Helenizm – Siyonizm – Türkizm / Avrupa Türkiyesi’nde Üç Tarz-ı Siyaset , aslında aynı alanda yapılmış bir dizi çalışmanın üçüncüsüdür. Felsefi Aklın Eleştirisi, her anlamda bir ön çalışmaydı. Felsefenin ya da daha doğrusu “Batı felsefesi”nin içinde pek de felsefi görünmeyen bir sıkıntıya dikkat çekiyordu. Aydınlanma Tarikatı , zorunlu olarak o sıkıntıya doğru bir açılma girişimi oldu. Belli ki, Batı felsefesi ile kaynakları arasında bir kesinti olmuştu ve her şeyi “Helen dehası” olarak gösterme gayretkeşliği, sıkıntının asıl nedeniydi. Üç Tarz-ı Siyaset ise bu gayretkeşliğin masum bir yanlış anlamanın sürdürülmesinden değil, bir “politikadan” kaynaklandığını iddia ediyor. Helenizm, her şeyden önce “Avrupalı bir eğilim” olarak ortaya çıkmıştır ve bu eğilim ile “kıta ırkçılığı”nı birbirinden ayırmak mümkün değildir. Duvarların bir şekilde tahkim edilmesi gerekiyordu ve Helenizm de ırkçılık ile birlikte yerini bulmuştur. Dolayısıyla, kökleri Antik Yunan’a dayanan Batı felsefesinin kaderinin de Navarin Savaşı ile belirlenmesi, herhalde yepyeni bir durum olmuştur. Bugün “Batı’nın Doğu bilgisi”ni ifade eden oryantalizmin de kaderi o savaşla belirlenmiştir. “Biz” yenildik ve biz yenildiğimiz için felsefe, felsefe haline gelmiştir. Yunanistan Krallığı’nın inşası, böyle bakıldığında, Avrupa’nın sınırlarına bir duvar örmek anlamına da geliyor. Bu, her şeyden önce Doğu’ya karşı bir duvardı. Ama asıl önemlisi Batı’nın sınırlarını belli eden bir duvardı. Coğrafi açıdan kıta özelliği göstermeyen Avrupa, bu duvarla birlikte bir “kıta” oldu. Duvarın ötesinde kalanlar silindi. Duvarın içinde kalanlar ise Avrupa’ya yakın oldu. Sorokin’in dediği gibi: “Bize yakın olan büyük görünür!” Helen dehasının büyüklüğü biraz bu yakınlaşma ile ilgili. Marksizmin, bu duvarın inşasından sonra oluşmuş olması büyük bir talihsizliktir. Batı düşüncesinin bu en radikal eleştirisinin de Avrupa’nın “romantik Helenizm”ini paylaşarak yükselmesi, bütün dünya için talihsiz olmuştur. Biz de “Helenofil Marksizm” tartışması ile tartışmaya bir başlangıç yapmış oluyoruz. Ama öte yandan, XIX. yüzyılın başındaki bütün tartışmalar, Osmanlı’nın da içinde bulunduğu, bir parçası olduğu tartışmalardır. Bunların hepsi, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla Türkiye’nin kaderini belirlemiştir. Mısır’ın ve Mehmet Ali Paşa’nın direnişi ise benim için yepyeni bir keşif olmuştur. Hakkındaki tartışmalar ve yerleşmiş yargılar ne olursa olsun, bu ümmi Osmanlı paşasının direnişi yeniden tartışmaya değerdir. Siyonizm ve Helenizm kavgası hep vardı, hâlâ var. Yeterince formüle edilmemiş olduğunu biliyorum. Ancak, bugünkü Batı, büyük ölçüde “Helenize” olmasının yanında, “Judaize”dir de. Bunun neden böyle olduğunun ipuçları ise XIX. yüzyılın tartışmaları ve çatışmaları içinde gizlidir. Mehmet Ali vesilesiyle Mısır’ın da bu tartışmaya kendi üslubunca katılması, “Avrupa ideolojisi”nin doğasına uygundur. Bu tartışmayı “önsöz”de yürütmek niyetinde değilim. Ancak, “Doğu’nun geri kalmışlığı, Asya tipi üretim, hidrolik toplum” teorilerinin hayat bulması için Mehmet Ali Mısır’ının yenilmesi gerekiyordu. Yenilmiştir ve bunlar teori olmuştur. Bu çalışmadan sonra büyük bir soru hâlâ ortadır: Mehmet Ali, yolunda müdahale olmadan yürüyebilseydi, felsefemiz bugün nasıl bir şekil almış olurdu? Bu tartışmalar için seçilen “Avrupa Türkiyesi” terimi yerindedir. Çünkü XIX. yüzyılın Türkiyesi, Avrupa’nın ta kendisidir. Aradan geçen zamana rağmen Avrupa’nın bütün tartışmalarının ve bütün çatışmalarının düğümlendiği yer olma özelliğini ise hâlâ korumaktadır. Çünkü “duvar” burasıdır. Ve son bir not: XIX ve XX. yüzyılın bütün borç ve suçlarının duvarın önünde kalması, biraz da “atı alanın duvarı geçmesi” ile ilgilidir. “Medeniyetler çatışması” vaziyetleri, “Yahudi-Hristiyan çatışması”nın profilini bir parça düşürmüştür. Bütün suçların Türklere bırakılması, o nedenle uygun bulunmuştur. “İnce belli çay fincanı” edebiyatının kutsanması nedeniyle yeni bir döneme girdiğimizin işareti sayıyorum. Bütünüyle yeni bir dönemdeyiz şimdi. Ustalara saygısızlık etmeyi aklımdan bile geçirmedim, ama yine de yazma cesaretini kendimde buldum. Aldığım onca desteğe rağmen, bunun yapabildiğimin en iyisi olduğu iddiasında da değilim. Bütün bu tartışmalar bizimdir. Bunları kimse sahiplenmediği için ben sahiplendim.
Orhan Gökdemir – Türkiye’de Yahudi Hıristiyan Savaşları
PDF Kitap İndir |