Türk Edebiyatında Unutulamayan Şiirler – Derleme

ERENKÖYÜ’NDE BAHAR Cânan aramızda bir adındı, Şîrin gibi hüsn ü âna ünvan, Bir sâhile hem şerefti hem şan. Çok kerre hayâlimizde cânan Bir şi’ri hatırlatan kadındı. Doğmuştu içimde tâ derinden Yıldızları mâvi bir semânın; Hazzıyle harâb idim edânın, Hâlâ mütehayyilim sadânın Gönlümde kalan akislerinden. Mevsim iyi, kâinât iyiydi; Yıldızlar o yanda, biz bu yanda. Hulyâ gibi hoş geçen zamanda Sandım ki güzelliğin cihanda Bir saltanatın güzelliğiydi. İstanbul’un öyledir bahârı; Bir aşk oluverdi âşinalık. Aylarca hayâl içinde kaldık; Zannımca Erenköyü’nde artık Görmez felek öyle bir bahârı. Yahya Kemal Beyatlı (1884-1 Kasım 1958) GEÇMİŞ YAZ Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle, Her anını, her rengini, her şi’rini hazdan, Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle! Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; Mehtap… iri güller… ve senin en güzel aksin… Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde! Ahmet Haşim (1884-4 Haziran 1933) KARANFİL Yarin dudağından getirilmiş Bir katre alevdir bu karanfil. Rűhum acısından bunu bildi! Düştükçe vurulmuş gibi yer yer, Kızgın kokusundan kelebekler, Gönlüm ona pervane kesildi. KARANLIK Aşkın bu karanlık gecesinde Bülbül yine vahşi müterennim, Mecnűnunu terketti mi Leylâ? Vahşi sesi firkat sesi sandım. Aşkın bu karanlık gecesinde Hicrânımı duydum seni andım. Firkat-zede bülbül gibi yandım. PARILTI Ateş gibi bir nehr akıyordu, Rûhumla o rûhun arasından, Bahsetti derinden ona hâlim, Aşkın bu unulmaz yarasından.


Vurdukça bu nehrin ona aksi, Kaçtım o bakıştan, o dudaktan; Baktım ona sessizce uzaktan, Vurdukça bu aşkın ona aksi… Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-8 Kasım 1973) SEN NERDESİN Caddeden sokaklara doğru sesler elendi, Pencereler kapandı kapılar sürmelendi. Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar, Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar… Son yolcunun gömüldü yolda son adımları, Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları. Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda: Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda, Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye, Yollarını bekledim görüneceksin diye, Senin için kandiller tutuştu kendisinden, Resmine sürme çektim kandillerin isinden. Saksıda incilendi yapraklar senin için, Söylendi gelmez diye uzaklar senin için… Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle, Saatler son gecenin geçti cenazesiyle, Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü, Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü… FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin, Sana kâfir dediler, diş biledim Hak’ka bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin, Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile… Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim, Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim, Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhű gibi dağdan dağa kaçsan da yine Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!. Nazım Hikmet (1902-3 Haziran 1963) TAHİR’LE ZÜHRE MESELESİ Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte yani yürekte. Mesela bir barikatta dövüşerek mesela kuzey kutbunu keşfe giderken mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil SEVİYORUM SENİ Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi, seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık, içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni. ‘Yaşıyoruz çok şükür’ der gibi. VERA’NIN UYKUDAN UYANIŞI İskemleler ayakta uyuyor masa da öyle serilmiş yatıyor sırtüstü kilim yummuş nakışlarını ayna uyuyor pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon karşı damda bacalar uyuyor kaldırımda akasyalar da öyle bulut uyuyor göğsünde yıldızıyla evin içinde dışında uykuda aydınlık uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir