Galina Serebryakova – Ateşi Çalmak 3

İngiltere sissiz düşünülemez. Tropik adaların güneşi, Kutupların kuzey ışığı ve uzun geceleri çağrıştırması gibi, İngiltere deyince de akla sis gelir. Derinliklerinde ilham perisi gizlenmiştir sanki. Sis, masalların da kaynağıdır. O olmaksızın, ne İrlanda efsaneleri, ne İskoç şiirleri, ne de İngiliz destanları yaratılabilirdi. Bu kaprisli büyücü, çevresindeki her şeyi keyfince yönlendirir. Sönmeye yüz tutmuş ateş kızgınlığını üzerinde taşıyarak sık sık güneşi alt ederek yeryüzünü ışık geçirmeyen bir perdeyle örter. O zaman, gündüzler geceye döner. İnsanlar, ellerinde titrek ışıklı fenerlerle, sokaklarda hayaletler gibi dolaşırlar. Sis, çatlaklardan ustaca sızarak evlerin içine kadar girer ve pencereden bakıldığında dünya kıpkızıl ve donuk görünür. Sis çanları sinir bozucu bir şekilde uğuldar, ortalığı keskin çınlamalar sarar. Yönlerini yitirmiş insanlar, bu madeni çınlamaya doğru yürürler. Gökyüzü baş aşağı çevrilmiş bir mürekkep hokkası gibi tüm dumanını yeryüzüne boca etmiştir sanki. Sisin en aldatıcısı, sarı olanıdır. İrin gibi kötü kokulu, yoğun ve yapışkandır.


Zehirli küçük gözeneklerinden ışık bile geçemez. Sarı sisin olduğu günlerde gemiler çarpışarak batar. Çobanlar ve sürüler yollarını kaybederek dağlarda dolanır, uçurumlara yuvarlanırlar; trenler raylardan çıkar; insanlar birbirleriyle çarpışır. Her şey sessizce, fark edilmeden, acıyan gözlerde kaybolur ve boğazda acı bir tat kalır. Yaşamsal ihtiyacı olan oksijeni yeterli miktarda alamayan beyin körelir, vücut nefes nefese kalır. İnsan adeta kör ve sağır olmuş bir halde balçığa sıvanmışa döner. İnsanları bu iki temel duyusundan yoksun bırakan bu sis bulutu sinirleri alabildiğine gerer. Bazen hafif ve şeffaf, bazen koyu ama salyangoz kabuğunun iç yüzeyi kadar parlak olan beyaz sis muhteşemdir. Sis perde, İngiltere’nin üzerinden asla eksik olmaz, hiç dağılmaz. Sis, özgün İngiliz resmine de gizem katar. Turner’in resimlerinde güneşin doğuşu ve batışının solgun betimlenişinde olduğu gibi. Bu sihirli duman, kül kedisini prensese dönüştürür; hüzünlü, renksiz gölü, görkemli ve sınırsız buğulu bir sabaha. Sürüsü ile birlikte bozkırlardaki çoban, çölde seraplarla çevrili yolcu gibi görünür. Sisli havada uzaktaki ağaç kuleye, kayalar ise olağanüstü yapılara dönüşür. Bulutların söndürdüğü ırmağın çırpıntısı ile kalabalıkların sesi duyulur.

Masallar, şiirler, efsaneler böyle doğar. Londra’nın sisli alacakaranlık gündüzü son derece etkileyicidir. Dar sokaklarda aniden ortaya çıkan duvarlar, kalkanlarıyla ilerleyen kılıçlı ordulara benzerler. Küçük balıkçı dükkânları, sis perdesinin altında, ıslak, yeni tutulmuş, mat ışıklı incilerle dolu sepetleri andırır. XIX. yüzyılın ortalarında Büyük Britanya, dünyanın en güçlü sömürge ve sanayi imparatorluğuydu. Onun gelişip büyümesine hiçbir şey engel olamıyordu. Sterlin en istikrarlı dövizdi ve Britanya Devlet Bankası, kendi kurallarını tüm borsalara dikte ediyordu. Britanya’nın yalnızca parası değil basını da büyük bir güce sahipti. ‘Times’ gazetesi o kadar etkiliydi ki, Avrupa ve Amerika’daki hükümetler bile, onun her sözüne kulak vermek zorunda hissediyorlardı kendilerini. Büyük bir özgüvene sahip Londra’ya kibirli bir kendini beğenmişlik hakimdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir