Leyla Erbil – Üç Başlı Ejderha

Zile basışından geldiğini anlarım,,, sık gelmez yılda birkaç kez,,, unutacakken onu,,, tıka basa roman dolu sanki,,, sanki boşaltmaya yazamadıklarının zehrini,,, yazar değil kendisi,,, helecan,,, ya değilsem evde,,, bir seferinde döndüğümde bakkaldan,,, eşiğe oturmuş bekliyordu beni,,, zeytin ekmek almıştım,,, çay yaptım,,, ilk kez görmüş gibi yedi yuttu zeytinleri,,, zavallı yavrum Alamanya’da yok mu zeytin,,, kapılara sığmayan koca bir adam oldu şimdi,,, en küçüğümle eşti,,, ilk cümlesi önemlidir,,, sonunu bilmediğim bir ilk cümle fırlatır ortaya: “Böylece o hayata bir süre daha dayanma gücü elde ediyorum”… Tanıdığımda babasının omzunda mitinglere gelen minicik bir şeydi,,, bizhalk hep birlikte, “Yaşasın Işǚ çi Sınıfı Odžncülüğünde Tüm Halkların Mücadelesi”, “Tek Yol Devrim” diye çığırırken o “Çucuklara Dayak Yok!” diye en tizinden küçücük hançeresinin,,, sürgün şimdi,,, eritildi savruldu süpürüldü,,, hangi iyi şey oldu bittiyse dünyada,,, hangi hareket,,, kuşaklar arasında,,, babalarla torunlar,,, analar ve kızları,,, gönüllü sürgün,,, Avrupa kentinde,,, büyüdü,,, elinde üç kök menekşeyle ziyarete gelir beni,,, ne yapacağımı bilmem menekşeleri,,, iri bir bardağa koyar gelirim,,, bardağın suyu çamura keser birden,,, yurda geldiğinde,,, neden beni arar,,, küçüğümün yoldaşı,,, kimsesi kalmadı bu dünyada gerçi,,, neden bu yurda gelir zaten,,, yurt,,, onun yurdu olmaktan çıktı aslında,,, gene de,,, yurda döndüğünde,,, özlediği neydi burada bilemem,,, Boğaziçi,,, mimari,,, abidat ve mebanisi,,, rakı,,, Kanlıca’nın ihtiyarları,,, ben,,, Küçük Ayasofya Sokak’ta bir aralıkta oturan öldürülen arkadaşının annesi,,, Küçük Ayasofya,,, eskiden adı Aziz Sergius ve Bacchus Kilisesi olan,,, zaten Isǚ tanbul’da hemen hemen her sokak her cami her insanın vardır yeraltında birkaç kökü,,, başı da,,, çok başlı çok köklü bir yaratık,,, Saymazsak da en eskileri,,, Vaftizci Ioannes Kilisesi Imǚ rahor Camii,,, Hagia Theodora Kilisesi Gül Camii olmuştur,,, Vefa’daki Cami Hagios Theodoros Kilisesi,,, Anastasius ve Ariadne tarafından yaptırılmış olan Hıristiyan kilisesi ise Kilise Camii,,, Pantakrator Manastın Zeyrek Camii,,, her şey üst üste,,, belki de iç içe ve dış dışa,,, zamansızlığa uğratılır insanın tarihi,,, yetişemezsiniz,,, değişmiş,,, gökyüzünden gayri,,, nohut oda bakla sofa benimkisi,,, Küçük Ayasofya’da,,, bir hırka bir lokma demiş atalarımız,,, otururum kendimle kendim,,, akşamüstü,,, akşamüstü geldi miydi,,, dayanamam,,, kim ne derse desin,,, çıkar voltamı atarım,,, ya Taksim Tünel arası,,, ya Hipodrom,,, Pera’nın en eski belli apartmanlarından birinin eşiğine çökerim,,, akşamüzerleri,,, yağmur da almaz pek,,, apartmana gireceklere geçecek bir yol bırakırım,,, ben kapalı kanadın önüne ilişirim,,, içeri girmem hiç,,, arkam karanlıktır,,, yukarı kata ve aşağı kata doğru gider merdivenler,,, aşağıya karanlığa yukarıya aydınlığa doğru ayrılır hayatlar,,, apartman dairelerinin büyüklüğü küçüklüğü, semtlerin kibarlığı adiliği,,, adil olmayan her şey doğal sayılmıştır uygarlığımızda,,, kimse ses çıkaramaz olmuştur artık,,, binlerce yılın getirdiği düzen,,, uygarlaştırma budur,,, herkesin olanla yetinmesi,,, başkaldırı eskidi,,, başka yollar bulmalı,,, bulana kadar,,, burayı peyledim ben,,, kara gözlükleri takarım,,, kumral peruğum başımda sakin,,, tanıdık bildik çıkarsa,,, onlardan çok korkarım,,, kimseyle konuşmak istemem geçmişi,,, oğlumu,,, Sami ağbiyle Suzan abla var,,, bu eşiğin sahipleri,,, oturduğum yerden tanıdım geleni geçeni gireni çıkanı,,, apartman sahibi Sami ağbi,,, sorar Suzan evde mi,,, biraz önce döndü,,, tanır eşik beni,,, ben de onu,,, oyulmuştur ortası haϐifçe,,, çok estetik bir eğim oluşmuştur,,, çiğnene çiğnene yüz yıldır,,, delinmek üzere neredeyse,,, ortası,,, röntgenci deliği gibi,,, bu eşiği buradan olduğu gibi çıkarıp mezarıma dikseler,,, isterim isterim,,, ölünce,,, tam bir heykel,,, vasiyetime bunu koymayı unutmamalıyım,,, ben ölene dek delik de açılır belki,,, tam ortasından,,, bakınca katlanılmaz çirkinlikte mezar taşlarını gösterir,,, katlanılmaz özensizlikte,,, zevksizlik,,, avamlık,,, bu kentin her karışı şimdi,,, yoksulluk,,, yerleşiğin göçebesi,,, zaten o kadar yaşamam,,, delik açılasıya yani,,, benden önce Sami ağbi ölür ardından Suzan abla,,, yaşlılar artık,,, aynı saϐlarda çarpıştılar babamla bir zamanlar,,, savaşta değil,,, örgütleri eşti,,, bilinen şeyler,,, Sami ağbi diyeceğim,,, hâlâ eski günlerdeki gibi,,, Karagöl’den beri tanırlar beni,,, ellerinde büyüdüm sayılır,,, ölünce şu eşik mezar taşım olsun benim,,, eşikte oturmayı da istemiştim ondan,,, hay hay buyur otur kızım dediydi bana,,, gönlü ganidir kimi insanların,,, onlar şimdi varlıklı ama kaçmazlar anımsatandan geçmişini,,, evlerine de buyur ederler beni,,, gitmem,,, eşitlik yok artık aramızda,,, bazen öğüt vermeye kalkarlar dostça,,, ama artık anladılar beni,,, hayatı nasıl yaşayacağımı salık verenlerden de kaçarım,,, Karagöl bir krater gölüdür, Ankara’ya iki saat uzaklıkta bir krater gölü,,, kampa gitmiştik,,, bir grup,,, anlaşan solcu ailesi,,, çadırlarda kalmıştık,,, üç gün,,, üçüncü gün,,, yok bu öyküye girmeyeceğim,,, vardım yedi sekizlerimde,,, ağbi derlerdi babama,,, yılan dolu suyun karanlığından herkes ürkmüştü,,, yüzdük o suda gene de,,, yılan değil balıktı onlar,,, korkunçtur bu kentin akşamüstleri kızım,,, ah ben çok iyi yüzücüyümdür,,, şaşarsın bilsen,,, gözlerin yaşarır,,, Ortaköy Yüzme Havuzu’nda Alman hocalarla yetişmiş,,, yavrukurdu gibiydik denizlerin,,, ilk yüzücü kızları cumhuriyetin,,, cumhuriyetin bir kötülüğünü görmüş değilim,,, ama anlatacak değilim sana o günleri,,, akşamüstleri,,, dayanılmazdır bu kentin,,, intikam duygusu melankoli halinde oturur yüreğin ortasına,,, sen de bilirsin,,, onunla eşti yaşı küçüğümün,,, genç dostumla,,, küçüğüm derdim oğluma,,, yok oğlumu değil,,, genç dostumu anlatacaktım sana,,, onu mu,,, beni mi,,, şu şeytan çarpmış şu yamuk kenti mi,,, koynumda gezdirdiğim gazete varağını mı,,, hayatı mı,,, tümüde bağımlı birbirine ve akşamüzerleri gelir oturur yüreğine,,, tam insanlar işten çıkarken,,, yurdum derdi oğlum,,, ne yurdu kimin yurdu,,, sana ne demezdim,,, gitmedim mezarına,,, küçüğümün,,, aklımda toprak kalmamalı,,, öyle tel kafesler ardında gördüğüm son resim,,, masumiyetin umutlu gülümsemesi,,, karanlıkta mavileşen gözleri,,, babasını andıran ince yüzü,,, çökmüş avurtlarıyla,,, kaşları sarı saçlarıyla bir renkteydi,,, üstüne yürürlerdi koca panzerlerin,,, oğlumla birlikte,,, genç dostum,,, helecan,,, ben sağ kaldım sonunda,,, çekildim artık inime,,, pencerelerini örümcek ağıyla örttüğüm,,, unuttum yaşımı da,,, gençsin der içimden bir ses,,, paylaş birikimlerini,,, fıkırdayıp durur ikinci bellek,,, paylaşma,,, paylaşma bu sürü toplumuyla paylaşma sakın hiçbir şeyi,,, çekildim köşeme okuyup dururum büyüteçle,,, evrensel insanlık hali yakalamak mı,,, binlerce yıldır neden öldük sanıyorsun,,, oğlum neden,,, evrensel ortak insanlık haline inanmıyorum artık,,, inanıyor muyum yoksa,,, sanırım yaşlandırmak istiyorum kendimi,,, yakınlaştırmak ölümü,,, çoğu hadım edilmiş bebekler gibi çıktı hapishanelerden,,, genç dostum da öyle,,, büyüteç babamdan kalma,,, istifa ettiğinde genç yaşta askeriyeden,,, durmadan okurdu,,, büyüteçle,,, gözlerim yüzünden kaçmamış olabilirim bu yurttan,,, kaçmalıydım vaktiyle,,, gençken,,, oğlumu tutup kolundan,,, kaçmak mı denir bilemem,,, arananlar listesinde de değildim ki,,, o kaçtı,,, genç dostum diyorum ona hitap ederken,,, ne diyeyim,,, on sekizinci yüzyıl hitapları gibi biraz evet,,, mektuplaşsaydık,,, “senin” diye atardım imzamı sonuna mektubun,,, ya da “sizin”,,, ne Inǚ celikliymiş on sekizinci yüzyılın mektuplaşan insanları,,, çok özenmişimdir,,, eskiden çocukken ben de önüme gelene mektup yazdım her vesileyle,,, “senin” ya da “sizin” diyebilmek için,,, imzadan önce tam üstüne,,, “senin”,,, biri anlamamış aşk ilan etmişti bana,,, bir başkası da “ben de senin!” demişti,,, mektup yazacak kimsem kalmadı ki şimdi,,, Biz ne kadar farklıyız onlardan hâlâ,,, turistlerden diyorum,,, Avrupalılardan,,, onlarla sık sık karşılaşırım,,, bizim orda,,, pek severler Burmalı Sütun’umu benim,,, kendi kültürleri,,, farklıyız farklıyız,,, yüz yıl en azından önümüzdeler,,, ne sandın,,, itiraf etmeliyiz,,, zorla onlardan olmak istemekteyiz,,, onur yok mu hiç bizde,,, ille de yetişmeliyiz onlara,,, olamayız ki,,, gene de bizi aşağı görmemelerini bekleriz,,, yirmi birinci yüzyıl bu,,, insan hakları zorla geldi çünkü,,, kendileri getirdi,,, insan hakları diye diye,,, kararttılar içimizden bazılarının gözlerini,,, görürler günlerini,,, gelemediğin yere göz dikmek,,, zorunlu iskân gibi bir şey,,, genç dostum,,, ne ad verebilirim ona başka,,, oğlumun yaşayan arkadaşı,,, adresini vermez,,, telefonunu da,,, mektuplaşmayız hiç onunla,,, eski solculuktan kalma güvenlik gerekçesi,,, hoş ben de sormadım bile adresini,,, o gelir istediği zaman,,, zile basışından anlarım,,, o sıra kendisine olağanüstü görüneni söyler ilk cümlede,,, başka bir yok oluş benim öyküm,,, üstünde dönüp durduğum anafor der,,, kimsenin işitemeyeceği uzaklığa kadar koştum,,, çığlıklarla dolu bir dünyaya bir çığlık da benden,,, işitiliyor mu der,,, konuşması bir tuhaftır,,, koparılmış gibidir kafası sözcüklerin,,, zaten ben konuşmaktan yazılı kâğıttaki kadar almam zevk,,, o anlatmasına anlatır da,,, dinlerim,,, acıymış önceden de önce mutsuzluk tanrısı olmuş sanki,,, bilmem,,, ben içimi dinlerim,,, ama anlamak da istiyorum onu,,, nasıl biri oldu şimdi,,, içerdeki deneyimlerden arta kalan parçaları neler,,, kimlere,,, kin bağladı,,, bağladı mı,,, sindi mi,,, çokları bebekler gibi masum ve mahzun çıkar oradan,,, hapisten,,, boynu bükük,,, bu pek öyle de değil,,, nerelerden geçti düşleri,, hıncı boğuldu mu içinde,,, bak dinle,,, biliyor musun bir sevgilim vardı benim,,, “konuş” diye hayalarını buran adamı kahkahalar atarak anlatırdı,,, insancıllığın böylesi de Marx’ın mı Isǚ a’nın mı marifeti,,, mizacın mı,,, acısını örtme biçimi mi,,, onların bir suçu yok ki, sıradan adamcıklar işte sistem böyle onun yerinde sen de ben de olabilirdik diye savunurdu işkencecilerini,,, hümanizm nerelere getiriyor insanlığı değil mi kızım,,, hayalarını burana öteki tarafını da sen uzat,,, aaaa,,, böylece işkenceci toplumu güçlendirirsin sevgilim,,, kilise, cami güçlenir,,, çıkılmaz Orta Çağ’dan dedim,,, içimden tabii,,, bense,,, ilkin öç almak için intihar etmedim,,, oğlumun öcünü almadan intihar etmeyecektim,,, bekledim,,, ardından kimden öç alacağımı bilemedim,,, katilleri o kadar çok ki adalet isteyenlerin,,, bekledim bekledim,,, ardından,,, onları nasıl öldüreceğimi bilemedim,,, ardından,,, ardından bu duruma düştüm,,, olanlar oldu,,, uygarlaştırdılar bizi,,, genç dostumun işte bu yanlarını anlayabilmiş değilim,,, anlatmıyor,,, o da dönüştürebildi mi uyduruk bir şeylere hıncını benim gibi,,, ben bugün oyalanıyorum koynumdaki varakla,,, varak,,, gazete parçası yani,,, koynumun sıcaklığında başkalaştı yıllardır,,, tenimi aldı kendine,,, belki sana anlatırım bir başka gün,,, birisine anlatmak da ucuzlatıyor ya işi,,, ne bekliyorsun karşındakinden,,, o acıyı gidermesini mi,,, en iyisi susmak,,, susamıyor da insan,,, resim yapmaya başlamış sergi de açmıştı,,, genç dostum,,, hapisten çıktıktan sonra,,, bağıran dişsiz ağızlarla doluydu tuval,,, kanayan damaklarla,,, rüyalarıma girmişti,,, hiçbir şey sormadan kaçmıştım sergiden,,, kimindi o ağızlar,,, anladım tabii,,, kendi kendime işkence ederek yaşamayı seçtim sonunda ben de,,, son veremedim yaşama çünkü,,, kıyamadım kendime oğluma kıydıkları gibi,,, kolay oluyor işkence,,, kumandayla,,, bir kanaldan ötekine,,, robokoplar, taşlar, çocuklar, çocuklar, çocuklar, sesleri yangınlar içinde,,, ekranın içine atlayıp kurtarmak isteğiyle yanıp tutuşuyorsun değil mi,,, seyirlik işkencesi yöntemine tabi tutuyorlar insanları,,, kan gövdeyi götüren dünyayı çeviriyorlar panayıra,,, eğlenerek geleceğin kurbanlarıyla kendi intiharıyla sarhoş medya,,, ama insandaki yaşama içgüdüsü beter bişey kızım,,, inan bana arsız yüzsüz ölümsüz bişey,,, uyduruyorsun her bahaneyi,,, ölmemek için,,, neyse ki Udžç Başlı Ejderha girdi hayatıma,,, bir de şu eşik,,, bir de şu varak kalbimin üstündeki,,, sabra dönüştürüyor kini,,, bir gün diyorsun,,, bir gün belki de belli mi,,, intihar ederim atlarım Udžç Başlı Ejderha’yı çeviren demirlerden aşağıya,,, bir gün,,, neden orayı seçtim bilmiyorum,,, Burmalı Sü- tun’u neden,,, bir bilebilsem,,, aslında bir mızıldanma benimkisi,,, bir telaş oğlumu unutmanın,,, ihanetimin sürüklediği,,,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir