Douglas Adams – Kutsal Dedektiflik Burosu

Bu sefer ortada hiçbir şahit olmayacaktı. Bu sefer sadece ölü toprak ile gök gürültüsü vardı ve bir de, dünyanın en önemli olaylarının pek çoğuna eşlik ettiği görülen, kuzey-doğu yönlü o dinmek bilmeyen hafif yağmur. Önceki günün ve daha önceki günün fırtınaları ve bir önceki haftanın selleri artık dinmişti. Gökyüzü hâlâ yağmur yüklüydü, fakat yaklaşan akşam karanlığında yağan şey sadece kasvetli bir serpintiydi. Bir rüzgâr, karanlığa bürünmeye başlanan ovanın, alçak tepelerin ve derinliği olmayan bir vadinin üzerinde sertçe esiyordu. Vadinin içinde kuleye benzer, çamurun karabasanına bulanmış, tek başına duran eğik bir yapı vardı. Bu, kararmış bir kule kalıntısıydı. Cehennemin en korkunç çukurlarının birinden püskürmüş bir magma parçası gibi duruyordu. Kendi ağırlığının dışında, sanki daha ürkütücü bir şeyin baskısı altındaymış gibi eğilmişti. Ölmüş bir şeye benziyordu, çok uzun zaman önce ölmüş. Tek görülen hareket, vadinin dibinde bir çamur ırmağının kulenin yanından ağır ağır akmasıydı. Irmak, bir mil kadar sonra, dar ve derin bir yarıktan girip yeraltında kayboluyordu. Fakat akşamın karanlığı arttıkça kulenin tamamıyla cansız olmadığı ortaya çıktı. Yapının derinliklerinde sönük kırmızı bir ışık vardı. Güçlükle görülebilen bir ışıktı bu – bu sefer onu görecek kimse, hiçbir şahit yoktu, fakat ne de olsa, bu bir ışıktı.


Işık, her birkaç dakikada bir, biraz daha arttı, biraz daha parlaklaştı ve sonra yavaş yavaş neredeyse sönecek gibi soldu. Aynı zamanda, hafif ve tiz bir ses rüzgarda dalgalandı, bir feryat gibi yükseldi ve sonra o da azalıp kayboldu. Zaman geçti, sonra başka bir ışık belirdi. Bu, daha küçük ve hareket eden bir ışıktı. İlk önce zemin katta ortaya çıktı ve sallanarak kuleyi dolandı,yol alırken arada sırada duruyordu. Sonra ışık ile onu taşıyan ve gölgeler içinde güçlükle ayırt edilen bir şekil, içeriye girip bir kere daha ortadan kayboldu. Bir saat geçti ve sonunda mutlak bir karanlık ortalığı sardı. Dünya ölü gibi görünüyordu, bomboş bir gece. Işık, daha sonra kulenin zirvesine yakın bir yerde yeniden ortaya çıktı. Işığın gücü, bu sefer belli bir gayesi varmış gibi artmaya başlamıştı. Hızla daha önce erişmiş olduğu parlaklık derecesine ulaştı ve büyümeye devam etti, durmadan gücü artıyordu. Ona eşlik eden tiz ses, bir feryat haline dönüşecek şekilde keskinleşti. Feryat gittikçe yükseldi. Sonunda ses, kör edici bir sese ve ışık ise, sağır edici bir kızıllığa dönüştü. Sonra ansızın ikisi birden kesildi.

Sessiz karanlık, saniyenin binde biri kadar sürdü. Kulenin altındaki çamurun derinliklerinden, soluk renkli yeni bir ışık, şaşırtıcı bir şekilde göründü ve büyüdü. Gökyüzü dişlerini sıktı, bir çamur dağı yıkıldı, toprak ile gökyüzü birbirine kükredi, bulutları lekeleyen iğrenç bir pembelik, ani bir yeşillik ve etkisi süren bir portakal rengi ortaya çıktı ve sonunda gece derin ve korkunç bir karanlığa büründü. Suyun yumuşak şırıltısı dışında başka bir ses kalmadı. Fakat sabahleyin güneş alışılmamış bir parlaklıkla yükseldi. Bu yeni gün daha ılık, daha berrak ve daha parlak bir gündü veya öyle görünüyordu veya eğer orada olayı kavrayabilecek birisi olsaydı, öyle görünecekti -öncekilere göre daha canlılık taşıyan bir gün. Vadinin yıkık kalıntıları arasından berrak bir ırmak akıyordu. Ve zaman gerçekten geçmeye başladı. II Elektronik bir Keşiş, yüksek ve kayalık bir tepede, canı sıkkın bir atın üstünde oturuyordu. Makina, kaba dokunmuş keşiş başlığının altından, kendisine sorun yaratan vadiye gözünü bile kırpmadan dikkatle bakıyordu. Gün sıcak bir gündü. Güneş, boş ve bulanık bir gökyüzünde dikilmiş duruyor, gri renkli kayalıkları ve bodur kavruk otları yakıp kavuruyordu. Kımıldayan hiçbir şey yoktu, hatta Keşiş bile hareketsizdi. Sadece atın kuyruğu bir parça oynuyor, havayı biraz harekete geçirmek amacıyla hafifçe sallanıyordu. Bunun dışında kımıldayan bir şey yoktu.

Elektronik Keşiş, bulaşık makinası ve video kayıt cihazı gibi, zaman kaybını önlemek için yapılmış bir makinaydı. Bulaşık makinaları can sıkıcı tabakları sizin için yıkar, böylece sizi onları yıkama sıkıntısından kurtarır,video kayıt cihazları can sıkıcı televizyonu sizin için izler, böylece sizi izlemek sıkıntısından kurtarır. Elektronik Keşişler de sizin için bir şeylere inanır ve böylece, herkesin sizden inanmanızı beklediği bütün o şeylere inanmak gibi, gittikçe zahmeti artan bir işi yapmaktan sizi kurtarır. Ne yazık ki, bu Elektronik Keşiş‘te bir arıza meydana gelmişti, bunun sonucunda önüne gelen her şeye rastgele inanmaya başlamıştı. Hatta öyle şeylere inanmaya başlamıştı ki, Salt Lake City’de bile onlara inanılmakta güçlük çekilirdi. Şüphesiz, bu makinanın Salt Lake City’den haberi yoktu. Ne de, bu vadi ile Utah’daki Büyük Tuz Gölü arasındaki mesafeye kabaca karşılık gelen beş gigiliondan haberi vardı. Vadi ile aralarındaki sorun şuydu: Keşiş, o sırada vadinin, vadinin içindeki ve çevresindeki her şeyin – Keşişin kendisi ve atı da dahil olmak üzere- soluk pembe bir renkte olduğuna inanıyordu. Bu durum, herhangi bir şeyi herhangi bir başka şeyden ayırt etmeyi oldukça zorlaştırıyor, bu yüzden bir şey yapmayı veya bir yere gitmeyi imkânsızlaştırıyor veya hiç olmazsa güç ve tehlikeli bir hale sokuyordu. Keşişin hareketsizliğinin ve atın can sıkıntısının nedeni buydu. At, yaşamı boyunca pek çok aptalca şeye katlanmak zorunda kalmıştı, fakat bu son durumun bunların en aptalcası olduğunu gizlice düşünüyordu. Keşişin bu şeylere inanma süresi ne kadardı? Keşişe sorarsanız, sonsuza kadar. Dağları hareket ettiren veya bütün karşı delillere rağmen onların pembe renkte olduğuna sanan inanç, çok büyük bir kaya gibi, ne yaparsanız yapın, asla yerinden kımıldayamayacak bir inançtı. At ise, gerçekte bunun genellikle yirmi dört saat sürdüğünü biliyordu. Öyleyse, bu at nasıl bir şeydi ki, düşünebiliyor ve şüphe edebiliyordu? Bu, bir at için olağanüstü bir davranıştı, öyle değil mi? Belki, bu at da, olağanüstü bir attı? Hayır.

Türünün göze hoş gelen ve sağlam yapılı bir örneği olmasının dışında, tamamıyla sıradan bir attı. Ona benzeyen atlar, yaşam bulunan yerlerin çoğunda birbirine yakın bir evrim sonucunda meydana gelmişlerdi. Atlar, her zaman açığa vurduklarından çok daha fazlasını anlamışlardır. Her gün, bütün gün boyunca, üstünde bazı yaratıklar taşımak ve onlar hakkında bir fikre sahip olmamak zordur. Diğer taraftan, her gün, bütün gün boyunca, başka bir yaratığın üstünde oturmak ve onlar hakkında en küçük bir fikir sahibi olmamak da kesinlikle mümkündür. Bu keşişlerin ilk modelleri üretildiği zaman, bunların ilk bakışta yapay nesneler olduğunu anlamanın önemli olduğu düşünülmüştü. Onların gerçek kişilere benzemek gibi tehlikeli bir durum yaratmaması gerekiyordu. Video kayıt cihazınızın, televizyon izlerken bütün gün kanepenin üzerinde uzanıp yatmasını istemezsiniz. Onun burnunu karıştırmasını, bira içmesini veya pizza ısmarlamasını istemezsiniz. Keşişler, böylece yenilik içeren bir modelde ve ata binme yeteneğine sahip olarak üretilmişti. Bu nokta önemliydi. Kişiler, hatta nesneler, atın üzerinde daha inandırıcı görünüyordu. Bu yüzden iki bacağın, daha normal olan on yedi, on dokuz veya yirmi üç bacak yerine, daha uygun ve daha ucuz olduğu düşünülmüştü. Keşişlere mor yerine pembeye çalan, pürüzlü olmak yerine düzgün bir deri verilmişti. Tek bir ağız ve burun yeterli olacaktı, fakat ona bir ek göz daha verilmişti, böylece keşişin tam iki tane gözü olmuştu.

Gerçekten de garip görünüşlü bir yaratıktı. Fakat en inanılmaz şeylere inanmakta üstüne yoktu. Bu Keşiş ise, tek bir gün içinde kendisine inanmak için çok fazla şey verilince, ilk arızasını yapmıştı. Bir yanlışlık eseri, aynı anda on bir televizyon kanalını izleyen bir video kayıt cihazına bağlanmıştı ve bu da mantık dışı devrelerinde bir hasara yol açmıştı. Şüphesiz, video kayıt cihazı sadece programları izlemekle yükümlüydü, onlara bir de inanmak zorunda değildi. Kullanma el kitaplarının önemli işte buradadır. Savaşın barış olduğuna, iyinin kötü olduğuna, ayın mavi peynirden yapılmış olduğuna ve Tanrının belli bir posta kutusu numarasına gönderilecek çok miktarda paraya ihtiyacı olduğuna inanmakla geçen çılgınca bir haftadan sonra, Keşiş bütün masaların yüzde otuz beşinin hünsa olduğuna inanmaya başlamış ve sonra tamamıyla bozulmuştu. Keşişlerin satıldığı dükkanda çalışan adam, makinanın yeni bir ana kumandaya ihtiyacı olduğunu söylemiş, fakat sonra yeni geliştirilmiş İki Yıldızlı Keşiş modelini göstermişti. Bu yeni model iki misli daha güçlüydü ve belleğinde can sıkıcı bir sistem hatasına neden olmaksızın, aynı anda on altı adet tamamıyla değişik ve çelişkili fikri taşımak için, yeni geliştirilmiş çok işlevli bir Negatif Kapasite bulunuyordu. Bunun yanı sıra,bu yeni model, iki misli daha hızlıydı ve ağzı en azından üç misli daha çok laf yapıyordu. Üstelik, yeni bir modele, eski modelin ana kumandasını yenileme maliyetinden daha ucuza sahip olabiliyordunuz. Yapılacak şey buydu. Ve öyle de yapılmıştı. Bozuk Keşiş makinası çöle gönderilmişti, orada canı ne isterse ona inanabilirdi, kendisine kötü davranıldığı fikri de buna dahildi. Atını birlikte götürmesine izin verilmişti, zira atların imalatı çok ucuzdu.

Keşiş, değişik zamanlarda üç veya kırk üç veya beş yüz doksan sekiz bin yedi yüz üç olduğuna inandığı günler ve geceler boyunca çölde dolaşmış, basit Elektrik güvenini kayalara, kuşlara, bulutlara ve var olmayan bir fil-kuşkonmaz türüne verdikten sonra, sonunda buraya, bu yüksek kayanın üzerine, bütün derin inancına rağmen, pembe renkli olmayan bir vadinin karşısına gelmişti. Vadide en küçük bir pembelik yoktu. Zaman geçmeye devam etti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir