösterir: “İyi eğretilemeler yapmak, benzer-olanı görmek demektir” diyordu Aristoteles. Peki ama, benzer-olanı görmek demek, önce birbirinden “uzak” olup da sonra birdenbire “yakın” gibi görünen öğeleri biraraya getirerek benzerliğin kendisini gerçekleştirmekten başka ne olabilir ki? İşte mantıksal uzamdaki bu mesafe değişikliği de üretici hayalgücünün ürünüdür. Üretici hayalgücü, bireştirme [sentez] işlemini şematize etmek demektir, yüklemsel benzetme yapma işlemini canlandırmak demektir: Anlamsal yenilik de buradan doğar. Demek ki eğretileme süreci içinde çalışma halinde olan üretici hayalgücü, yüklemsel benzetme yoluyla yeni mantıksal türler üretme yeteneğidir; bunu da dilin alışılmış kategorileştirmelerindeki direnişe rağmen yerine getirir.


Bir anlatıdaki olayörgüsü de bu yüklemsel benzetmeyle karşılaştırılabilir. Gerçekten de olayörgüsü çok sayıdaki ve dağınık olayları “birlikte kavrayarak” bütün ve eksiksiz bir öykünün içine katar ve böylece bir bütün olarak ele alınan anlatıya bağlı kavranabilir anlamı şematize etmiş olur. Son olarak, her iki durumda da, şematize etme yoluyla gün ışığına çıkarılan kavranabilirlik olgusu, eğretileme söz konusu Önsöz 17 olduğunda, yapısal anlambilimin ortaya attığı birleştirici ussallıktan ayrılır; anlatı durumu söz konusu olduğunda da, anlatıbilimin ya da bilimsel tarihyazımının kullandığı kural koyucu ussallıktan ayrılır. Bu ussallık şematizm içinde kök salmış bir kavrayış gücüne öykünmeyi amaçlar daha çok. Sonuç olarak, ister eğretileme, ister olayörgüsü söz konusu olsun, daha fazla açıklamak demek, daha iyi anlamak demektir. Anlamak, birinci durum söz konusu olduğunda, devingenliği [dinamizmi] yeniden yakalamak demektir: Bu devingenlik gereği olarak da eğretilemeli bir sözce, yani yeni bir anlamsal belirginlik, tümcenin harfiyen okunması sırasında ortaya çıkan anlamsal belirginliğin kalıntılarından fışkırır. Anlamak, ikinci durum söz konusu olduğundaysa, tam ve eksiksiz bir eylem içinde, koşullar, amaçlar ile araçlar, girişimler ile etkileşimler, baht dönüşleri ve insan eyleminden doğan istenmedik sonuçlardan oluşmuş çeşitli öğeleri biraraya getiren işlemi yeniden yakalamak demektir. Buradaki epistemolojik sorun, ister eğretileme yoluyla, ister anlatı yoluyla ortaya konmuş olsun, göstergebilim ile dilbilim gibi bilim dalları tarafından gerçekleştirilmiş açıklamayı şiirsel [yazınsal] ya da anlatısal dil pratiğiyle edinilmiş alışkanlıktan kaynaklanan ön-anlamaya [ön-kavrayışa] bağlamaktır büyük ölçüde. Her iki durumda da, hem usa dayalı bu bilim dallarının özerkliğini, hem de söz konusu bilim dallarının dolaysız ya da dolaylı, yakın ya da uzak ilişkisini şiirsel [yazınsal] kavrayış gücünden hareket ederek göstermek söz konusudur. Eğretileme ile anlatı arasındaki koşutluk daha da ileri gider: Canlı eğretilemenin incelenmesi, bizim, yapı ya da anlam sorununun ötesinde, hakikate iletme [gönderme] sorununu ya da hakiki olmayı iddia etme sorununu ortaya atmamıza yol açtı. La Metaplıore vive adlı kitabımda şu tezi savunmuştum: Dilin yazınsal [ya da şiirsel] işlevi, betimlemeli dilde ağırlığını duyuran göndergesel işlevi bir yana iterek, dili kendisi içinde yüceltmeyle sınırlı kalmaz. Ayrıca aynı kitapta şunu da ileri sürmüştüm: Doğrudan ya da betimlemeli göndergesel işlevin askıya alınması, söylemin daha gizli olan, yani bir bakıma sözcelerin betimlemeli değerinin askıya alınmasıyla serbest kalmış olan 18 Zaman ve Anlatı bir göndergesel işlevin tersinden ya da olumsuz koşulundan başka bir şey değildir. Nitekim, şiirsel söylem dile bazı özellikler, nitelikler, gerçeklik değerleri kazandırır ama bütün bunlar doğrudan doğruya betimlemeli olan dile giremezler ve ancak eğretilemeli sözceleme* ile sözcüklerimizin alışılmış anlamlarının kurallı saptırılması arasındaki karmaşık oyunun yararına dile getirilebilirler. Sonuç olarak, şunu göze almıştım: Yalnızca eğretilemeli anlamdan söz etmeyip eğretilemeli göndermeden de söz etmiştim; buradaki amacımsa, eğretilemeli sözcenin doğrudan betimlemeye geçiş vermeyen bir gerçekliği yenidenbetimleme gücünü belirtmekti. Hatta “gibi görmek” davranışında bulunmayı önermiştim: Bu da eğretilemenin gücünü gösterir, en köklü ontolojik düzeydeki bir “gibi olmak” eylemini ortaya çıkarır.

Anlatının mimesis işlevi eğretilemeli gönderme sorununa tam olarak koşut bir sorun yaratır. Hatta eğretilemeli göndergenin insanın eylemde bııl1111111a alanına özel bir uygulanmasından başka bir şey değildir, anlatının 111i111esis işlevi. Aristoteles olayörgüsünün, bir eylemin mimesis’i olduğunu söyler. Ben de, yeri geldiğinde, ıııimesis terimini en azından üç anlamını ayırt ederek ele alacağını: eylem düzeni hakkında alışık olduğumuz ön-kavrayışa yapılan gönderme; kurmaca dünyasına giriş; ve son olarak da eylemin ön-kavranış düzeninin kurmaca aracılığıyla yeniden-biçimlendirilmesi. Olayörgüsünün miınesis işlevi de işte bu sonuncu anlam yoluyla eğretilemeli göndermeyle birleşir. Eğretilemeye dayalı yeniden betimleme, daha çok duyumsal, etkileyici, estetik ve ahlaksal değerler (dünyayı iizerinde yaşa111r kılan değerler) alanında geçerli olurken, anlatıların 111i111esis işlevi de eylem ile eylemin zamansal değerleri arasında daha çok kendini gösterir. İşte elinizdeki kitapta bu son özellik üstünde duracağım. Yarattığımız olayörgülerinde zamana bağlı, belirsiz, biçimi olmayan ve hatta son aşamada “dil-siz” [sesi-olmayan] diyebileceğimiz deneyimimizi yeniden biçimlendirmemizin ayrıcalıklı yolunu görüyorum. Augustinus şöyle der: “Nedir gerçekten zaman? Eğer kimse bana bu soruyu yöneltmezse, zamanın ne • Sözce/eme (Fr. ı’ııo11ciatio11): Sözce üretme eylemi. (ç.n.) Önsöz 19 olduğunu bilirim; ama eğer biri bana bu soruyu sorar da ben de açıklamak istersem, zamanın ne olduğunu bilemem.” İşte olayörgüsünün gönderge işlevi de, felsefi spekülasyonun aporileriyle [aporia’larıyla, açmazlarıyla] karşı karşıya kalan bu zaman deneyiminin, kurmaca tarafından yeniden-biçimlendirilmesi yeteneği içinde yer alır. Ama söz konusu iki işlev arasındaki sınır değişkendir.

Önce şunu belirtelim: Pratiğin alanını biçimlendirip değiştiren olayörgüleri, yalnızca eı;lemde bulunmayı değil acı çekmeyi de [katlanmayı da] kapsar: Yani aynı zamanda hem edenleri [eylemi yapanları] hem de bu eı;lemin kurbanı olanları içerir. Böylece lirik şiir ile dramatik şiir birbirine yaklaşır. Ayrıca eylemi çevreleyen koşullar ile eylemin trajik yanının bir bölümünü oluşturan istenmeyen sonuçlar da bir başka yoldan şiirsel söyleme (özellikle de içli ve üzüntülü şiirlere) açılabilen bir edilgenlik boyutu içerirler. Böylece eğretilemeli yeniden-betimleme ile anlatısal mimesis sıkıca iç içe girer. Öyle ki, bunların sözcük dağarcıklarını karşılıklı olarak değiştirebilir ve şiirsel söylemin mimesis değeri ile anlatısal kurmacanın yeniden-betimleme gücünden söz edebiliriz. İşte bu yolla ortaya eğretilemeli sözce ile anlatısal söylemi içeren geniş bir şiirsel alan çıkar. Bu kitabın başlangıç çekirdeğini 1978’de Missouri-Columbia Üniversitesi’nde verdiğim Brick Lectııres oluşturdu. Fransızca özgün metinse La Narrativite’nin (Anlatısallık) [Paris, C.N.R.S. Yay., 1980] ilk üç bölümünde okunabilir. Buna 1979’da Taylor Institution, St. Giles College’ da (Oxford) verdiğim Zaharoff Lecture eklendi: “The Contribution of French Historiography to the Theory of History” (Fransız Tarihyazımının Tarih Kuramına Katkısı) [Oxford, Clarendon Press, 1 980] .

Yapıtın çeşitli bölümleri, Toronto Üniversitesi’nin Northrop Frye Kürsüsü’nde ve “Karşılaştırmalı Edebiyat Programı” çerçevesinde verdiğim iki seminer nedeniyle özet biçiminde hazırlandı. Bütünün içinde yer alan taslak da Paris’te Centre d’Etudes de Phenomenologie et d’Hermeneutique (Fenomenoloji ve Yorumbilim İncelemeleri Merkezi) ile Chicago Üniversitesi’nin John Nuveen Kürsüsü’nde verdiğim seminerlerin konusunu oluşturmuştu. 20 Zaman ve Anlatı Missouri-Columbia Üniversitesi profesörleri John Bien ile Noble Cunningham’a, Oxford’daki Taylor Institution St. Giles College görevlisi G.P.V. Collyer’a, Toronto Üniversitesi’nden Mario Valdes’ e nazik çağrıları için, Chicago Üniversitesi’ndeki meslektaşlarım ile öğrencilerime de konukseverlikleri, önerileri ve eleştirel titizlikleri için teşekkür ederim. Bu arada özellikle, Fenomenoloji ve Yorumbilim İncelemeleri Merkezi’ndeki (Paris) çalışmalara katılanlara, araştırmalarımın gelişim sürecinde bana eşlik edenlere ve La Narrativitc başlıklı ortak yapıta katkıda bulunanlara teşekkürü bir borç bilirim. Seuil Yaymları’ndan François Wahl’e de, elinizdeki kitabın kanıtlarını ve üslubunu geliştirmemi sağlayan titiz ve ciddi okuması için özel bir teşekkür borçlu olduğumu belirtirim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir