Richard Sennett – Ten ve Taş

Ten ve Taş, şehrin, insanların bedensel deneyimleri yoluyla anlaƨlan bir tarihidir: AnƟk dönem AƟnası’ndan modern New York’a erkekler ve kadınlar şehirlerde nasıl deviniyorlardı, ne görüp işiƟyorlardı, burunları hangi kokularla doluydu, nerede yemek yiyorlardı, nasıl giyiniyorlardı, ne zaman banyo yapıyorlardı, nasıl sevişiyorlardı? Bu kitap insanların bedenlerini geçmişi anlamanın bir yolu olarak ele almasına rağmen, kent mekanındaki fiziksel duyumların tarihsel bir katalogundan öte bir şeydir. Baƨ uygarlığı bedenin haysiyeƟne ve insan bedenlerinin çeşitliliğine hürmet etmekte hep zorlanmışƨr: ben bedenle ilgili bu zorlukların mimaride, şehir tasarımında ve planlama praƟğinde nasıl ifade edilmiş olduğunu anlamaya çalıştım. Bu tarihi yazmama güncel bir sorun karşısında kapıldığım şaşkınlık vesile oldu: Modern binaların çoğunu lanetlemiş gibi görünen duyusal yoksunluk; kent ortamını sakatlayan sıkıcılık, monotonluk ve elle tutulur kısırlık. Modern zamanlarda bedensel duyumlara ve fiziksel hayat özgürlüğüne ne denli ayrıcalık tanındığı düşünüldüğünde bu duyusal yoksunluk çok daha kayda değer bir hal alır. Mekândaki duyusal yoksunluğu araşƨrmaya ilk başladığımda, sorun mesleki bir başarısızlık gibi görünüyordu —modern mimarlar ve şehirciler yapƨkları tasarımlarda insan bedeniyle kurulan akƟf bağı bir şekilde kaybetmişlerdi. Zamanla, mekandaki duyusal yoksunluğun bundan daha geniş nedenleri ve daha derin tarihsel kökenleri olduğunu görmeye başladım. 1 PASİF BEDEN Birkaç yıl önce bir arkadaşımla New York’un kenar mahallelerindeki bir alışveriş merkezinde bir film seyretmeye giƫk. Vietnam Savaşı sırasında bir mermi arkadaşımın sol elini parçalamış, askeri hekimler de elini bileğin yukarısından kesmek zorunda kalmışlardı. Şimdi çatal bıçak tutmasını ve yazı yazmasını sağlayan metal parmakları olan mekanik bir alet takıyordu. Seyreƫğimiz film fena halde kanlı bir savaş destanı çıkƨ; arkadaşım film boyunca hiçbir heyecan belirƟsi göstermeden oturdu, ara sıra da bir iki teknik yorumda bulundu. Film biƟnce, başka insanların da bize kaƨlmasını bekleyerek bir süre sigara içip dışarıda oyalandık. Arkadaşım sigarasını ağır ağır yakƨ; sigarayı pençesiyle, neredeyse gurur duyarak düzenli aralıklarla dudaklarına götürüyordu. Seyirciler paramparça bedenlerle dolu iki saat boyunca oturup başarılı darbeleri alkışlamışlar, kan banyosundan epeyce memnun kalmışlardı. Ama filmden sonra insanlar tam bize yaklaşırken metal protezi görüp uzaklaşƨlar; kısa bir süre sonra ortalarında bir ada gibi kaldık. Psikolog Hugo Munsterberg 1911’de ilk kez bir sessiz film seyreƫğinde, modern kitle ileƟşim araçlarının duyuları körleşƟrebileceğini düşünmüştü; filmlerde “bir kitleye sahip olan dış dünya ağırlığını kaybetmiş,” diye yazıyordu, “mekândan, zamandan ve nedensellikten kurtulmuştur”; “hareketli resimlerin ….


praƟk dünyadan bütünüyle tecrit olma sonucunu yaratabileceği”nden korkuyordu. Nasıl filmlerin sunduğu başka bedenleri parçalama hazzını gerçekte tatmış olan çok az asker varsa, filme alınan cinsel haz imgelerinin de gerçek âşıkların cinsel deneyimleriyle çok az ilişkisi vardır. İki yaşlı çıplak insanı ya da çıplak şişman insanları sevişirken gösteren çok az film vardır; yatağa girenler yıldızlar olduğu sürece filmlerdeki seks harikadır. Kitle ileƟşim araçlarında temsil edilen deneyimlerle yaşanan deneyimler arasında bir uçurum açılır. Munsterberg’i takip eden psikologlar bu uçurumu, kitle ileƟşim araçlarının izleyiciler üzerindeki etkisi ve bu araçların kullandıkları teknikler üzerinde odaklanarak açıklamışlardır. Seyretmek pasifleşƟrir. Beyaz perdede işkence ve tecavüz görüntülerini izlemeye müptela olmuş milyonlar arasında muhtemelen çok az kişi aşka gelip kendileri de işkenceci ve tecavüzcü olur; buna rağmen, arkadaşımın metal eline gösterilen tepki kesinlikle daha yaygın bir başka tepkiyi göstermektedir: Vekaleten yaşanan şiddet deneyimi seyirciyi gerçek acı karşısında duyarsızlaşƨrır. Örneğin bu tür televizyon izleyicileri hakkında yapƨkları bir araşƨrmada iki psikolog, Robert Kubey ve Mihaly Csikszentmihalyi şu sonuca varmışlardır: “İnsanlar televizyonla yaşadıkları deneyimden sürekli olarak pasif, gevşek ve görece düşük bir konsantrasyon gerekƟren bir deneyim olarak bahsederler.” Düzmece seksi olduğu gibi düzmece acıları da fazla tüketmek, bedensel farkındalığı körleştirmeye hizmet eder. Bedensel deneyimlere büyük-büyükbabalarımızdan daha açık bir biçimde bakıyor ve onlar hakkında daha fazla konuşuyor olsak bile, fiziksel özgürlüğümüz göründüğü kadar büyük değil belki de; en azından, kitle ileƟşim araçları yoluyla bedenlerimizi kendi duyumlarından korkan insanlardan daha pasif şekillerde yaşıyoruz. O zaman bedeni ahlaki, duyumsal hayata geƟrecek olan nedir? Modern insanların birbirlerinin farkına daha çok varmalarını, fiziksel olarak daha duyarlı olmalarını sağlayacak olan nedir? İnsanların birbirlerine nasıl tepki verdikleri, birbirlerini nasıl görüp işiƫkleri, birbirleriyle temas içinde mi yoksa birbirlerinden uzak mı oldukları konusunda insan bedenlerinin mekansal ilişkileri bariz farklar yaraƨrlar. Mesela savaş filmini seyreƫğimiz yer, başka insanların arkadaşımın eline pasif biçimde tepki vermelerini etkilemişƟ. Filmi, New York’un kuzey ucundaki dev bir alışveriş merkezinde seyretmişƟk. Merkezin özel bir yanı yok, bir kuşak önce bir otoyol kenarında yapılmış otuz küsur mağazadan oluşan bir şerit halinde uzanıyor; içinde bir sinema kompleksi var ve etraķ karmakarışık, büyük park yerleriyle çevrili . Bu sıralarda meydana gelmekte olan ve nüfusu kesif kent merkezlerinden daha seyrek ve daha şekilsiz mekanlara, varoşlardaki lojmanlara, alışveriş merkezlerine, ofis kampüslerine ve sanayi sitelerine kaydıran büyük kentsel dönüşümün ürünlerinden biri.

Eğer varoştaki bir alışveriş merkezi havalandırmalı bir konfor içinde şiddeƟn keyfini çıkarmak amacıyla bir araya gelinen bir yer oluyorsa, insanları parçalı mekanlara taşıyan bu büyük coğrafi kaymanın, elle tutulur gerçeklik hissini zayıflatma ve bedeni pasifleştirme konusunda daha da büyük bir etkisi olmuştur. Bunun böyle olmasının nedeni en başta, yeni coğrafyayı mümkün kılan fiziksel deneyimdir, hız deneyimidir. İnsanlar bugün atalarımızın hayal bile edemeyeceği hızlarda seyahat ederler. Otomobillerden kesinƟsiz uzayıp giden dökme beton otoyollara kadar uzanan hareket teknolojileri insan yerleşimlerinin sıkışık merkezlerden çevre mekanlara genişlemesini mümkün kılmışƨr. Böylece mekan salt hareket amacının aracı haline gelmişƟr —arƨk kent mekanlarını onların içinde araba kullanmanın, onlardan çıkmanın ne kadar kolay olduğuna bakarak değerlendiriyoruz. Bu hareket güçlerine esir olmuş kent mekanının görünüşü zorunlu olarak nötrdür: Sürücü arabasını, ancak kente özgü dikkat dağıƨcı özelliklerin asgariye inmesi sayesinde güvenle sürebilir; iyi araba kullanmak standart işaretler, ayrım çizgileri, drenajlar ve ayrıca diğer sürücüler dışında sokak hayaƨ olmayan sokaklar gerekƟrir. Kent mekanı salt harekeƟn bir işlevi haline geldikçe, kendi içindeki uyarım kapasitesini de yiƟrir; sürücü mekanın içinden geçip gitmeyi ister, onun tarafından uyarılmayı değil.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir