Filiz Özdem – Düş Hırkası

Tuğla duvarlı yığma binaların pencereleri dostça birbirine, küskünce de bir avluya bakıyordu. Ne zaman sert bir rüzgâr esse, ait olduğu gövdeyle bağı zayıflamış, yerinde emanet duran taş parçaları birer ikişer avluya düşüyordu. Binalar, yerin dibinden, zemin ya da orta katlarından veya çatıdan, koridorlarla, bazısı üstü açık, kimi de kapalı köprülerle, bazı yerlerde de kapılarla birbirine bağlanıyordu. Yapılara sonradan eklenen katların duvarlarına vurulan sıva bile çoktan yer yer dökülmüş, çatlaklar oluşmuştu. Oluklardan aşağı inen boruların kopan kısımları tellerle birbirine tutturulmuş, teller de paslanmıştı. Giriş katlarında hayat sürüyordu. Renk renk kurdele, biye, düğme, fular, şapka, eldiven, çanta, kemer, çorap, oyuncak, kitap, toka, yüzük, küpe, bilezik, kolye, etek, tunik, mintan, gelinlik, kilim fırlıyordu küçücük dükkânların vitrinlerinden. Gelip geçenlerin, avare bir edayla eşyalara bakanların, alışveriş edenlerin bedenleri birbirine değiyordu geçidin avluya çıkan daracık koridorunda. Nem, küf, kumaş, kâğıt ve tütsü kokusu birbirine karışıyordu. Bütün günü bir o dükkânın bir ötekinin önüne kıvrılıp uyuklayarak geçiren miskin, kara bir köpek musallat olmuştu bir süredir geçide. Bazen de avludaki kahvenin taburelerinin arasında, sırtını bir taburenin bacağına dayayarak yan gelip yatıyordu. Başını zorla yerden kaldırarak, tek gözü yarı açık, müşterilerin verdiği simit, sandviç parçalarını dişliyordu. Köpeğin dünyadan kopuk bu hali herkesin ilgisini çekiyor, her yanından geçen durup başını okşuyor, sırtını sıvazlıyordu. Uzaktan geçerken görenler bile yollarını değiştirip onu sevmek için yanına geliyorlardı. Köpek bu sevgiye karşılık vermek için kılını kıpırdatmıyor, kuyruğunu bile sallamıyordu.


Köpek olmaya bile mecali yoktu sanki. Onun bu tepkisizliği sevgiyi kabul ettiği anlamına geliyordu. Onu sevenlerin sayesinde bir sürü adı oldu: Kara, Kara Derviş, Miskin, Uykucu, Tembel Teneke, Yatık, Batak, Rüyacı, Halsiz, Geçkin, Geçmiş, Sıfır, Hayal, Ruh, Bezgin… saymakla bitmez. Ne bu kadar çok adının olduğunun farkındaydı, ne de herkesin onunla böyle ilgilenmesi umurundaydı. Kimseye havlamıyordu. Dibine kadar gelip yerinden kalksın diye sürekli kornaya basan, kalkmayınca otomobilin camından kolunu sarkıtarak seslenen, bağıran polislere havlıyordu yalnızca. “Ne? Ne var? Rahatsız etmeyin beni!” der gibi, kısa ve güçlü birkaç isyan nidası. Bir de ardında dolanan, burnunu burnuna, kuyruğunun altına sürten erkek köpeklerle bir süre oynaşıyor, ama arkasına geçip de üstüne çıkmaya çalıştıklarında yaygarayı koparıyordu. Hav da hav, ki ne hav. Tembel miydi, uykucu muydu, rüya mı görüyordu, varlığını bir rüyanın parçası olarak mı görüyordu yoksa, bunu kimse bilemez. Belki de yalnızca bir vazgeçmişti; ömür dolduruyordu. Avluda bu köpekten hiç de geri kalır hali olmayan bir sürü kedi vardı. Neyse ki içlerinden daha genç olanlar arada sırada koşturup birbirini kuyruğundan yakalamaya, çay kahve içenlerin kucaklarına çıkmaya çalışıyordu. Yaşlıca olanlar ise vitrinlerin içinde, dışarıdaki tezgâhların üstünde uyukluyordu.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir