Jack Higgins – Vuruş

Land Rover sokağın köşesinde belirdiğinde, Kelly Kutsal Ad Kilisesinin önünden geçmekteydi. Hemen kapı boşluğuna atıldı, ağır kapıyı açarak içeriye süzüldü ve dışarıyı gözetleyecek şekilde kapıyı aralık bıraktı. Land Rover’in tentesi açıktı, bu nedenle sürücüsü ve arkada oturan iki polis kolayca görülüyordu. Üzerlerinde Kraliyet Ulster {1} Polisinin koyu yeşil üniformaları vardı, Sterling marka hafif makineli tüfekleri ise her an kullanıma hazır bir durumdaydı. Cip dar sokakta ilerledi ve Drumore’nin merkezine doğru gözden kayboldu. Bir süre yarı karanlığın güvencesinde bekledi, burnuna gelen bildik kokunun farkındaydı. «Tütsü, mumlar ve kutsal su,» dedi yavaşça ve parmağını kapının yanındaki granit tasa daldırmak için uzattı. «Senin için yapabileceğim bir şey var mı, oğlum?» Ses fısıltıdan biraz daha yüksekti. Kelly sese doğru dönerken karanlığın içinden bir papaz çıktı. Mum ışığında parıldayan bembeyaz saçlı, eski püskü bir cüppe giymiş, yaşlı bir adamdı. Bir elinde de şemsiye tutuyordu. «Yalnızca yağmurdan korunuyordum Peder.» dedi Kelly. Ellerini açık kahverengi eski yağmurluğun ceplerine iyice daldırmış ve omuzlarını hafifçe kamburlaştırmış, öylece dikiliyordu. Kısa boyluydu, en çok bir altmış beş olmalıydı ve bir delikanlıdan pek büyük değildi; ama eski fötr şapkasının altında görünen beyaz şeytani yüzü ve insanın içini görüyormuş gibi bakan siyah anlamlı gözleri daha fazlasını anlatıyordu.


Yaşlı papaz işte tüm bunları gördü ve anladı. Tatlı bir gülümsemeyle. «Sanırım, Drumore’de oturmuyorsun değil mi?» diye sordu. «Hayır, Peder, yalnızca geçiyordum. Burada bulunan Murphy’nin Yeri adlı birahanede bir arkadaşımla buluşacaktım.» Konuşmasında Ulsterlilerin o belirgin sert aksanı yoktu. Papaz, «Cumhuriyet’ten misin?» diye sordu. «Evet, Peder. Dublin’den. Bu Murphy’nin Yerini biliyor musun? Benim için çok önemli. Arkadaşım beni Belfast’a götürmeye söz vermişti. Orada çalışma şansım var.» Papaz evet anlamında başını salladı. «Gel de göstereyim. Yolumun üzerinde.

» Kelly kapıyı açtı, yaşlı adam dışarıya çıktı. Yağmur şiddetlenmişti, şemsiyesini açtı. Kelly de şemsiyenin altına girdi ve kaldırım boyunca birlikte yürümeye başladılar. Benimle Kal adlı eski bir ilahiyi çalan bandonun sesi duyuluyor, ona eşlik eden insan sesleri de yağmurda hüzünlü bir şekilde yükseliyordu. Yaşlı papaz ve Kelly bir an durdular ve kasaba meydanına doğru baktılar. Granitten bir savaş anıtı vardı, ayağına çelenkler konmuştu. Çevresinde küçük bir kalabalığın yer aldığı anıtın bir yanında da bando duruyordu. İrlanda Kilisesinden bir papaz töreni yönetmekteydi. Dört yaşlı adam da ellerindeki bayrakları yağmurda gururla tutuyorlardı. Kelly bunlardan yalnızca İngiliz bayrağını tanıyordu. «Nedir bu?» diye sordu. «Her iki Dünya Savaşlarında ölenlerin anıldığı Ateşkes Günü Töreni. Şurada gördüklerin İngiliz Alayının buradaki yerel şubesi. Protestan dostlarımız geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmaktan hoşlanırlar.» «Ya, öyle mi?» dedi Kelly.

Yürümeye devam ettiler. Köşede küçük bir kız duruyordu, yedi ya da sekiz yaşından büyük olamazdı. Tıpkı üstündeki ceket gibi bir iki numara büyük eski bir bere giymişti. Çoraplarında delikler vardı ve ayakkabıları da eskiydi. Yüzü solgundu, derisi çıkık elmacık kemikleri üzerine iyice yapışmıştı, ama koyu renk gözleri cin gibi bakıyordu. Önünde karton bir tablayı tutan ellerinin soğuktan mosmor olmasına karşın, yine de gülümsemeyi başardı. «Merhaba, Peder,» dedi kız. «Bir gelincik alır mısın?» «Zavallı çocuğum, böyle bir havada evde olman gerekir.» Cebinden çıkardığı bozuk parayı kızın teneke kumbarasına attı ve karton tablodan bir gelincik aldı. Sonra da Kelly’e dönerek, «Şanlı ölülerimizin anısına,» dedi. «Gerçekten mi?» diyen Kelly döndüğünde, kızın kendisine çekinerek bir gelincik uzattığını gördü. «Bir gelincik alın, efendim.» «Neden olmasın?» Kız gelinciği Kelly’nin yağmurluğuna iğneledi. Kelly bir an bitkin küçük yüze, siyah gözlere baktı, sonra içinden küfretti. İç cebinden deri bir cüzdan çıkardı, açtı ve iki sterlin çekip aldı.

Kız gözlerini paraya dikti, şaşkındı. Kelly parayı rulo yaptı, kızın teneke kumbarasına attı. Sonra da gelincik tablasını yavaşça ellerinin arasından aldı. «Evine git,» dedi usulca. «Isın. Yakında dünyayı yeterince soğuk bulacaksın, küçük.» Kızın gözlerinden anlamadığı belliydi, döndü ve koşarak uzaklaştı. «Ben de İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’da Somme’deydim,» diyen yaşlı papaz başıyla anıtın çevresindeki kalabalığı işaret ederek devam etti. «Ama şuradaki kalabalık bunu unutmayı yeğliyor.» Bir yandan da başını olumsuzca iki yana salladı. «Çok kişi öldü. Onlara Katolik mi, yoksa Protestan mı olduklarını soracak zamanım olmadı.» Durdu ve yolun karşı tarafına baktı. Rengi solmuş bir tabelada Murphy’nin Yeri yazıyordu, «işte geldik. Onları ne yapacaksın?» Kelly elindeki gelincik tablasına baktı.

«Tanrı bilir.» «O’nun bildiğine genellikle tanık oluyorum.» Yaşlı adam cebinden gümüş bir tabaka çıkardı ve Kelly’e sunmaksızın içinden bir tane sigara seçti. Sonra yaktığı sigaranın dumanını öksürerek savurdu. «Genç bir papaz olduğum sıralarda Norfolk’ta eski bir Katolik kilisesini ziyaret etmiştim. Ortaçağa ait, kimin yaptığı bilinmeyen harikulade bir duvar resmi vardı. Elinde orak tutan, kapkara kukuletalı cüppesi içinde Ölüm Hasatını almaya gelmişti. Onu bugün kilisemde yine gördüm. Tek fark ise, bu kez fötr bir şapka ve eski bir yağmurluk giyiyordu.» Birden titredi. «Evine git. Peder,» dedi Kelly yavaşça. «Burası senin için çok soğuk.» «Evet,» dedi yaşlı adam. «Hem de çok fazla soğuk.

» Bando yeni bir ilahiye başlarken yaşlı adam hızla uzaklaştı. Kelly döndü, birahanenin önündeki basamakları çıktı ve kapısını iterek açtı. İçeriye adımını attığında kendisini uzun ve dar bir odada buldu. Odanın öteki ucunda bir kömür sobası yanmaktaydı, içerde dökme demirden yapılmış birçok masa ve sandalyeyle duvar boyunca bir bank vardı. Bar koyu renk maundandı, üstü mermer kaplıydı, ayak seviyesinde ise pirinç bir çubuk uzanıyordu. Kenarlarındaki ince yaldız tabakasının yer yer soyulup altındaki ucuz alçının göründüğü büyük bir aynanın önüne içki şişeleri dizilmişti. Hiç müşteri yoktu, yalnızca bira tulumbalarına yaslanan barmen vardı. Yüzü yağdan kat kat olmuş, nerdeyse tümüyle dazlak, İriyarı biriydi. Yakasız gömleğinin boyun kısmı kir içindeydi. Başını kaldırıp Kelly’e baktı ve bakışları gelincik tablasına takıldı. «Benim çiçeğim var.» «Hepimizde yok mu sanki?» Kelly tablayı masaya koydu ve bara yaslandı. «Nerede herkes?» «Meydandaki törende. Burası bir Protestan kasabası, evlat.» «Benim de öyle olmadığımı ne biliyorsun?» «Ya, yirmi beş yıldır birahanecilik yapan ben bilmeyeceğim ha? Saçmalama.

Söyle bakalım, hangi içkiyi seviyorsun?» «Bushmills.» Şişman adam başını beğeniyle salladı ve bir şişeye uzandı. «Ağzının tadını biliyorsun.» «Murphy sen misin?» «Öyle diyorlar.» Bir sigara çıkarıp yaktı. «Sen buralardan değilsin.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir