Lev Nikolayeviç Tolstoy – Kroyçer Sonat

Tolstoy’un başı sansür ve polisle her zaman dertteydi. Hükümetin doğru düzgün baş etmeyi beceremediği kıtlıklardan, acımasız yönetimin açtığı davalara dek halk ve liberal muhalefet hep Tolstoy’dan bir tepki bekliyordu ve o da kendisinden beklenen tepkiyi vermemezlik etmiyordu. Bir romancı olduğu kadar toplumsal sorunlara işaret eden bir kişilik ve ahlâkçı olarak da ünlüydü. Liberal bir yazar, “Rusya’da bir değil, iki Çar var,” demişti bir defasında; “ikincisi Tolstoy’dur.” Dünyanın vicdanı diyorlardı Tolstoy için. Elinizde tuttuğunuz roman Tolstoy altmış bir yaşındayken, 1889’da yayımlandı ve büyük bir skandal yarattı hemen. Sansürcüler Kroyçer Sonat’ı yasaklayacaklardı, ancak en sonunda romanın sıradan insanların alamayacağı kadar pahalı bir edisyonla basılmasına karar verildi. Ama Tolstoy’un önünü bu şekilde kesmeye çalışmak işe yaramadı pek; yapıtları müritleri tarafından çoğaltıldı ve yüzlerce kopya hâlinde ülkeye dağıtıldı. Samizdat’ı icat eden Sovyetler değildi. (Samizdat, Komünist Parti’nin yasakladığı yapıtların yasadışı dağıtımına verilen addı.) Tolstoy’un ahlaki düşünür olarak sahip olduğu ününün gücünden dolayı Kroyçer Sonat’taki iştah kaçırıcı görüşleri göz ardı etmek ya da önemli değil diye geçiştirmek mümkün değildi hiç. Amerika’da posta idaresi Kroyçer Sonat’ı tefrika eden gazetelerin dağıtımını yasakladı. Theodore Roosevelt, Tolstoy’un cinsi ve ahlaki bir sapık olduğunu söyledi. Yeni yeni ortaya çıkan kadın hareketleri öfke doluydu: Yeni Kadın modelinin konuşulduğu günlerdi bunlar. [2] Tolstoy’a koşulsuz bir bağlılık duyan Çehov kitabı estetik erdemleri yüzünden savundu ve romandaki temaların tartışılmasının önemli olduğunu söyledi.


Roman sanatının okurlarda uyandırdığı duygusal tepkiler hep sıradışı olmuştur, ama o dönemki ruh hâli aşırı tepkilere çok daha elverişliydi. Zannederim ki bu romanı şimdi okuyanlar önce merak duyacaklar –tüm bu yaygara neden kopmuştu?– sonra da Savaş ve Barış’ı, Anna Karenina’yı, Diriliş’i yazan gözde yazarlarının böyle bir şey de yazabilmiş olmasını huzursuzluk, çaresizlik ve şüpheyle karşılayacaklar. Bugün okurken Kroyçer Sonat’ın sizi hemen şöyle bir sarsması gerekir. Romanın hikâyesi zamanın bütün gazetelerinde yayımlanan ve Tolstoy’un başlatmak istediği tartışma için faydalandığı bir olaydan gelir. Bir adam gerçekten de kıskançlıktan karısını öldürmüştür, ama Tolstoy’un anlattığı biçimiyle bu hikâyeyi okurken, “Ama bir dakika, bu kadının suçu gerçekten neydi?” diye sorarken buluruz kendimizi. Zamanın katı ölçütlerine ve ahlâki kurallarına göre bile öyle çok büyük bir günah işlememiştir kadın. Bir kocanın kıskanç tahayyülü her tür ortam, bakışma ve olasılıktan büyük bir şüphe ve öfke havası yaratmayı bilir. Kadının bu kıskançlıklara karşı kendisini şöyle savunduğunu hayal edebiliriz: “Ama sayın yargıç, hiçbir şey olmadı ki! Benim şanssızlığım hayatımı sefaletle dolduran kıskanç bir manyakla evlenmiş bulunmak. Sevgilim olduğu söylenen bu adamla beni bizzat o, kocam tanıştırdı ve bu adamı evimize sokup bizi sık sık ziyaret etmesini isteyen de yine oydu – amatör müzisyenleriz ikimiz de. Kocamın beklenmedik bir anda eve döndüğü ve beni sevgilim olduğu söylenen o adamla yemek yerken bulduğu akşam düşündüm ki bir kereliğine bile olsa şu adamı kendimi bir suçlu gibi hissetmeden evimize davet edeyim. Efendim, bundan daha masum bir durumla karşılaşmamışsınızdır siz. Nasıl olur da yanlış bir şey yaptığım düşünülebilir? Hizmetçiler ayaktaydı daha, bize yemek servisi yapıyorlardı, üstelik çocuklar da uyumamıştı henüz, çocukların hep yaptıkları gibi, olup biteni seyrediyorlardı. Hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olamazdı.” Ama kadın kendini savunma fırsatına kavuşamadı hiç, çünkü kıskanç bir öfkenin pençesinde kıvranan kocası tarafından öldürüldü.

Kroyçer Sonat boş yere duyulan bir kıskançlığın büyüleyici bir anlatımı olarak okunabilir. Kendini kıskançlıkla dolu bir deliliğe sürükleyen bir erkek bundan daha iyi anlatılamazdı. Bu kıskanç koca psikiyatristler tarafından analiz edilebilir ve şu sonuca ulaşılabilirdi; adam gizli bir eşcinseldi. Gerçekten de tam psikoloji kitaplarına girecek türden bir vakaydı bu. Tolstoy’un heyecanlı sesinin Kroyçer Sonat’ta nasıl, karı-koca ilişkilerini panoramik bir genişlikle anlatan Anna Karenina’da nasıl çıktığını mukayese etmek faydalı olabilir. Anna Karenina’da yeni evli bir çift, Kitty ve Levin, birlikte taşradaki hayatlarına alışmaya çalışıyorlardır. Levin, Tolstoy’un gençliği üzerine inşa edilmiş bir karakterdi. Tolstoy, Levin’i toplumsal konulardaki görüşleri sıradışı, insan içindeyken bir parça tuhaf ve karısına fazla fazla âşık biri olarak tarif eder. Yaz mevsimidir, ev ziyaretçilerle doludur ve bu ziyaretçilerden biri Levin’in (ve Tolstoy’un) nefret ettiği sosyete dünyasından çıkıp gelmiştir. Komik bir karakterdir bu; bir parça şişmandır, başına gülünç bir İskoç şapkası takmıştır, hırslıdır ve Kitty’ye de hafiften abayı yakmıştır. Kitty’yle açık açık flört etmek Moskova’da ve St. Petersburg’daki sosyetik salonlarda normal karşılanabilir, ama Levin bu sosyetik adamı büyük bir öfke içinde evinden dışarı atar. Erkek akrabaları onunla dalga geçip Levin’e “Türk” diye isim de takarlar. Genç çiftin, her seferinde kendinden utanan ve hayali rakibini seyredip gördüğü her şeye mümkün olan en yanlış yorumu getiren kocanın yüzünden çıkan tuhaf kavgaları mükemmel bir biçimde gözlemlenmiştir. Levin, ailesi ve komşuları tarafından tuhaf (köylüler ve ziraat hakkındaki tüm o gülünç fikirlerini hatırlayalım) ve aptalca bir kıskançlığa sahip biri olarak görülür.

Ama Tolstoy, Levin’i romanının dünyasından kapı dışarı etmez ve Levin’i anlatırken çizdiği şefkatli portreyle karakterinin tuhaflıklarını affedilmez görmediğini de okuyucuya hissettirir. Ama Tolstoy, Kroyçer Sonat’ı da yazmıştı. Aynı zamanda, en büyük özelliği dengesi ve olaylarla insanları birlikte kavrayan panoramik bakış açısı olan Savaş ve Barış’ı da Tolstoy yazmıştı. Savaş ve Barış’taki tutkusuz, keskin bakışı bu romanda bulamayız hiç. Kroyçer Sonat’ta romancının yargıları akla uygunluklarıyla değil, güç ve enerjileriyle karşımıza çıkarlar. Tolstoy’un bu kitapta sergilediği duruş olabileceklerin en aşırısıdır ve biri çıkıp da onun Kroyçer Sonat’ı yazmaktan pişmanlık duymuş olabileceğini düşünür diye Tolstoy bir süre sonra Kroyçer Sonat’ın Devamı diye bir de savunma metni yazmıştır. Burada Tolstoy tıpkı bir tabuta çivi çakar gibi Kroyçer Sonat’taki bütün görüşlerini teker teker yineler ve herhangi bir zevk, neşe ve en hafifinden de olsa bir cinsellik, aşk ya da sevişme mutluluğu olasılığını toprağın derinliklerine gömüverir. Yine de iki büyük romanın yaratıcısı Tolstoy her tür tutku ve zevki ve biz zavallı günahkârların cinsellikle ilişkilendirebileceği duyguları da anlatmıştı. İçinde bulunduğu fanatik ruh hâlinin pençesindeki Tolstoy bütün insanlığın cinsellikten elini eteğini çekmesini savunmuş ve bunun insan ırkının sonunu getireceği itirazıyla karşılaşınca da mealen, “Getirirse getirsin!” diyen bir cevap vermiştir. Bu cevabı bir de Fransız hayranı yönetici sınıfın söyleyeceği biçimde tekrarlayalım; tant pis. Ama Tolstoy cinselliğin yaşanmadığı bir hayat olasılığına inanıyor olamazdı, çünkü bizzat kendi hayatı ona bunun aksini öğretmişti. Kendi cinselliğiyle ve kendi kendisiyle olan mücadelesi, Tolstoy bunları saklamaya çalıştığı için değil de davranışları ve ilkeleri birbirine uymadığı için yer yer biraz kafa karıştırıcı bir biçimde de olsa, kâğıt üzerine geçmişti hep. Evliliğinden önce Tolstoy yozlaşmış ve mahvolmuş bir karakterdi – ya da kendisi böyle söylüyordu. Köylü kadınlarla yatıp kalkan Tolstoy’un en az bir tane gayrimeşru çocuğu vardı. Ayrıca çevresinde Çingeneler de –ÇİNGENELER!– olurdu hep; erdem yollarından geçmiş genç, çekici erkeklerdi bunlar.

Tolstoy o dönemki roman karakterlerinin birçoğu gibi Çingeneler’e kaçardı. Evlendikten sonra ise hayatında artık Çingeneler yoktur ve Tolstoy sadık bir eş olmak için çok çalışmaktadır. Güçlü cinselliği Tolstoy’u yetmişli yaşlarında da terk etmemişti. Hayatının geç bir döneminde Tolstoy kendini dine verip yeniden dünyaya geldiğine inanan Hristiyanlara benzeyen birine dönüştü. Hayatını baştan sonra değiştiren dini bir deneyimdi bu. Anna Karenina’da da bir dini dönüşüm anlatılır. Levin inançsız olduğu için çaresiz hissediyordur kendini. Politik terimlere aktarılmazsa bunu bugün anlamak bizim için zordur, ama 19. yüzyılda insanlar inançlarını kaybettiklerinden korkarak, inançsız olduklarını düşünerek ya da inanç açlığı çekerek kendilerini büyük mutsuzluklara sürüklüyorlardı. Ben kendim de, genç bir kızken, böylesi bir mücadeleden bol bol yaralar da alarak çıkmış kazazedelerle tanıştım. Şimdi, geçmişe bakarken diğer tüm seslerden daha yüksek bir sesle Matthew Arnold’ın bahsettiği “melankolik, uzun, ağır ağır sessizleşen uğultu”yu duyabiliriz. [3] Tanrı’ya inanmamaktan yükselen bir uğultudur bu. Levin intihara meyilli biriydi. Romanının dokunaklı bir bölümünde Tolstoy Levin’in en sonunda inanç sahibi olmasını anlatır; yaşadığı psikolojik çatışma ve gerilim o kadar büyüktü ki Levin’in, diye düşünmemiz beklenir, bu gerilimin şu veya bu biçimde bir çözüme ulaşması gerekiyordu. Hristiyanlığın insan mutluluğuna büyük katkısı, inananlara bedenlerinden ve tenlerinden nefret etmeyi öğretmek olmuştur.

Hristiyanlık inananlara kadınlara karşı güvensizlik aşılamış, onlardan cinsellikten hoşlanmamalarını istemiştir. Bu konuda Hristiyanlık diğer iki Ortadoğu dinine benzemez hiç. Musevilik cinselliği kötülemek şöyle dursun inançlılara Sabat günlerinde sevişmeyi emreder ve böylece cinselliği kutsallaştırır. İslâm da bu konularda katı değildir. Rahibeleriyle ve hizmetçileriyle sevişen, küçük erkek çocuklarla seks yapan bekâr rahipleri Musevilik ve İslâm’da değil, Hristiyanlıkta buluruz. Ama Tolstoy aynı Hristiyanlığı kendi ihtiyaçlarına ve inançlarına uygun biçimde kesip biçebileceğini de hissediyordu. Tolstoy böylece her zaman içinde potansiyellerini barındırdığı şey hâline geldi – bir fanatik. İnançlı bir Hristiyan olduktan sonra Tolstoy’un hararetli ve heyecanlı yüzünü, çevresindeki insanlara kendisi gibi olmakla yükümlü olduklarını söyleyen (çünkü bir fanatik olarak tek bir hakikat vardı Tolstoy’un aklında – kendi hakikati) kabadayı tavrını anlatan hikâyeler vardır. Bir fanatiğin mantığı diye bir şey vardır gerçekten de; fanatik, bir tane ya da bir grup önermeyle işe başlar ve elindeki bu önermelerden hiç yorulmadan diğer tüm önermeleri çıkarır. Hamile bir kadınla ya da loğusalık dönemindeki bir anneyle seks yapmak yanlış ve ahlâksızcaydı Tolstoy’a göre. Karısı Sonya, söylediklerindeki tutarsızlıklara itiraz ediyordu ama Tolstoy kendiyle çelişkiye düşmekten korkmuyordu hiç. Böylece, mantık yoluyla en azından bu argümanı öne sürdüğü süre boyunca Tolstoy çok eşliliği savundu, çünkü aklı başında tarafı, yaptığı bekârlık talebinin ne kadar imkânsız olduğunun farkındaydı. Buralarda Tolstoy biraz da hırçın gençliklerini unutmuş, şimdi onlu yaşlardakilere “hayır diyebilme”nin kolaylığından bahseden politikacılara benzer. Hayır deyin – tek yapmanız gereken bu! Azıcık da olsa sağduyusu olan ya da kendi gençliğini azıcık da olsa hatırlayan biri bunun ne kadar saçma olduğunu bilir; ama burada fanatik bir mantığın pençesindeyizdir. Bu tür durumlar arasında benim tercihim imansız olduklarını söyledikleri adamı canlı canlı yaktıktan sonra bir de zavallının ailesine polis gönderip ateş yakarken kullanılan odunun parasını alan Engizisyon’dur.

Kimden alacaklardı parayı başka? Akrabaları öldürülen kişinin kül edilmesini istememiş olabilirler, evet, ama bu canavarın bu hâle gelmesinin sebebi açıkça kendileridir ve bu yüzden odun alacak parayı da yine onlar vermelidir. İnsan boş zamanlarını (maalesef günümüzde de çok fazla sayıda bulunan) aşırıcıların mantık paralamalarını seyretmekle geçirdiğinde bol bol eğlenir, ama acılı bir eğlencedir bu. Tolstoy’un bütün insan ırkı için bekâr, cinsellikten uzak bir hayat sürmeyi önermesi bu tür aşırıcı mantık yürütmelere mükemmel bir örnek teşkil eder. Kadınların kendi önerdiği cinsel yasaklar hakkında ne düşünüyor olabileceği Tolstoy’u hiç ilgilendirmedi. Karısının bu konuda yüksek sesle dile de getirdiği bir sürü itirazı vardı. Tolstoy ise kadınların “saf’ olduklarında ısrar ediyordu. Hatta “güvercinler kadar saf” olduklarını söylüyordu. Aklı başındayken Tolstoy önerdiği yasakların hepsinin saçma sapan şeyler olduğunu biliyordu ama bütün kadınların tatsız, utanç verici ve hatta doğal da olmayan seks faaliyetinden nefret ettiğini ısrarla söylemesi gerekiyordu. Bunlar Tolstoy’un seksle ilgili kullandığı aşağılayıcı sıfatlardan yalnızca bir kısmı. Saf bir bakire seksten daima nefret edecektir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir