BİR DAKİKA önce öğretmen İç Savaş’ı anlatıyordu. Bir dakika sonra ise gitmişti. Tam şuradaydı. Oysa şimdi yoktu. Öyle sihirbazlık numaralarmdaki gibi bir duman bulutu ya da patlama olmamış veya ışık çakmamıştı. Sam Temple üçüncü dönem tarih dersi sınıfında oturmuş, boş gözlerle tahtaya bakıyordu. Aklı ise bulunduğu yerden çok uzaklardaydı. Kafasının içinde arkadaşı Quinn’le birlikte sahildeydi. Sörf tahtalarını da yanlarına almış, bağırarak Pasifik Denizi’nin soğuk sularında ilk kulacı atabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bir an için öğretmenin kaybolduğunu kafasında hayal ettiğini sandı. Oturduğu yerde içi geçmiş ve rüya görmüş olmalıydı mutlaka. Sol tarafında oturan Marry Terrafino’ya döndü. “Sen de gördün, değil mi?” Marry az önce öğretmenin durduğu yere gözlerini dikmiş öylece bakıyordu. “Bay Trentlake nereye kayboldu?” diye soran Sam’in en iyi -belki de tekarkadaşı Quinn Gaither’dı. Sam’in sağ arkasında oturuyordu. İkisi de cam kenarına oturmayı severlerdi çünkü doğru açıyı yakalayabildikleri zaman okul binası ve ilerisindeki evlerin arasından bazen okyanusun köpüren dalgalarını görmeleri mümkün olurdu. Mary, “Sınıftan çıktı sanırım,” derken sesinden buna kendisinin bile inanmadığı belli oluyordu. Edilio, “Hayır, dostum. Adam resmen buhar oldu,” derken parmaklarıyla bu durumu tasvir eden bir hareket yaptı. Çocuklar sağa sola bakınıp göz göze geldikçe gergin bir şekilde kıkırdaşıyordu. Hiçbiri korkmamıştı. Kimse ağlamıyordu. Aslında olay biraz eğlenceliydi de. “Bay Trentlake puf deyip gitti!” dedi Quinn, gülerek. “Hey,” diye seslendi biri. “Josh nerede?” Başlar bu sefer çocuğu görebilmek için sağa sola döndü. “Bugün geldi mi ki?” “Evet buradaydı. Tam yanımda oturuyordu,” diyen sesi Sam hemen tanıdı: Bette. “O da birden kayboldu,” dedi Bette. “Tıpkı Bay Trentlake gibi.” Sınıf kapısı açıldı. Bütün gözler kilitlenmiş oraya bakıyordu şimdi. Belki de içeri Bay Trentlake, yanında Josh’la beraber girecek ve bu sihirbazlık numarasını nasıl yaptığını açıkladıktan sonra tekrar heyecanlı bir ses tonuyla aslında kimsenin umrunda bile olmayan İç Savaş’ı anlatmaya devam edecekti. Ancak içeri giren o değildi. Giren, Dahi Astrid diye tanınan Astrid Ellison’dı. Ona bu lakap takılmıştı çünkü… dahiydi işte. Okuldaki bütün ek derslere katıldığı gibi bazı projelerde üniversiteden online kurs bile alıyordu. Omuzlarına kadar inen sarı saçları vardı. Kızın sürekli giymekten hoşlandığı beyaz, kısa kollu, dar bluzler Sam’in hiç gözünden kaçmazdı. Astrid’in kendi dengi bir kız olmadığını çok iyi biliyordu aslında. Ama sonuçta onu düşlemesini engelleyen bir yasa da yoktu. “Öğretmeniniz nerede?” diye sordu Astrid. Herkes bu sorunun cevabını bilmediğini belli etmek istercesine omuz silkti. Quinn komik olacağını düşünerek “Puf deyip gitti,” dedi. “Koridorda değil mi?” diye sordu Mary. Astrid hayır anlamında başını salladı. “Garip bir şeyler oluyor. Matematik çalışma grubum… üç kişiydik ve bir de öğretmen tabii. Birden hepsi kayboldu sonra.” “Ne?” diye sordu Sam. Astrid d Sam yavaşça elini kaldırıp yeri işaret etti. Bir parça tebeşir tam da tahtadaki yarım kalmış ‘polinom’ -artık her ne demekseyazısının hizasında yerde duruyordu. “Bu hiç normal değil,” dedi Quinn. Quinn, Sam’den daha uzun ve daha güçlüydü ve en az onun kadar da iyi bir sörfçüydü. Hafif çılgın tavırları ve gülümsemesiyle ve tabii tuhaf giyim tarzıyla -bugün üzerinde bol bir şort, asker bot lan, pembe, polo yaka bir tişört ve dedesinin tavan arasında bulduğu eski moda bir şapka vardıdiğer çocukları kendinden uzaklaştırıp ondan uzak durmalarını sağlardı. Quinn oldukça kendine özgü bir insandı ve belki de bu yönünden dolayı o ve Sam çok iyi anlaşırlardı. Sam Temple ise oldukça sıradan bir tipti. Üzerinden çıkarmadığı kot pantolonu ve sıradan görünümlü tişörtleriyle kimsenin pek ilgisini çekmezdi. Zamanının çoğunu plajda veya okulda geçirirdi. Hemen herkes onu tanırdı ama pek az kişi gerçekte nasıl biri olduğunu bilirdi. O, diğer sörfçülerle takılmayan bir sörfçüydü. Zekiydi ama dahi olduğu söylenemezdi. Yakışıklıca bir çocuktu ama kızların hemen dikkatini çekecek türden de değildi. Diğer çocukların en iyi bildiği şey onun Okul Otobüsü Sam olduğuydu. Bu lakabı yedinci sınıfta kazanmıştı. Bir okul gezisinden dönerken otobanda servis şoförü kalp krizi geçirince Sam büyük bir soğukkanlılıkla adamı koltuktan kenara çekmiş ve otobüsü sağsalim durdurduktan sonra adamın cep telefonundan 9H’ i aramıştı. Eğer bir saniye bile tereddüt etseydi otobüs şarampole yuvarlanıp okyanusun serin sularını boylardı. Gazetelere resmini bile koymuşlardı. “Diğer iki çocuk ve öğretmen ortadan kaybolmuş. Bir tek Astrid hariç,” dedi Sam. “Bu kesinlikle normal bir şey değil. Kızın ismini söylerken dilinin sürçmemesine uğraştı ama beceremedi. Kız onun üzerinde böyle bir etki yaratıyordu işte. “Evet. Burası biraz fazla sessiz, dostum,” dedi Quinn. “Artık uyanmaya hazırım,” derken bu defa şaka yapmıyordu. Bu sırada biri çığlık attı. Üçü birden şimdi çocuklarla dolu olan koridora fırladılar. Çığlığı atan altıncı sınıflardan Becka adında bir kızdı. Elinde bir telefon tutuyordu. “Kimse cevap vermiyor. Kimse cevap vermiyor,” diye ağlıyordu. “Hiç ses yok.” İki saniye için herkes olduğu yerde donup kaldı. Ardından ortalığı bir koşuşturmaca ve onlarca parmağın cep telefonlarının tuşlarına basarken çıkardığı sesler kapladı. “Hiçbiri çalışmıyor.” “Annem evdeydi. Mutlaka cevap verirdi ama telefon çalmıyor bile.” “Aman Tanrım, internet bağlantısı da yok. Sinyal alıyorum ama hiçbir şey olmuyor.” “Benim telefonum çekiyor.” “Benimki de ama hiçbir yeri aramıyor.” Biri ağlamaya başlayınca etrafta insanın tüylerini ürperten bir ses yankılandı. Herkes hep bir ağızdan konuşmaya başladı ve bu sesler yerini bir süre sonra bağırışmalara bıraktı. “911’i deneyin,” dedi korkmuş bir ses. “Ben nereyi arıyorum sanıyorsun, gerizekalı?” “911 de cevap vermiyor.” “Hiçbir yere ulaşılamıyor. Bütün hızlı aramalarımı denedim ama hiç yanıt yok.” Koridor normal bir gündeki’ teneffüs arasında olacağı gibi çocuklarla doluydu ama bu defa çocuklar sınıfa yetişmek veya dolaplarına gitmek için orada değildi. Herkes ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Orada dikilmiş, sürü gibi bekleşiyorlardı. Ders zili çalınca çocuklar sanki ilk defa duyuyormuş gibi irkildiler. “Şimdi ne yapacağız?” diye soruyordu birileri. “Müdürün odasında biri olmalı. Zilin sesi kesildi.” “Zil zaman ayarlı, beyinsiz,” diye cevap veren Howard’di. Howard tek başına eziğin tekiydi ama dokuzuncu sınıfları bile ürküten yağ ve kas yığını baş belasının teki olan sekizinci sınıf öğrencisi Orc’un bir numaralı yalakasıydı. Kimse Howard’a bulaşamazdı. Ona yapılacak en ufak bir hareket Orc’a yapılmış sayılırdı. “Öğretmenler odasında bir televizyon olacaktı,” dedi Astrid. Sam ve Astrid, arkalarından gelen Quinn’le beraber öğretmenler odasına koştu. Merdivenleri inip daha az sınıf ve dolayısıyla daha az öğrenci olan alt kata indiler. Sam elini öğretmenler odasının kapısına uzatmıştı ki donup kaldılar. “Buraya girmememiz gerekiyor,” dedi Astrid. “Kimin umrunda?” diye karşılık verdi Quinn. Sam kapıyı itip açtı. Odada bir buzdolabı vardı ve kapısı açıktı. Bir kase meyveli yoğurt zemine ve halının üzerine saçılmıştı. Televizyon da açıktı ama ekranda sadece karlı bir görüntü vardı. Sam uzaktan kumandayı aradı. Neredeydi bu? Kumandayı Quinn buldu ve kanalları gezmeye başladı. Ekranda sadece koca bir hiç vardı. “Anten kablosu çıkmıştır,” dedi Sam, söylediğinin ne kadar saçma bir şey olduğunun bilincinde olarak. Astrid televizyonun arkasına uzanarak kabloyla oynadı ancak görüntüde herhangi bir düzelme olmadı. “Dokuzuncu kanalda her zaman yayın vardır,” dedi Quinn. “Kablo takılı olmadığında bile.” “Öğretmenler, öğrencilerin bir kısmı, televizyon yayını ve cep telefonlarının hepsi aynı anda mı gitti yani?” diye sordu Astrid. Kaşlarını çatıp buna bir anlam vermeye çalıştı. Sam ve Quinn de kız sanki tüm bu olanlara bir cevap bulabilecekmiş gibi durup beklediler. Astrid bir anda, “Ah, tabii, şimdi anladım,” diyecekti. O, Dahi Astrid’di sonuçta. Ama kızın tüm diyebildiği, “Hiç mantıklı değil,” oldu. Sam duvara asılı telefonun ahizesini kaldırdı. “Çevir sesi yok. Buralarda bir radyo var mı acaba?” Yoktu ne yazık ki. Birden kapı gürültüyle açıldı ve içeri yüzleri heyecan içinde birkaç tane beşinci sınıf öğrencisi çocuk girdi. “Okul bize kaldı!” diye bağırdı bir tanesi ve diğeri de ona katıldı. “Şekerleme otomatını açacağız.” “Bu o kadar da iyi bir fikir olmayabilir,” dedi Sam.
Michael Grant – Yoklar – Dünyanın Sonu Böyle Gelecek
PDF Kitap İndir |