Richard Brautigan – Babili düşlemek – Bir Özel Dedektiflik Romanı

2 Ocak 1942 günü, hem iyi, hem de kötü haberler getirdi. Önce, iyi haberler: yetersiz olduğumu ve II. Dünya Savaşı’na asker olarak katılamayacağımı öğrenmiştim. Kendimi asla vatan hainiymişim gibi hissetmedim, çünkü beş yıl önce İspanya’da kendi II. Dünya Savaşı’mda mücadele ettim. Bunun kanıtı olarak kıçımdaki bir çift kurşun deliğini gösterebilirim. Kıçımdan niye vurulduğumu asla anlayamayacağım. Zaten bu, berbat bir savaş hikâyesiydi. Kıçınızdan vurulduğunuzu anlattığınızda, insanlar size bir kahraman olarak bakmaz. Sizi ciddiye almazlar ama bu, hiçbir şekilde benim problemim değildi. Amerika’nın geri kalanı için başlayan savaş, benim için bitmişti. Şimdi de kötü haberler: Silahımda hiç kurşunum yoktu. Silahıma ihtiyaç duyduğum bir davayı daha yeni almıştım ama kurşunlarım tükenmişti. Daha sonra gün içinde ilk defa buluşacağım müşterim silahımla gelmemi istemişti; aklındaki şeyin boş bir silah olmadığını çok iyi biliyordum. Ne yapacaktım? Bir sentim bile yoktu ve San Francisco’daki kredim sıfırı tüketmişti.


Kirası ayda sadece sekiz papel olduğu halde eylül ayında ofisimden ayrılmak zorunda kalmıştım ve artık işlerimi kirasını iki aydır ödeyemeden yaşadığım, Nob Hill’deki ucuz apartmanın giriş koridorundaki jetonlu telefondan hallediyordum. Ayda otuz papellik kirayı bile karşılayamıyordum. Ev sahibem, benim için Japonlardan daha büyük bir tehtid oluşturuyordu. Herkes Japonların San Francisco’ya gelip tepelerden aşağı gidip gelen kablolu vagonları kullanmaya başlamalarını bekliyordu ama ben, inanın kıçımdaki ev sahibemden kurtulabilmek için Japonların bölgesine bile geçebilirdim. Apartman merdivenlerinin tepesinde durup bana; “Kiram ne cehennemde, seni beleşçi herif!” diye bağırırdı. Her zaman, çimento biriketleri için düzenlenen güzellik yarışmasında birincilik ödülünü kazanabilecek olan bedenini kaplayan dağınık bir bornoz giyerdi. “Bütün ülke savaşta ve sen kahrolası kiranı bile ödeyemiyorsun!” Yanında Pearl Harbor’un ninni gibi kalacağı bir sesi vardı. “Y evlilikleri bulanık bir akvaryumda gerçekleşmiş gibiydi. Hatta tren çarpan kocası bile üzerinde konuşmaya çok fazla layık değildi, ama sıcak su radyatörlerini tamir eden kocası hakkında konuşmaya doyamıyordu. Sanırım kadının sıcak su radyatörünü de çok güzel tamir ediyordu. Kadının sunduğu kahve her zaman çok hafif, donutlar da hafif bayat olurdu çünkü onları birkaç blok ilerdeki California Sokağı’nda bir fırından, bir önceki günün ucuzlamış malları arasından alırdı. Bazen onunla oturur kahve içerdim, çünkü yapacak başka hiçbir şeyim olmazdı. İşler yeni aldığım bu dava dışında olabileceği kadar yavaştı ve fakat bir araba kazasına karışıp mahkeme dışında kapatılan hesaptan elde ettiğim bir miktar param vardı. Böylece, birkaç ay önce ofisimi bırakmış olmama rağmen kiramı hâlâ ödeyebiliyordum. 1941 Nisan’ında sekreterimin işten ayrılmasına izin vermiştim.

Bunu yapmaktan nefret ettim. Benimle çalıştığı beş ay boyunca onu kovmaya çalışmıştım. Dost canlısıydı ama onunla güç bela iyi bir ilişki kurmuştum. Ofiste birkaç kez öpüşmüştük ama hepsi buydu. Onu postalamak zorunda kaldıktan sonra bana ayrılacağını söyledi. Bir akşam onu aradım; bana telefondan bazı keskin sözler fırlatmıştı: “. ve iyi öpüşemeyen biri olman dışında, sen berbat bir dedektifsin. Başka bir iş denemelisin. Otellerde oda hizmetçiliği senin için oldukça uygun olabilir.” KLİK İyi, peki… Domuz gibi bir kıçı vardı zaten. Onu işe almamın tek nedeni Çin Mahallesi’nin bu tarafındaki en düşük ücretle çalışmasıydı. Temmuz ayında ise arabamı sattım. Neyse, işte şimdi de silahımın kurşunları yoktu, alacak param da yoktu, kredim yoktu ve rehin bırakılabilecek hiçbir şeyim yoktu. Açlık aniden Joe Louis* gibi mideme çalışmaya başladığı sırada San Francisco’da, Leavenworth Sokağı’ndaki ucuz apartman dairemde oturmuş bu olaylar üzerine düşünüyordum. Mideme üç sıkı sağ yumruk ve buzdolabına doğru yöneldim.

Bu büyük bir hataydı. İçine baktım ve içindeki balta girmemiş orman bitkileri kaçmayı deneyince hızla kapattım. İnsanların benim durumumda nasıl yaşabileceklerini bilmiyordum. Apartman dairem o kadar kirliydi ki geçenlerde yetmiş beş vatlık ampüllerimi yirmi beş vatlık ampüllerle değiştirmiştim, böylece onları görmüyordum. Bu lüks bir şeydi, ama yapmak zorundaydım. Allahtan dairemde hiç pencere yoktu, yoksa gerçekten başım belaya girebilirdi. Apartmanım öylesine loştu ki bir apartmanın gölgesi gibi görünüyordu. Hep böyle mi yaşamıştım, merak ediyordum? Demek istediğim, bir annem olmalıydı, bana çok para kazanmamı, kendime dikkat etmemi ve çoraplarımı değiştirmemi söyleyen biri olmalıydı. Ben de söylediklerini yapardım ama sanırım çocukken bir tür alıklığım vardı, anlayamazdım. Bunun bir nedeni olmalı. Orada, buzdolabının yanında dikiliyor, bundan sonra aklıma sıkı bir fikir geldiğinde ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Kaybedeceğim neyim vardı ki? Kurşun alacak param yoktu ve açtım. Bir şeyler yemem gerekiyordu. Ev sahibemin dairesine gitmek için merdivenlere yöneldim. Kapıyı çaldım.

Bu, onun dünyada bekleyebileceği son şeydi, çünkü bir aydan fazla bir süredir, bir yılan balığı gibi ondan sıyrılmaya uğraşıyor ama her seferinde onun küfür ve lanet ağına yakalanıyordum. Kapıyı açtığında, orada, karşısında dikilenin ben olduğuma inanamadı. Kapı tokmağından elektrik çarpıyormuş gibi bir hali vardı. Tam anlamıyla dili tutulmuştu. Bu avantajı sonuna kadar kullandım. “Evreka!” diye bağırdım suratına karşı. “Kirayı ödeyebilirim! Binayı satın alabilirim! Bunun için kaç para istiyorsun? Yirmi bin nakit, yeter mi! Gemim geldi! Petrol! Petrol!” Kafası öylesine karışmıştı ki beni dairesine aldı, oturmam için bir sandalye gösterdi. Hâlâ ağzından tek bir sözcük bile çıkmamıştı. Onu gerçekten haklamıştım. Kendime inanmakta zorlanıyordum. Onun dairesine girmiştim. “Petrol! Petrol!” diye bağırmaya devam ediyordum, ardından topraktan petrol fışkırma hareketleri yapmaya başladım. Gözlerinin önünde tamamen petrole dönüştüm. Oturdum. O da karşıma oturdu.

Ağzı hâlâ tutkalla yapışmış gibiydi. “Amcam, Rhode Island’da petrol buldu!” diye ona bağırdım. “Yarısı benim. Zenginim. Senin apartman dediğin bu pislik yığınına yirmi bin nakit veriyorum! Yirmi beş bin!” diye bağırıyordum. “Seninle evlenmek ve küçük apartmanlardan oluşan kocaman bir aile yaratmak istiyorum! Evlilik belgemizi, bir YERYOK tabelasının üzerine bastırmak istiyorum!” İşe yaradı Bana inandı. Beş dakika sonra elimde bir fincan çok hafif kahve tutuyor ve bayat bir donut’u çiğniyordum. Kadın da benim adıma ne kadar çok sevindiğini anlatıyordu. Ona petrol payımın ilk milyon doları elime ulaştığında gelecek, yani hafta binayı satın alacağımı söyledim. Dairesinden ayrıldığımda açlığım hafiflemiş, kiracılığımın bir hafta daha süreceği kesinleşmişti; elimi sıktı ve “Sen iyi bir çocuksun. Rhode Island’da petrol, ha!” dedi. “Evet, öyle,” dedim. “Hartford yakınlarında.” Gidip silahıma biraz kurşun almak için beş dolar isteyecektim ama onu yalnız bırakmamın daha iyi olacağını düşündüm. Ha, ha.

Espiriyi anladınız mı?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir