Talat Turhan – Küresel İhanetin İçyüzü ve Arap Baharı

Elinizdeki kitap 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce basılmak üzere yayınevine verildi. Aslında seçimlerden bir ay önce bu kitabı yayımlamayı düşlemiştim. 1972–75 yılları arasında “Bomba Davası” adlı yapay bir davanın baş sanığı seçilmiş, işkence görmüş, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak iki yıllık bir cezaevi deneyiminden sonra, yargılanma tamamlanmadan salıverilmiştim. “Bomba Davası”nın senaryosuna göre, Gnkur. Bşk. Org. Faruk Gürler, Hv. K.K. Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal Kayacan iktidarı ele geçirmek için MarksistLeninist bir cunta oluşturmuşlardı. Bana ise bu cuntanın iktidara gelmesine katkı vermek ve elverişli ortam hazırlamak için, sivil kesimin İstanbul bölgesi liderliği görevi verilmişti(!) MİT’e göre, Türkiye’de terör ve anarşiyi yönlendiren altı kişinin önde geleniydim. Dava, tüm zorlamalara karşın, tertip düzenleyen karşıdevrimci güçlerin senaryolarına uymadı… Ek iddianameyle sanık ilan edilen Gnkur. Bşk.


Gürler, Hv. K. K. Batur, Dz. K. K. Kayacan “Bomba Davası”na günün dengeleri içinde getirilemediler. Tertip senaryosu çöktü. Bu iğrenç senaryoda başat rol alan işkenceyle dava tezgâhlayan Org. Faik Türün ve Tümg. Memduh Ünlütürk hakkında “Parlamento Araştırması” isteminde bulundum. Yıl 1973… Aradan 38 yıl geçti. TBMM’de sayısız komisyonlar kuruldu. Ama ne yazık ki günümüzde, “Abdi İpekçi cinayeti” bahanesiyle “Kontrgerilla” gündeme getirilip seçim malzemesi yapılabiliyor. NATO güdümünü kabullenen iktidarlar ABD’nin kontrolü altında bir “yeraltı örgütü”nün faaliyetlerini denetleyemezler.

Bu nedenle darbeler, provokasyonlar, katliamlar, siyasi cinayetlerin failleri bulunamıyor. “Mış” gibi yazılıp kamuoyu yanıltılıyor. 1989 yılında Los Angeles Timesbir makalesinde “Papa suikastı”ndan söz etti. Olumlu anlamda bana da yer verdi. Kuşkusuz M. Ali Ağca’nın gizemli serüveni çözülemediği sürece Abdi İpekçi ve Papa suikastı aydınlanamaz. Ancak Ağca’nın Bulgaristan’da kaldığı süreç mercek altına alınabilseydi, bazı ipuçlarına ulaşılabilirdi. Örneğin: Bulgaristan’da Ağca’nın B. Ç. ve A. U. adlı iki mafya babasınca finanse edildiği sürekli yazıldı. Ağca, Bulgaristan’da iken bir istihbarat örgütü yetkilisinin orada görevli bulunması rastlantı olabilir mi? Her taşın altında bu ünlü istihbaratçıyı görebilirsiniz. Ziverbey İşkence Köşkü’nde, Kızıldere katliamında, operasyonlarda, ABD’de, Türkiye’de. Ama kimse bu zata dokunamıyor… Emperyalistler, devrimleri ve devrimcileri düşman sayarlar.

Kuşkusuz her ülkede devrim, bazı sınıf ve katmanların çıkarını bozar. Bu nedenle emperyalistler her ülkede karşıdevrimcilerle işbirliği halinde isyanlar çıkartıp ülke düzenlerini kendi çıkarlarına uyumlu hale getirmeye çalışırlar. Cumhuriyet devrimlerine başkaldıranları emperyalistler destekliyorlardı. Günümüzde de “Turuncu Devrimler” ve “Arap Baharı”nın arkasında “küresel çete”nin parmağı var… İslam coğrafyasına ve dinine yönelik tarihin yaşadığı en büyük “karşıdevrim operasyonu”, ABD’nin çıkarına uygun olabilir. Ancak bazı bahanelerin ardına sığınıp bu “küresel hıyanete” ortak olup, Atatürk Cumhuriyeti’ne saldırmak İslam’la bağdaşmaz… Demokrat Parti (DP) iktidarı, 1958 yılında “Lübnan İç Savaşı”nda Müslümanlara değil Hıristiyanlara silah ve cephane yardımı yapıyordu. Günümüzde de süregelen “Haçlı Savaşları”na Libya’da destek olan tek İslam ülkesi ne yazık ki Türkiye’dir… NATO’yu sorgulayamadan bu kısırdöngüden kurtulamayacağımız yıllardır yazılıyor. Her manada bağımlı olmayı ilke olarak benimsemiş iktidarlar ne NATO’yu sorgulayabilir ne de emperyalist dayatmalara karşı çıkabilirler. 1990 yılında İslamı düşman ilan eden ABD, kendi çıkarına uyumlu bir İslam yaratmak için milyarlarca doları boşuna harcamadı… Bu tarihsel çelişki ve utançtan kurtulmanın tek yolu “tam bağımsızlık” ve “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen anlayışa geri dönmektir. Oysa, 60 yıllık süreçte dışarıdan beslenen tarikat, cemaat, etnik gruplar, STK’lar “Kemalist”lere savaş açacak kadar güçlendiler. Karşı devrim bir süreç olduğu kadar devrim de bir süreçtir. Tarihi dinamikleri bu bilinçle değerlendirmeliyiz. Bırakın işbirlikçileri, hâlâ ABD’nin Irakişgaline katkı vermediğimize yakınan, dönemlerindeki başarısızlıkları bu olaya bağlayan NATO’cu eski genel kurmay başkanları var. 1924 yılında doğdum. Atatürk döneminde bağımsız bir ülkede yaşamak onurunu tattım. 1937 yılında Atatürk, Diyarbakır’ı ziyarete geldiğinde, ortaokul ikinci sınıf öğrencisiydim.

İstasyon Meydanı’nı dolduran coşkulu halkın, Atatürk’ün şehirden ayrılmasını bir saat geciktirecek ölçüde sevgi tezahüratı yaptığı dönemde ben de oradaydım. Beceriksiz, basiretsiz işbirlikçi politikalar yüzünden ülkemiz nereden nereye geldi… Özetle devrimi yaşadım, karşıdevrimi gördüm, ülkemin “babalar gibi satılmasına” tanık oldum. Tepki koydum. Sürgünler, işkenceler, hapishaneler gördüm. 47 yıldan beri emekliyim. 46 yıldır yazıyorum. Bu kez de beni engellemek isteyenler tazminat davaları açıp susturmaya çalıştılar. 1963 yılından bu yana Türkiye ve hatta dünyada tam 48 yıl sürekli yargılanan tek kişi olduğumu iddia ediyorum. Şu anda da iki davam Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) kabul gördü. Yargıtay aşamasında bulunan bir tazminat davası aleyhimde sonuçlanırsa, onu da AİHM’e taşıyacağım. Bozuk düzenlerde hak, hukuk, özgürlük ve demokrasinin bir anlam ifade etmediğini yaşayıp öğrendim. Ne yazık ki hakkımı AİHM’de aramak zorunda bırakıldım. ABD güdümünde, NATO’cu ve TOTO’cu iktidarların düzenine karşı çıkmanın bir diyeti vardır. O diyeti fazlasıyla ödedim. Bu ülkede her dönemde kitap yazanlar suçlandı.

Şimdilerde kitapla bomba eşdeğer tutuluyor. Eski bir bombacı (!) olarak bu devirde susmak bana yakışmazdı. Her ne kadar birileri misyon yüklenenleri potansiyel suçlu sayıyorsa da ülkeme olan sevgim beni yeniden yazmaya yöneltti… Ama bunu yapmak için ne yaşım ve sağlığım müsaitti. Ocak ayından beri “lenf kanseri” tedavisi görüyor, kemoterapinin tüm olumsuzluklarıyla boğuşuyordum… Şubat ayında geçen yıldan kalan bir kitabımı tamamladım. Ancak küreselleşen dünyada mazlum uluslara yönelik ikinci sömürgeleşme süreci “Arap Baharı” diye başlatıldı. Yine bu döneme rast getirilen “Wikileaks Türkiye Belgeleri” her kademedeki işbirlikçilerin ipliğini pazara çıkardı. Hatta Mekke’yi 10 milyon dolara Hıristiyanlara pazarlamak isteyen Müslüman din adamı ismen açıklandı. Müslüman argümanları öne çıkarıp siyaset yapanlardan, küresel ve cemaat medyası için özüne girmekten özenle kaçındılar. Tüm bu gelişmeleri değerlendirmek bana düştü. Bu halimle mart, nisan ve mayıs aylarında günde 12-16 saat çalışmak zorunda kaldım. Kimse başkasına yazdırdı demeye kalkmasın el yazılı müsveddelerim elimde duruyor. Yüzlerce tanığım var. 1990 yılında Zaman gazetesine vermiş olduğum bir demeçte G. H. Bush’un “İslam’ı düşman” ilan ettiğini ilk kez kamuoyuna duyurdum.

Gerek baba ve gerekse anne tarafından cami yaptırmış bir aileden geliyorum. Çayeli’ndeki “Şerifli Camii” Şerifoğlu ailesine, bunun gibi Elazığ-Harput’taki “Ağa Camii”, Efendigil ailesince yaptırılmıştır. 1964 yılında emekliye ayrıldıktan hemen sonra yazmaya başladım. Elinizdeki kitapla 30’a yaklaştım; 100 kitapla ölmek isterdim ama kendi olanaklarımla bu kadarını yapabildim. Ne Soros ne de AB fonlarından beslendim. O nedenle de kalemimi özgürce kullanabiliyorum… 1973 yılından beri NATO’nun yeraltı örgütü kontrgerilla ve Gladio’yla mücadele ediyorum. Bu konuda bir ilki başardığım içte ve dışta genel kabul gördü. Kitaplarımda NATO güdümlü, ABD’nin finanse ettiği bir “yeraltı örgütü”nün nasıl cinayet işleyeceğini resmi ABD belgelerine dayanıp açıklıyorum. Ama küresel güdümlü iktidarlar NATO ve ABD’yle hesaplaşamayacak kadar güçsüz olduklarından hâlâ siyasi cinayetler ve darbeler üzerinden siyasi rant sağlamaya çalışıyorlar. Yıllar önce açıkladığım bu konulardaki gerçekleri de bu kitapta bulabilirsiniz. 1977’li yıllarda işbirlikçi iktidarları çete olarak kabul ettiğimden aylarca “iktidarların çeteleşmesi” konusunu yazdım. 1999 yılında yazdığım kitabın adı Çeteleşme idi. Bu kitabımda küreselleşmeci Siyonist yapılanmanın köklerine inmek olanağını buldum. Bu oluşumda yer alan kişileri ve işbirlikçilerine ismen ulaştım. Bir kısmını açıkladım.

2004-2009 yıllarında “ABD derin devleti”ni ve örgütlerini çözmeye çalışan kitaplar yayımladım. “Küresel Çete, Bohemian Club, Mont Pelerin, Derin Devlet, Kontrgerilla Düzeni ve Küreselleşmenin Şifresi diye. Sonuçta tepesinde Rockefeller ailesinin bulunduğu ve Rotschild ailesinin de söz sahibi olduğu bir gizli örgütlenmenin Anglosakson temelinde “Çokuluslu şirketler”in söz sahibi olduğu bir dünyayı 1920 yılından beri şekillendirmeye çalıştıklarını saptadım ve yazdım. Kuşkusuz emperyalistler “dünya egemenliği” hayalini gerçekleştirmek için yandaşlarını da seçerler. Kapitalizm, kapital birikimi olan sömürgeci ülkelerin çıkarlarına hizmet eden bir düzendir. Diğer ülkeler “serbest piyasa”cılıkla ancak emperyalizmin değirmenine su taşıyabilirler… Ama her ülkede bu işlevi yapan işbirlikçi bulunması kolay olduğu için ABD, 1954 yılından beri seçtiği kişileri, denetim altına aldığı medyayla parlatıp bize seçtiriyor. Küresel piramidin tepesinde işadamları var, onların altında politik liderler, dışişleri bakanları, merkez bankası müdürleri, akademisyenler ve medya mensupları yer alıyor. Bu oluşumda yer alanları sürekli açıklıyorum. Bu kitapta da bulabilirsiniz. Özellikle 11 Eylül Baskını’nı bahane eden ABD, uluslararası tüm kuralları takmaksızın İslam ülkelerinin sahip olduğu yeraltı değerlerine el koyup, İslam’ı ılımlaştırmakla da yetinmeyip Hıristiyanlaştırmayı 3. milenyum hedefi olarak önüne koyduğu bir dönemde “NATO’nun Libya’da ne işi var?” demenin tam zamanı olduğunu düşünüyorum. “Arap Baharı”, ABD’nin BOP’una inanılmaz boyutta katkı veren “karşıdevrimci” bir süreç olarak sürdürülüyor. Arkasında ABD, Almanya, İngiltere, Kanada, Avusturya, Fransa, Danimarka, İspanya ve İsveç‘in bulunduğu 30 yıldan beri faaliyet gösteren Siyonist tandanslı C.C.C.

ve W.H.S. kuruluşlarınca denetlenen “hacker”lar örgütü ve “sosyal ağlar” sayesinde ABD, hem “Haçlı Savaşları”nı hem de “2’nci sömürgecilik süreci”ni risk almadan, müttefiklerini kendine ortak ederek sürdürüyor. Ülkemiz de ne yazık ki bu sürece katkı veriyor. Bu kitap açıkladığım nedenlerle başlangıcında tasarladığım plana bağlı kalmaksızın, dış ve iç gündem son güne kadar izlenilerek yazıldığı için kokteyl bir kitap oldu. Geçmişten geleceğe değişik konulara yer verdim. Diğer kitaplarımda olduğu gibi “Wikileaks belgeleri” ardındaki örgütleri ve bağlantılarını ilk kez açıklamak bana nasip oldu. Kitap birbirinden bağımsız bölümler halinde görünse bile “karşıdevrimci”lerin içyüzünü açıklamaya katkı verirse sevineceğim. Sıranın bize gelmesini beklemeden bu ülkede yaşayan bütün halklar dışarıdan beslenen işbirlikçilerin dolduruşuna gelmeden bütünlüğümüze sahip çıkmalıdır diye düşünüyorum. Bu düşüncemin altını kitapta doldurmaya çalışıyorum. Bir Don Kişot gibi “küresel hıyaneti” karşıma alırken aklıma, çalışma azmime, kültür birikimime, bağımsızlığıma, deneyimlerime ve amatör ruhumdan güç aldım. Ancak savlarımı kanıtlamak için yaklaşık 850 kaynak ve açıklamaya yer verdim. Bu kadar dip notun okuyucuları sıkacağını biliyorum. Bu nedenle ilk kez kitabı dipnotlarına bakmaksızın okumanızı öneririm.

Beğeninizi kazanırsa ikinci kez okuduğunuzda kaynakçaya bakılmasını öneriyorum. Bu kitapta yer alan konuların yıllarca ülkemin gündeminde kalacağını biliyorum. Beni izleyecek yazarların işini kolaylaştırmak için, tüm kaynakları açıkladım. Hakkı teslim eden saygın yazarlar gönderme yaparlar. Saptadığım kadarıyla, daha yaşarken yaklaşık 140 iç ve dış kaynaklı kitapta bana gönderme yapıldı. Google’e girip “talatturhan” yazarsanız benimle ilgili lehte ve aleyhte yüzlerce konuya ulaşabilirsiniz. Bunun gibi web siteme (www.talatturhan.com) girip tüm yazdıklarımı, etkinliklerimi görebilirsiniz. Tüm amacım düşüncelerimi halkımla paylaşmak G. Soros ve H. Kissinger’ın düzeninden yararlananlara söylenecek sözümüz yok… 1986 yılından beri sağlık sorunlarıyla boğuşuyorum. Bu süreçte özellikle yeğenim Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay’ın inanılmaz katkıları sayesinde yaşamımı sürdürebildim.

Son dönemde kanser tedavisinde Şişhane’deki T.C. İstanbul Bilim Üniversitesi Onkoloji Merkezi’nde Prof. Dr. Reyhan Küçükkaya ve Uz. Dr. Fehmi Hindilerden ve tüm çalışanların üstün çabaları olmasaydı, bu kitap yazılamazdı. Kendilerine teşekkür borçluyum. Ustalık eserimi yazdım diye bir iddiam yok. 87 yaşımda kanserle boğuşurken ancak bu kadar yazabildim. Bugüne kadar birçok yayıneviyle çalışmak zorunda kaldım. Onlara katkıları için teşekkür ederim. Ancak ilişkimi kestiğim günden beri telif ödemeyen yayınevleri 1992’li yıllarda ve 2000’li yıllarda yayımlanan kitaplarımı birçok internet sitesinde satıp kâr sağlamaya devam ediyorlar. 2004 yılından bu yana birlikte çalıştığım yayıneviyle de zorunlu nedenlerle ilişkimi kestim. Bundan sonra kitaplarımı basıp, internet sitelerinde satmaya devam ederlerse yasal haklarımı kullanmak zorunda kalacağımı bildirmek istiyorum.

Bu kitabın hazırlanmasında bana her manada teknik yardım yapan torunum Bora ile dostlarımı sevgiyle anıyorum. Destek Yayınevi’ne de bu kitaba katkıları için teşekkür ediyorum. Hoşça kalınız. Talat Turhan 8 Mayıs 2011

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir