Aziz Aloysius Çocuk Araştırma Hastanesi Ithaca, New York 02:55 Kadına gözlerini dikmiş bakıyordu; yüzündeki ifade sert ve kararlıydı. Kadının da bildiği gibi bunu onaylamıyordu. “Bana o şekilde bakmaktan vazgeç, Luigi. Ben deli değilim.” Ön girişte bulunan bekleme odasındaydılar, burası belli bir sıcaklıktaydı ve dışarıdan gelebilecek soğuğa ve mikroorganizma kaynaklı kirleticilere karşı arındırılmış durumdaydı. Parkasındaki kar tanelerini temizledi kadın ve eldivenlerini çıkardı. Sonra da karşısındaki genç erkeğin soğuk yanaklarını okşadı. “İnsaflı davranmıyorsun. Hepiniz, bunu anlamalısınız. Tanrı bizim sonsuza kadar yaşamamızı istemedi.” Son üç ay boyunca aralarında bir tür ilişki gelişmişti. Kadın sık sık geceleri alt kata iner ve onunla konuşurdu. Bu konuşmalar Katolik olmak, yaşam ve ölüm, ölümden sonraki hayat ve çocuğun iyi bildiği diğer tüm bu konular hakkında olurdu.Gencin gözlerinin derinliklerine bakar ve asla gelmeyen cevaplar beklerdi. Çocuğun gözleri, kadına her zaman ruhunu görüyormuşçasına bakardı; bu gece ise sanki kadının ne yaptığını biliyormuş gibi sadece kendi üzüntüsünü yansıtıyordu. “Tek yol bu.” Cevap vermedi – asla vermezdi zaten – babasının öfke dolu gözlerinden gözlerini kaçıran pişman çocuklar gibi kadın da gözlerini indirdi. Onun kısa hayatının anlatıldığı taş heykelin yanındaydılar: 1568 yılında İtalya’da doğan Luigi Gonzaga’nın heykeli. On yedi yaşında İsa’nın Askerleri’ne katılarak Cizvit eğitimi almıştı; Roma’da bulunan bir Katolik hastanesinde vebaya yakalanmıştı. Bu hastalığın kimsenin dokunmak istemediği en korkunç kurbanlarıyla ilgilenirken yirmi üç yaşında hayatını kaybetmişti. Kilise, başkaları için hayatını hiçe saymasını azizlikle ödüllendirmiş, ona çocukların koruyucusu Aziz Aloysius demişti. “Ve ben Bakire Meryem’im.” Kadının gözleri hızla insan boyundaki heykelin yüzündeki ifadeye takıldı, o rahatsız edici gözlere. Kadını anlayamazdı. Kadın arkasını döndü ve hastaneye girdi, danışma masasını geçip asansörlere doğru gitti. Kimseyi görmedi, kimse de onu. Hastane gece vardiyasında bomboş olurdu; tüm o saatler boyunca çocuğunu bırakmaya isteksiz, uyumaması gerektiğinden ıssız koridorlarda bir başına yürürdü. Son birkaç gecedir şu anda yürüdüğü kısmı yürümüştü; girişi ve çıkışı toplam yedi buçuk dakika sürüyordu. Duvarlar koridor boyunca aydınlatılmıştı, her biri muntazam şekilde asılmış tavandan sarkan objelerle süslenmişti. Çocuklar için oyun alanlarında kocaman süper kahraman kartonları vardı. Hastalar tarafından yapılmış rengârenk resimler sanki müzedeki sanat eserleriymiş gibi duvarlara asılmıştı. Hemşireler parlak renklerden çeşit çeşit önlükler giyiyorlardı. Renkler, sanat, avludaki gün ışığı, şifa verici bahçeler – hastane çaresizce burayı neşelendirmeye çalışıyordu ama ölümün kokusu bu yerin her tarafına işlemişti. Bunu görmezden gelmek imkânsızdı. Fakat bu gece bundan kaçabilirlerdi. Merdivenlerle üçüncü kata çıkıp sola dönerken lastik tabanlı ayakkabıları oldukça sessizdi. Üçüncü Kat Batı kısmı: araştırma kanadı. Gece vardiyasında sadece birkaç hemşire görevde olurdu ve 03:00 gibi yemek molasına çıkarlardı. Hemşirelerin odasına yaklaştıkça gelen sesleri duyabilmek için adımlarını yavaşlattı; hiçbir sesin gelmediğine emin olduğunda hemen önünden geçip gitti. Tam köşeyi dönmüştü ki ayak seslerini duydu; hemen kendini temizlik dolaplarından birine attı. Ayak sesleri kesildi, başını odadan dışarıya çıkardı ve görevli hemşire Kelly Fitzgerald’ın sırtını gördü. Kelly de kendi gibi İrlandalıydı ve otuz yaşında, ondan sadece beş yaş büyüktü; hemencecik arkadaş olmuşlardı. Gece yarıları pek çok defa arkadaki merdivenlerde sigara ve çay içmişlerdi. Bu gece arkadaşına selam vermeyecekti. Odadan dışarı çıktı, kapıyı arkasından usulca kapadı ve köşeyi dönüp koridorun ucuna ulaştı. 312 numaralı odanın önünde durdu, kapısını açtı ve kafasını içeri uzattı. İçerdeki çocuk uyuyordu. Tekrar dışarı çıktı ve 320 numaralı odaya gitti. Loş ışıkta on altı yaşında bir erkek çocuğu yatakta yatıyordu. Jimmy’nin California’da yapılan bir sokak yarışı sırasında kontrolünü kaybederek yakınlardaki telefon direğine çarpması sonucu boyundan aşağısı felçli kalmıştı. Deneysel bir omurilik ameliyatı geçirmişti. O bir kobaydı. Üçüncü kat batı kısmında herkes bir kobaydı. Jimmy de onun arkadaşıydı. Sıklıkla sohbet ederlerdi ve ne zaman ağlasa çocuğu teselli ederdi. Çocuk bir daha asla yürüyemeyeceğini, top oynayamayacağını, buluşması olamayacağını ve normal bir yaşama sahip olamayacağını biliyordu. Aptalca bir gençlik hatası sonucunda tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu. Ölmek istediğini söylemişti. Kadın üzerine eğildi, onu alnından öptü, sonra da solunum cihazının fişini çekti. Kadın odadan çıktı ve tekrar 312 numaralı odaya koştu. Tüm gece vardiyası hemşireleri Hemşire Kelly öncülüğünde önlerinde yoğun bakım aracıyla köşeyi dönmeden önce kapıyı kapatmayı başardı. Çalan alarm zili hemşire odasının arkasından geliyordu. Hepsi de Jimmy’yi kurtarmak için mücadele ediyorlardı, kurtaracaklarını biliyordu kadın. Orada Jimmy’yi öldürmek için bulunmuyordu. Orada çocuğunu kurtarmak için bulunuyordu. Kızın örgü beresine uzandı ve hızla kızın kızıl kıvırcık saçlarını da içine alacak şekilde örttü kafasına. Dışarısı soğuktu. Buraya geldikleri ilk gün hediye mağazasından aldığı Aziz Aloysius ikonasını ve zincirini de kızının pijamasının içine koydu. Kızını da battaniyeye sarıp, kucaklayıp kaldırdı. Damarlarında adrenalin en yüksek seviyeye ulaşmıştı; kızın ağırlığı ona tüy gibi gelmişti. Kapıya gitti ve dışarıyı gözetledi. Görünürde kimseler yoktu. Odadan çıkıp koridora daldı ve artık bomboş olan hemşire odasının önünden hızla geçti. Zemin katına ulaşmak için merdivenleri fırtına gibi indi. Ön kapıyla arasındaki tek engel danışma masasıydı artık. Köşede bir kez daha durdu ve dinledi; kimsenin sesi gelmiyordu. Gece vardiyasında görevli olan yaşlı Bert içecek bir şeyler almaya gitmiş olmalıydı ya da hemşirelerle bir yerlerde gevezelik ediyordu. Derin bir nefes aldı ve köşeden ok gibi fırladı, danışma masasının önünden geçti ve Aziz Aloysius heykeline doğru gitti. Durmadı, gözlerinin içine bakmadı; gözlerindeki hayal kırıklığını görmeye dayanamazdı. Sadece “Elveda, Luigi,” dedi sonra da çocuğuyla beraber ön kapıdan fırladı. Hızla yağan kara aldırmadan otoparktaki dört çeker cipine doğru gitti. Arka kapısını açtı ve kızını yatırdı. Kızı uyanmıştı. “Anneciğim?” Kızının yüzünü okşadı. “Şşşş. Her şey yolunda artık, tatlım. Başka test yok.” Çocuk uykusunda gülümsedi. Kızını emniyet kemeriyle bağladı, sonra da sürücü kısmına bindi kadın. Motoru çalıştırdı, gazı kökledi ve karanlık geceye doğru sürdü. İkisi de artık özgürdü.
Mark Gimenez – Avukat
PDF Kitap İndir |