Richard Brautigan – Kürtaj

birinci kitap, bizon kızlar, bu gece kütüphane Bu güzel bir kütüphane; mükemmel zamanlanmış, konforlu ve Amerikan. Zaman gece yansı, kütüphane kuytu ve düş gören bir çocuk gibi bu sayfaların karanlığına taşınmakta. Kütüphane “kapalı” olmasına rağmen eve gitmem gerekmiyor çünkü benim evim burası, yıllardan beri böyle ve üstelik her zaman burada olmam gerekiyor. Bu işimin bir parçası. Önemsiz bir görevliymişim izlenimi vermek istemem ama biri gelip beni burada bulamasaydı ne olurdu diye düşünmek bile beni korkutuyor. Karanlığa gömülen kitap raflarını seyrederek saatlerce oturakalmışım bu masada. Kitapların varlığını, üzerinde durduran ahşabı onurlandırış biçimlerini seviyorum. Biliyorum, yağmur yağacak. Siyah, ağır kostümlerini kuşanmış bulutlar, gün boyu göğün mavi üslubuyla oynadılar ama şimdiye dek yağmur falan yağmadı. Kütüphaneyi dokuzda “kapattım” ama kitap bırakmak isteyen biri olursa kapıdaki zili çalabilir, bu zil burada ne yapıyor olursam olayım bana ulaşır; uyurken, yemek yaparken, yemek yerken ya da birazdan buraya damlayacak olan Vida’yla sevişirken. İşten 11:30’da çıkıyor. Zil, Texas, Forth Worth’dan geldi. Bize zili getiren adam artık yaşamıyor, kimse de adını bilmiyor. Bir zili getirip masanın üzerine bıraktı. Sıkılgan, terk edilmiş bir yabancı gibi görünüyordu ve bu yıllar önceydi.


Büyük bir zil değil ama sesi kulaklarımıza nasıl ulaşacağını bilen küçük, gümüş bir patika boyunca içtenlikle yol alır. Kitaplar daha çok akşamlan karanlık bastırırken ve sabahın erken saatlerinde getiriliyor. Onları karşılamak için burada olmak zorundayım. Benim işim bu. Kütüphaneyi sabah dokuzda “açar” akşam dokuzda “kaparım”, ama gelen kitapları kabul etmek için günün yirmi dört saati, haftanın yedi günü buradayım. Birkaç gün önce yaşlı bir kadın sabahın üçünde kitap getirdi. Uykumun içinde zilin, çok uzaklardan kulağıma akıtılan küçük bir otoyol gibi çalışını duydum. Zilin sesi Vida’yı da uyandırdı. “Bu nedir?” diye sordu. “Zil,” dedim. “Hayır, bir kitap,” dedi. Yatakta kalıp uyumaya devam etmesini söyledim ona, ben halledebilirdim. Kalktım ve kütüphaneye yeni gelen bir kitabı karşılamaya uygun tarzda giyindim. Giysilerim pahalı değildir ama dostça, temiz ve düzgündürler, bir insan olarak varlığım da rahatlatıcıdır. İnsanlar bana baktıklarında kendilerini daha iyi hissederler.

Vida uykusuna döndü. Yastığın üzerine karanlık göller yelpazesi gibi yayılmış uzun siyah saçlarıyla çok hoş görünüyordu. Uyumakta olan ince uzun endamına bakmak için yatak örtüsünü kaldırmaktan kendimi alamadım. Orada hareketsiz ve dramatik bir biçimde uzanan bedeninden, o inanılmaz derecede tuhaf şeyden mis gibi bir koku yükseldi, havada yüzen bir bahçe gibi. Odadan çıkıp kütüphanenin ışıklarını yaktım. Kütüphane, saat sabahın üçü olmasına karşın gayet keyifli görünüyordu. Yaşlı kadın ön kapının kalın camı ardında bekliyordu. Kütüphane hayli eski moda olduğundan kapısı ona dinsel bir sevecenlikle hizmet veriyordu. Kadın çok heyecanlı görünüyordu. Çok yaşlıydı, seksenlik diyebilirim, giysileri de yoksulluğu çağrıştıran cinstendi. Ama hiç fark etmez… zengin ya da yoksul… hizmet ayındır ve asla ayrım gözetilmez. “Yeni bitirdim,’ dedi ben daha kapıyı açmadan kalın camın arkasından. Sesi cam yüzünden bir hayli kısık gelmesine rağmen neşeyle, düşgücüyle ve hemen hemen bir tür gençlikle patlıyordu. “Buna sevindim,’ diye karşılık verdim kapının aralığından. Henüz yeterince açmamıştım kapıyı.

Aramızda cam, aynı coşkuyu paylaşıyorduk. “Sonunda oldu!” nidası seksen yaşındaki bir hanımefendinin eşliğinde kütüphaneye girdi. “Kutlarım,” dedim.’ ‘Kitap yazmak harika bir şey.” ‘Buraya kadar yürüdüm,” dedi. “Gece yarısı yola çıktım. Bu kadar yaşlı olmasaydım buraya daha erken gelebilirdim.” . “Nerede oturuyorsunuz?” diye sordum. “Kit Carson Oteli’nde,” dedi. “Ve bir kitap yazdım.’ Onu gururla bana uzattı, dünyadaki en değerli şeymiş gibi. Ve öyleydi. Amerika’da her yerde rastlayabileceğiniz türden, sayfaları takılıp çıkarılan bir defterdi. Bunları bulamayacağınız bir yer yoktur.

Kapağın üzerine büyük bir etiket yapıştırılmıştı ve etikete kalın, yeşil renkli bir kalemle şöyle bir başlık atılmıştı: OTEL ODALARINDA MUM IŞIĞIYLA ÇİÇEK YETİŞTİRME YAZAN BAYAN CHARLES FINE ADAMS “Ne şahane bir başlık,” dedim. “Tüm kütüphanede bunun gibi bir kitap daha olduğunu sanmıyorum. Bu ilk.” Gençliğin olağanüstü durumları ve sürgünleriyle kemirilmiş yüzünde, onu kırk yıl önceye götüren kocaman bir tebessüm vardı. “Bu kitabı beş yılda yazdım,” dedi. “Kit Carson Oteli’nde yaşıyorum ve odamda bir sürü çiçek yetiştirdim. Odamın hiç penceresi yok, bu yüzden mum kullanmam gerekiyor. En iyisi mumlar. “Fener ışığında ve büyüteçle de çiçek yetiştirdim ama pek. işe yaramadı, özellikle lalelerde ve inci çiçeklerinde. ”Elfeneri ışığında yetiştirmeyi bile denedim ama düş kırıklığına uğradım. Birkaç kadife çiçeği üzerinde üç ya da dört elfeneri kullandım ama pek faydası olmadı. “En çok işe yarayan mumlar. çiçekler yanan mum kokusunu seviyor adeta, ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Bir çiçeğe mum gösterdiğiniz anda büyümeye başlıyor.” Kitaba bir göz attım.

Burada yaptığım şeylerden biri de bu. Aslında bunu benden başka kimse yapmıyor. Kitap elyazısıyla, kırmızı, yeşil ve mavi renkli kalemlerle yazılmıştı. Otel odasının ve odada büyüyen çiçeklerin resimleri çizilmişti. Odası küçücüktü ve çiçeklerle doluydu. Çiçekler teneke kutularda, şişelerde, kavanozlarda yetişiyordu ve yanan mumlarla çevrelenmişlerdi. Odası bir katedrale benziyordu. Ayrıca otelin eski müdürünün ve asansörünün de resmi çizilmişti. Asansör çok kasvetli bir yere benziyordu. Kadının çizgileriyle otel müdürü çok mutsuz, yorgun ve tatile gereksinim duyan biri gibi görünüyordu. Ayrıca omzunun üstünden görüş alanına girmek üzere olan bir şeye bakıyor gibiydi; görmek istemediği, sadece orada olan bir şeye. Resmin altında şunlar yazılıydı:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir