Ian McEwan – Beton Bahçe

Babamı ben öldürmedim, ama işini kolaylaştırdığımı hissettim zaman zaman. Kendi ϐiziksel gelişimimde bir dönüm noktasıyla aynı zamana rastlaması dışında, babamın ölümü sonradan olanların yanında önemsizdi. Odžlümünden sonraki hafta kız kardeşlerimle babam hakkında konuştuk; ambulansçılar onu kıpkırmızı bir battaniyeye sarıp götürdüklerinde Sue ağladı tabii. Sarımsı elleri ve yüzüolan, çelimsiz, sinirli ve takıntılı bir adamdı babamız. Burada onun küçük ölüm hikâyesinden söz etmemin nedeni sadece, kız kardeşlerimle benim nasıl bu kadar çok çimentomuz olduğunu anlatmak. On dört yaşımın yaz başında evimizin önünde bir kamyon durdu. Ben evin önündeki merdivende oturmuş, bir çizgi romanı yeniden okuyordum. Şoförle birlikte bir adam bana doğru geldiler. Yüzlerine hayaletimsi bir görüntü veren, açık renk ince bir toza bulanmışlardı, ikisi de cırtlak bir tonda, tamamen farklı ezgilerde ıslık çalıyordu. Ayağa kalktım ve çizgi romanı sakladım. Keşke babamın gazetesindeki yarış sayfasını ya da futbol sonuçlarını okuyor olsaydım, diye düşündüm. “Çimento?” dedi birisi. Başparmaklarımı ceplerime taktım, ağrılığımı da tek ayağımın üstüne verip, gözlerimi biraz kıstım. Kısa ve yerinde bir şey söylemek istedim, ama onları doğru duyduğumdan emin değildim. Çok uzun sustum, çünkükonuşmuş olanı gözlerini havaya doğru devirdi ve elleri belinde, arkamdaki ön kapıya gözünü dikti.


Kapı açıldı; piposunu ısıran ve kalça seviyesinde bir not tahtası taşıyan babam dışarı çıktı. “Çimento,” dedi adam tekrar, bu kez daha alçak bir tonda. Babam başını salladı. Çizgi romanı katlayıp arka cebime koydum ve üç adamın peşinden, bahçe yolundan yukarı, kamyona doğru yürüdüm. Babam kamyonun kenarından bakmak için parmaklarının ucuna yükseldi, piposunu ağzından çekti ve tekrar başını salladı. Henüz konuşmamış olan adam eliyle vahşi bir şekilde vurdu. Demir bir pim yerinden kurtuldu ve kamyonun bir yanı büyük bir gürültüyle indi. Sıkı sıkıya paketlenmiş çimento çuvalları, kamyon kasasının tabanına iki sıra halinde dizilmişti. Babam çuvalları saydı, elindeki bloknota baktı ve, “On beş,” dedi. Ikǚ i adam da homurdandı. Bu tür konuşmalar hoşuma giderdi. Ben de kendi kendime, “On beş,” dedim. Adamların her biri omzuna bir çuval aldı ve bahçe yolundan aşağı döndük; bu kez ben öndeydim, babam da arkamda. Evin bir yanında, babam piposunun ıslak sapıyla kömürlüğü işaret etti. Adamlar çuvalları bodruma fırlattılar ve daha almak için kamyona gittiler.

Babam not tahtasına, bir parça ipin ucunda kenarından sallanan bir kalemle işaret koydu. Topuklarının üzerinde geriye sallanıp bekledi. Ben çite yaslandım. Çimentonun ne için olduğunu bilmiyordum ama cehalet gösterip bu yoğun çalışma birliğinden dışlanmak istemezdim. Çuvalları ben de saydım ve hepsi bitince, babam irsaliyeyi imzalarken, dirseğinin yanında durdum. Sonra tek söz etmeden içeri girdi. O gece annemle babam çimento torbalan yüzünden kavga ettiler. Sessiz biri olan annem feci kızmıştı. Babamdan hepsini geri yollamasını istiyordu. Yemeği henüz bitirmiştik. Annem konuşurken, babam pek dokunmadığı yemeğinin üzerine çakıyla piposunun haznesinden siyah parçalar kazıyordu. Piposunu anneme karşı nasıl kullanacağını bilirdi. Annem ona ne kadar az paramız olduğunu ve yakında Tom’un okula başlamak için yeni giysilere ihtiyacı olacağını söylüyordu. Babam piposunu dişlerinin arasına, vücudunun eksik bir parçasıymış gibi yerleştirdi ve torbaları geri yollamanın “söz konusu olmadığını” ve konunun kapandığını söyledi. Kamyonu, ağır çuvalları ve onları getiren adamları gördüğümden, babamın haklı olduğunu seziyordum.

Ama o şeyi ağzından çıkarıp, haznesinden kavrayarak, siyah sapını anneme doğru tuttuğunda ne kadar da kendini beğenmiş ve budala görünüyordu. Annem daha da kızdı, sesi hiddetten boğuldu. Julie, Sue ve ben, yukarı Julie’nin odasına sıvışıp kapıyı kapadık. Annemin sesinin iniş çıkışları aşağıdan bize ulaşıyordu, ama sözler kayıptı. Sue, parmaklarının eklem yerleri ağzında, kıkırdayarak yatakta yatıyor, bu sırada Julie kapıya bir sandalye dayıyordu. Birlikte çabucak Sue’yu soyduk ve pantolonunu indirirken ellerimiz birbirine değdi. Sue çok zayıftı. Derisi göğüs kafesine sımsıkı yapışıktı ve kalçalarının sert, kaslı çıkıntısı tuhaf biçimde kürek kemiklerine benziyordu. Bacaklarının arasında açık renk, kızılımsı ince tüyler çıkmıştı. Oyuna göre, Julie’yle ben uzaydan gelen bir yaratığı inceleyen bilim adamlarıydık. Çıplak vücut karşısında birbirimize bakarak, kesik Germanik seslerle konuşuyorduk. Aşağıdan, annemin sesinin yorgun, ısrarlı vızıltısı geliyordu. Julie’nin gözlerinin altında, ona az bulunur vahşi bir hayvanın derin ifadesini veren yüksek elmacıkkemiği çıkıntıları vardı. Elektrik ışığında gözleri siyah ve iriydi. Yumuşak ağız çizgisi sadece iki ön dişle kesintiye uğruyordu ve gülümsemesini gizlemek için biraz somurtması gerekiyordu.

Ben ablamı incelemeye can atardım, ama oyun buna izin vermezdi. “Evet?” Sue’yu yuvarlayıp önce yan, sonra da yüzüstü yatırdık. Tırnaklarımızla sırtını ve uyluklarını okşadık. Fenerle ağzının içine, bacaklarının arasına baktık ve etten küçük çiçeği bulduk.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir