Paul B. Thompson, Tonya R. Carter – Ejderha Mızrağı – Başlangıçlar #1 – Karanlık ve Işık

E-Kitabı Düzenleyenin Notu; Kitabın çevirisi çok kötü bir durumdaydı ve önceki Ejderha Mızrağı kitaplarının çevirisi göz önüne alınmadan üstünkörü bir şekilde yapılmıştı. Öyle ki çevirmen çoğu kelimenin anlamını sözlükteki ilk anlamını direkt olarak alarak kullanmış, cümlede nasıl geçtiğini hiç önemsememişti bile. Amerikan ölçü birimleri de aynen kullanılmış, bize aşina olan ölçü birimlerine çevrilmemişti. Ejderha Mızrağı gibi değerleri bir seriye yakışmayan bu çevirinin bu kitabın değerini düşürmesine gönlüm elvermedi. Bu yüzden de kitabın pek çok yerinde düzeltmelerde bulunmak ve bazı yerleri baştan çevirmek durumunda kaldım. Umarım çıkan sonuçtan memnun kalırsınız. Herkese keyifli okumalar dilerim. spiderh. Sonbahar Solace’ı neşeli renklere bürümüştü. Her veranda, her pencere kırmızı, turuncu ve sarı çiçeklerle bezenmişti. Solace’daki dükkanlar ve evler yosunlu toprağın üzerindeki vallen ağaçlarının kalın dalları arasına yerleştirilmişti. Bu orman kentinde meydanlar bulunuyordu. Bu meydanlarda her hafta ya bir pazar, ya da bir panayır kurulurdu. Bu parlak öğleden sonrada üç kişi, iki adam ve bir kadın, güneşle aydınlatılmış meydanda duruyordu. İki kılıç bir öne bir arkaya gidip geliyor, güneş ışığı üzerlerine vurduğunda adeta alev saçıyorlardı.


İki figür temkinli hareketlerle birbirinin çevresinde dönüyor, yalın kılıçlarıyla ani saldırı başlatacaklarmış gibi hareketler yapıyorlardı. Üçüncü bir figür geride durmuş izliyordu. Güçlendirilmiş çeliğin birbirine çarpışıyla iki kılıç buluşmuştu. “İyi karşılama!” dedi seyirci Caramon Majere. “Çok güzel bir savuşturma, Sturm!” Kahverengi bıyıkları aşağı sarkan uzun boylu genç adam mırıldanarak teşekkür etti. Oldukça meşguldü. Rakibi öne fırladı, göğsüne doğru bir hamle yaptı. Sturm Brightblade gelen hamleyi bloke etti ve pozisyonunu koruyarak geriye çekildi. Darbeden kıl payı kurtulmuştu. Sturm’ün düşmanı dengesini kaybederek sallandı. Bacakları birbirinden epey ayrılmıştı. “Sakin ol, Kit!” diye seslendi Caramon. Üvey kız kardeşi bir dansçının zarafetiyle toparlandı. Deri çizmeli ayaklarının topuklarını birleştirdi ve Sturm’ü bir hedef olarak kabul etti. “Şimdi, dostum,” dedi.

“Sana para için dövüşmek sayesinde edindiğim beceriyi göstereceğim.” Kitiara kılıcının ucuyla havada küçük daireler çizdi. Sturm bu ölümcül hareketleri izlerken, Caramon da ağzı açık bir şekilde seyrediyordu. On sekiz yaşında olmasına rağmen yetişkin bir erkek görünümündeydi, ama içinde hâlâ küçük bir çocuk vardı. Vahşi ve pişkin Kitiara onun idolüydü. Kitiara alelade on adamdan daha cesur ve atılgandı. Caramon olduğu yerden Kitiara’nın kılıcının ucundan çıkan her çentiği görebiliyordu. Kılıç sık ve ustaca cilalanmaktan dolayı parlıyordu. Buna karşılık Sturm’ün kılıcı o kadar yeniydi ki, kabzası hâlâ demircideki alevin mavisini üzerinde barındırıyordu. “Sağına dikkat et,” dedi Caramon. Sturm boştaki eliyle uzun eyer kaşının üzerini kapattı ve tıpkı üzerine düştü. Kılıcının elinden fırlamasından bir saniye sonra, Kitiara kılıcını onun boğazının üzerinde tutarak tepesinde duruyordu. “Dövüş her zaman bir spor değildir,” dedi Kitiara. “Gözlerini dört aç ve kılıcını elinde sıkıca tut dostum, bu şekilde daha uzun yaşarsın.” Sturm kılıcın üzerinden Kitiara’nın yüzüne baktı.

Teri kara buklelerini yüzüne yapıştırmıştı ve koyu renk dudakları da sertçe birbirlerine kenetlenmişti. Dudakları yavaşça aralanıp orantısız bir gülümseme ortaya çıkarttı. Silahını kınına koydu. “Bu kadar mahzun bakma! Bir dostun seni yere yıkması, bir düşmanın seni devirmesinden daha iyi bir derstir.” Kitiara elini uzattı. “Flint ve Tanis, Otik’in bütün birasını bitirmeden gitsek iyi olacak.” Sturm, Kitiara’nın elini yakaladı. Eli sıcaktı, ancak uzun eldivenlerden ve kılıç saplarından dolayı duyarsızdı. Kitiara, Sturm’la burun buruna gelene kadar onu yerden kaldırdı. Bir baş boyu daha uzun ve yaklaşık yirmi kilo daha ağır olsa da, Sturm hâlâ Kitiara’nın yanında kendini acemi bir genç gibi hissediyordu. Ama Kitiara’nın parlak gözleri ve alımlı gülümseyişi endişesini kovuyordu. “Bir dövüşçü olarak nasıl başarılı olduğunu şimdi anlıyorum,” dedi Sturm ve kılıcını almak için öne doğru eğildi. Kılıcını kılıfına koydu. “Ders için sağol. Bir dahaki sefere ayaklarımı birbirinden daha ayrı tutacağım!” “Daha sonra bana hareketlerinden bazılarını öğretir misin Kitiara?” diye sordu Caramon hevesle.

Caramon maceraperest kız kardeşinin verdiği küçük bir kılıç taşıyordu. Kitiara onu katıldığı birçok savaş alanının birinden almıştı. Çok az sayıda kişiye nasip olan maden işçiliğini bilen Flint Fireforge. Caramon’un kılıcının güney Qualinesti’de yapılmış olduğunu söylemişti. Sadece bunun gibi ipuçlarıyla arkadaşları maceralarının Kitiara’yı nerelere götürdüğünü biliyorlardı. “Neden olmasın? Dövüşün adil olmasını sağlamak için tek elimi arkaya bağlarım.” Caramon sert bir yanıt vermek için ağzını açtı, ama Kitiara onun dudaklarını eliyle kapadı. “Şimdi hana gidelim. Eğer bir an evvel bira içmezsem perişan olacağım.”   Son Yuva Hanı’nı destekleyen büyük vallen ağacına vardıklarında, arkadaşları Flint’i rampanın altında otururken buldular. Cüce, büyük yumru ellerine batmış olan çalı çırpıları bir bıçakla kazıyordu. “Hmm, tek parça halinde gelmişsin,” dedi Flint, Sturm’e bakarak. “Ne yalan söyleyeyim, başını kolunun altında taşıyarak geleceğini düşünmedim değil.” “Bana olan güvenin muazzam,” diye karşılık verdi genç adam yüzünü ekşiterek. Kitiara durdu ve kolunu Caramon’un geniş omuzlarına doladı.

“Kendine dikkat et, yaşlı cüce. Ustamız Sturm’ün eşine zor rastlanan güçlü bir kolu var. Çağ dışı şövalyelik kurallarına bağlı kalmamayı öğrendiğinde–” “Onur hiçbir zaman çağ dışı değildir,” dedi Sturm. “Seni kılıcım çenene dayalıyken sırtüstü yere indirdim. Eğer sen–” “Başlama!” diye bağırdı Caramon. “Eğer onur üzerine bir atışma daha duyarsam sıkıntıdan ölebilirim!” “Tartışmayacağım,” dedi Kitiara, kardeşinin kıçını tokatlayarak. “Bizimle gel, Flint, Kitiara ısmarlıyor,” dedi Caramon. Yaşlı cüce bodur ayaklarının üzerine kalktı, kucağından aşağı beyaz ağaç kıymıkları döküldü. Kıyafetlerini düzeltti ve bıçağını tozluklarının arasına soktu. “Sana bira yok,” dedi Kitiara, Caramon’a annelere özgü bir sertlikle. “İçmek için yeterince büyük değilsin.” Caramon, Kitiara’nın kolunun altından kurtuldu ve Sturm’e doğru koşarak, “Artık on sekiz yaşındayım, Kit,” dedi. Kitiara’nın yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. “On sekiz mi? Emin misin?” Kitiara’nın ‘küçük’ kardeşi Sturm’dan yaklaşık üç santim daha uzundu. Caramon ona nefretle baktı.

“Tabii ki eminim. Sadece sen benim yetişkin bir erkek olduğumu farketmedin.” “Sen bir bebeksin!” diye bağırdı Kitiara, kılıcıyla eline vurmaya başladı. “Biraz daha konuşursan seni dizime yatırıp döverim!” “Ha!” Caramon güldü. “Beni yakalayamazsın!” diyerek merdivenlerden hızla koşmaya başladı. Kitiara kılıcını yerine koydu ve onun arkasından fırladı. Caramon’un uzun bacakları dik basamakları hızla tırmandı. O ve kız kardeşi kahkahalar atarak ağaç gövdesinin içinde gözden kayboldular. Flint ve Sturm daha yavaş adımlarla ilerlediler. Hafif bir esinti ağacın içinde hışırdadı ve renkli yaprakları basamakların üzerine döktü. Sturm diğer ağaç evlerdeki dallara baktı. ‘Birkaç hafta içinde başka yerleri degörebileceğiz,’ diye derin derin düşündü. “Evet,” dedi Flint. “Şimdi yolda olmamak çok garip. Ben senin yaşından daha fazla bir süreyi, her yılın ilkbahar-sonbahar aralığında Abanasinya’nın yollarında ticaret için katedip durdum, evlat.

” Sturm başını salladı. Flint’in gezici maden işçiliğinden emekliye ayrılması hepsini şaşırtmıştı. “Şimdi her şey geçmişte kaldı,” dedi Flint. “Şimdi ayaklarımı uzatma zamanı, belki de gül yetiştiririm.” Sturm yaşlı cücenin bahçeye gül dikmesini o kadar alışılmamış buldu ki, bu düşünceden kurtulmak için başını sallaması gerekti. Hanın asıl mekanına girmek üzerelerken Sturm parmaklıkta durdu. Flint onu beklemeden birkaç adım daha attı. Sonra Sturm’e doğru bakarak, “Ne oldu, evlat? Bana bir şey söylemek üzereydin.” Flint hiçbir şeyi kaçırmamıştı. “Ben gidiyorum,” dedi Sturm. “Solamniya’ya. Gidip mirasımı arayacağım.” “Peki ya baban?” “Eğer ondan kalan bir iz varsa, onu bulacağım.” “Bu uzun bir yolculuk ve tehlikeli bir arayış olabilir,” dedi Flint. “Ama seninle gidebilmeyi isterdim.

” “Boşver.” Sturm parmaklıkların yanından yürümeye başladı. “Bu benim arayışım.” * * * * * Sturm ve Flint hanın kapısına vardıklarında elma çöplerinden oluşmuş bir engelle karşılaştılar. Gözlerindeki yapışkan meyve parçalarını silmeye çalışırlarken oda kahkahalarla çınladı. “Bunun sorumlusu olan haylaz kim?” diye gürledi Flint. On dörtten büyük olmayan, beceriksiz, kızıl kıvırcık saçlı bir genç kız cüceye bir havlu uzattı. “Otik yeni bir elma şarabı yaptı, ve artıklardan kurtulmak zorundaydılar,” dedi kız özür dileyen bir sesle. Sturm yüzünü sildi. Kitiara ve Caramon barda oturmuş, deliler gibi kıkırdıyorlardı. Barın arkasında hanın sahibi olan Otik başını iki yana sallıyordu. “Burası birinci sınıf bir han,” dedi. “Eğer muzipliklerinize devam edecekseniz dışarı çıkın!” “Saçmalık!” dedi Kitiara. Barın üzerine bir madeni para fırlattı. Caramon gülmekten dolayı yaşaran gözlerini sildi ve dik dik oraya baktı.

Bu altın bir paraydı ve bunlardan çok az sayıda görmüştü. “Bu senin sinirlerini yatıştırır, ha, Otik?” dedi Kitiara. Uzun boylu, yakışıklı bir adam masasından kalktı ve bara yaklaştı. Hareketleri oldukça zarifti: çıkık elmacık kemikleri ve altın rengi gözleri elf soyundan olduğunu belli ediyordu. Adam parayı eline aldı. “Sorun nedir, Tanis?” diye sordu Kitiara. “Daha önce hiç altın görmedin mi?” “Bunun kadar büyük bir parayı görmedim,” diye karşılık verdi bir yarımelf olan Tanis Yarımelf. Parayı döndürdü. “Nerede yapılmış?” Kitiara maşrapasını bardan aldı ve içti. “Bilmiyorum,” dedi. “Maaşımın bir parçası. Neden soruyorsun?” “Üzerindeki yazı Elf dilinde. Bana kalsa Silvanesti’de basılmış olduğunu söylerdim.” Sturm ve Flint parayı incelemek için geldiler. Üzerindeki yazı Flint’e göre kesinlikle Elf dilindeydi.

Bu paranın Anasalon’la tamamen ilişkisi kesilmiş olan Silvanesti’den çıkıp da nasıl bu kadar batıya gelebildiği büyük bir merak konusu olmuştu. “Yağma,” dedi odanın köşesinden bir ses. “Ne dedin, Raist?” diye sordu Caramon. Hanın büyük odasındaki bir köşede soluk bir figür görünüyordu. Bu figür, Caramon’un ikiz kardeşi olan Raistlin’di. Her zamanki gibi tozlu tomarlarının arasında çalışıyordu. Ayağa kalktı ve topluluğun yanına yürüdü, hanın vitrayından içeri giren ışık solgun yüzünü hafifçe aydınlattı. “Yağma,” diye tekrar etti. “Hırsızlık, yağmacılık.” “Kelimenin ne anlama geldiğini biliyoruz,” dedi Flint sertçe. “Paranın Silvanesti’den çalındığını ve sonra Kit’in paralı asker yüzbaşısının kasasına girdiğini ima ediyor,” dedi Tanis. Parayı elden ele geçirdiler ve teker teker onu ellerinin içinde evirip çevirip ağırlığını bütünüyle hissettiler. Para maddi değerinden çok, uzak yerlerden, büyülü bir halktan bahsediyordu. “Ben de bakayım,” dedi barın altından gelen ısrarlı bir ses. Küçük, cılız bir kol Caramon ve Sturm’ün arasında belirdi.

“Hayır!” dedi Otik, parayı Tanis’in elinden alarak. “Ne zaman bir kender eline para alsa, o paraya bir elveda öpücüğü verebilirsiniz.” “Tas!” diye bağırdı Caramon. “Geldiğini görmedim.” “Bütün bu süre içinde odadaydı,” dedi Tanis.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir