Peyami Safa – Yalnızız

Yalnızız Peyami Safa’nın, roman tekniğini en mükemmel şekliyle gerçekleştirdiği, büyük eserlerinden biridir. En son ve insanlığa sunduğu teklifleri bakımından da en olgun eseridir. Yayınevimiz bu romanı sunarken, Üstadın romanlarında dikkati çeken bir kısım özelliklere ve Yalnızız’ın yerine kısaca dokunmayı faydalı bulduk. Bildiğimiz gibi, Peyami Safa, “Sanatkâr ister istemez bir İçtimaî görüşün temsilcisidir. Romanda kahramanlarından biri romancının İçtimaî görüşünü açıklayabilir.” görüşünde olmuştur. O, bütün romanlarında bazan birinci, bazan ikinci plândaki kahramanlardan birini seçerek kendi görüşlerini söylemiştir. Yalnızız’da da Samim romancı adına “Simeranya”yı kurar. Bu tarzı çok kullanışını, Üstadın zaafı olarak değerlendirenler vardır. Aslında her sanatçı eserini verirken, hayat karşısında tasvibkâr, muhalif yahut isyankâr gibi aktif bir tavır almaktadır. Çünkü yazar, varlığının dışına çıkarak başkasını müşahade ve anlamak imkânına sahip değildir ve insan, kavradığını ister istemez değerlendiren bir mahiyete sahiptir. Romancı, hayatın sonsuzca ihtimalleri içinden romanın mevzuunu ve o kahramanları seçtiği, o tertip tarzı içinde verdiği için, zarurî olarak aktif bir tavır almış olmaktadır. Romanı, hayata tutulmuş sâdık bir ayna olarak anlayanlar bile, hayatı o tarz ve üslûp içinde aksettirmekle okuyucunun tercihlerini etkilemiş olmaktadırlar ki, hiçbir zaman tam bir tarafsızlık iddiasında bulunamazlar. Ancak, Peyami Safa gibi mütefekkir, hayat hakkında vazgeçilmez tercihleri olan kavgacı bir mizaç için, romanın bütün olarak kuruluşu ve ön plâna çıkarılan tiplerin davranışları yoluyla sunulan teklif ve telkinlerle * yetinmek mümkün değildir. O, bu bütün içinde, ayrıca kendisini romanda bir kahramana temsil ettirmiş ve sözünü söylemiştir.


Bu tutumun, sosyalist sanatçıların realizm anlayışı ile yakınlığı yoktur. Üstad, sosyal gerçekçilik anlayışını, sanatçıdan iktisat vekilinin görevini istemek diye vasıflandırır. Üstadın, bütün romanlarına hakim kıldığı hayat için vazgeçilmez tercihleri dediğimiz hususa dokunurken, yaygın bir kanaati de tavzih etmek istiyoruz. Peyami Safa, durmadan daha güzele, doğruya, hakikate doğru koşan büyük bir düşünce gücü, sanatkâr ve ışıklı bir zekâ idi. Sistemci değildi ve “izm”lerden hoşlanmadığını çok kereler yazmıştır. Ancak, bu üstün zekânın istinad ettiği bazı temel tercihler vardır ki, bunlar ilk romanı Sözde Kızlar’dan bu yana hiç değişmemiş, sapmamış, gittikçe güçlendirilerek inşa edilmiş ve aydınlığa kavuşturulmuştur. Müslüman-Türk olmak ve bu mensubiyet şuuru. Bütün romanlarına sindirilmiş ve yer yer roman tekniğini zorlayan açıklamalar halinde belirtilmiş olan bu tercihi tesbit için hiç de özel bir dikkat gerekmez. 9. Hariciye Koğuşu’nun “çocuk kahramanının Dr. Ragıp’la tartışmalarını, Biz İnsanlar’daki Necati’yi, Sözde Kızlar ve Fatih Harbiye’nin sonuçlarını hatırlayınız… İşte, bir edebiyat tarihçimizin, Bir Tereddüdün Romanı ismini onun bütün romanlarına müşterek isim olarak vermek mümkündür, ifâdesini, yukarıda dokunduğumuz hususlar açısından tavzih etmek gerekir. Üstadın romanlarında kahramanlara, en az tereddüt kadar hakim olan tavır şüphedir. İki kavram arasındaki yakın ilgiye rağmen, tereddüt atalete sevkeder, şüphe ise temel tercihlerine bağlı kalarak arayışlara götürür, zekânın ışıldatıcısı olur. Fatih-Harbiye ve bir Tereddüdün Romanı’nda olaylar ve ruh halleri olarak daha çok işlenen tereddüt, Şimşek ve Yalnızız’da ise şüphedir. Ancak, mesele yukarıda temas ettiğimiz, romancının hayat karşısındaki tavrı bakımından ele alınınca, Bir Tereddüdün Romanı hariç, diğer bütün romanlarında okuyucuyu çok açık tercihlere götürdüğü görülür.

Romanlarda, bu açıdan görülen tereddütler şüphenin araştırmalarıdır ve hiçbir zaman askıda bırakılmazlar. * * Peyami Safa’nın romanlarında, değişik nisbetlerde * olmak üzere kendi hayatından belirli izler vardır. O, romanlarına düşüncelerini olduğu kadar gerektiğinde hayatını da koymaktan kaçınmamıştır. Acı ve tatlı yönleri ile pek renkli geçen bütün bir hayatı ona zengin bir malzeme kaynağı olmuş ve bu malzemeyi sanatkârca işlemesini bilmiştir. Ustad, roman ve romancı konusundaki bu tavrını Bir Tereddüdün Romanı’ nda “Ve düşündü ki, en afakî zannettiğimiz romanlar bile, muharririn ruhunu muhayyel kahramanlar vasıtasiyle aksettiren bir otobiyografiden başka bir şey değildir.” diye açıklar. Çileli ve çetin şartlar içinde geçen hayatının şuuraltı tesirlerini ise Cahit Sıtkı Tarancı’ya şöyle anlatmıştı: “Benim şuurum bir facia atmosferi içinde doğdu. Ben iki yaşımda iken babam ve kardeşim on ay içinde öldü. Kısa bir fasıla ile hem kocasını hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün eserlerimi dolduran bir facia beklemek vehmi ve yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir.” İlk romanlarından Şimşek’teki keskin facia atmosferi, vehim ve şüphe havası son romanı Yalnızız’a da yer yer mistik bir muhteva ve açıklamalar kazanarak intikal eder. “Romanın konusu insandır.” diyen Peyami Safa, onun iç macerasını daima birinci plânda tutmuştur. “Romanlarımda insan ruhunun güneşsiz hatta, yıldızsız sahalarına nüfuz etmek için sarfettiğim gayretlerin arttığını biliyorum.” Bu sözlerin söylenmesinden sonra, bu nüfuz ceht ve kudreti daha da artmış ve edebiyatımız Matmazel Noraliyanın Koltuğu ve Yalnızız gibi unutulmaz eserler kazanmıştır.

Üstadın romanlarında bu anlayış ve gayretin gelişimini takip etmek mümkündür. Bu gelişimin takibine kısaca girmeden önce bir noktayı belirtelim ki, Peyami Safa içtimâî cephesi çok kuvvetli olan bir yazardır. Romanlarında içtimâî meselenin büyük ağırlığı vardır. İnsan ruhunun problemleri çetin cemiyet meseleleri ile iç içe verilir. Ancak, içtimâî mesele insan ruhunun çözümlenmesi için sadece bir fon yahut vasıta olarak kullanılmaz, tartışılır, tahlil edilir, teklifler sunulur. İlk eserlerinden olan Şimşek, psikolojik roman türündeki ilk denemesi olmuştur (1923). Bu eserde ruhî tahliller klinik müşahade ve tesbitleri andırır gibidir: Sonlara doğru iyice yükselen gerilime, yoğunlaşan ve çarpıcılığı artan olaylara rağmen romanın bütününe, daha sonrakilere nazaran yeterince sindirilebilmiş değildir. Sözde Kız/ar’dakinin aksine, romanın kuruluşu içinde içtimâî mesele tamamen arka plâna atılmış gibidir. Fakat, yine de romancı vardır ve sözünü söylemektedir. Sözde Kızlar’ daki Nadir’in yerini burada Ali almıştır. 9. Hariciye Koğuşu yetim, hasta ve bir âşık çocuk ruhunun harikûlâde şiiridir. Ruhî tahlillerde artık romancı değil sanki hastahane duvarları konuşur, kokular, renkler konuşur. Hasta bir çocuğun ümitlerinin, acılarının bütün derinliğini bulduğumuz bu romanda içtimâî meseledeki millîci Peyami Safa yine vardır ve esasen kahramanın kendisidir (1930). Fatih-Harbiye’de (1931) içtimâî yan, diğer romanlarına nazaran daha ağır basar; konu, kültür değişmelerimizden doğan buhranlarımızdır.

Garpla Şark arasında değerleri ve bütün bir yaşayış tarzıyla seçim yapmak zorundan doğan bunalımlar, dengesizlikler romanın kadın kahramanına aksettirilerek verilir. Bir Tereddüdün Romanında (1933) Fatih sahneden çekilmiş ve olaylar tamamen Beyoğlu’na taşınmıştır. Şark’ı temsil eden Fatih Mualla’dır; Beyoğlu’nu okur, düşünür ve Fatih-Harbiye’deki tereddüdü temsil eder. Fakat, asıl büyük kavga, tereddüt Beyoğlu’nu altüst etmektedir. Beyoğlu, yirminci asrın ilk yarısındaki Avrupa’nın Türk cemiyet ve insanına aksetmiş halidir. Ancak, cemiyetin bir aydınlar kesimi olarak alındığı unutulmamalıdır. Tereddüt ve bunalımlar şimdi Garb’ın kendi buhranından doğmaktadır. Bu romandaki şüphe ve tereddütler bütün bir insanlık çapındadır ve insan cinsiyle birlikte sahneye çıkan temel sorular, bütün bir dünyayı tedirgin eden meselelerle iç içe olarak kendi kendini ortaya koymaktadır. İçtimâî-ruhiyatçı Peyami Safa yine bütün ağırlığını koymuştur ama bütün meseleleri ferdin metafizik probleminde temellendirerek ve zekâsının olanca ışığı ile bu ebedî meselenin derinliklerine dalarak. Şimdi bütün kavgalar, bir düğüm noktası olarak iman veya imansızlık mihveri * etrafında dönmektedir. Daha önceki romanlarında da insanın iç macerası esastır. Ancak, bu iç macera, ilk romanlarından itibaren, insanın günlük yaşayış içindeki davranışlarının, kavgalarının, münasebetlerinin * ruhî tahlillerinden, bu çerçeve içinde insan ruhunun derinliklerinde yapılan gezintilerden, didiklemelerden, yavaş yavaş insanın metafizik problemine doğru derinlemesine bir yolculuk olmaya başlar. Matmazel Norali-yanın Koltuğu’nda insana ve insanın kavrayışlarına yeni boyutlar kazandıran bu yöneliş, Yalnızız’da kendi türünün aşılması güç bir doruğu olur. Bu romanda, içtimâî meselede de millî sınırlar aşılır ve belki bir gün, insanlığın kavuşacağını ummak istediğimiz “Simeranya” ülkesinin ölçüleri verilir. Biz İnsanlar, ustaca örülmüş olaylar içinde, kudretli ruhî tahlilleriyle birlikte materyalizmi tartışır.

O  da, Bir Tereddüdün Romanı gibi tam çözümünü “Simeranya”da bulacak, Matmazel Noraliya’nın muzdarip, yüce ruhu orada içtimâî muhitine kavuşacaktır. Yalnızız, insanı ürperten, sapık bir şüphe motifi ile başlar. Sonra tereddütler, şüpheler, cemiyetimizin sınırlarını aşmayan değişik durumlar içinde mevzularını değiştirerek sürer gider. Mekân ve olaylar sınırlı ve yerli fakat gerek insan, gerekse cemiyette çözümlenmek istenen meseleler cihanşumûl ve ebedîdir. Romancının hayata sunduğu teklifler bütün bir insanlık içindir. Samim bir yandan, içinde yaşadığı cemiyetin ve birlikte olduğu insanların meselelerini günün idrak ölçüleri içinde çözmeye çalışırken, odasına kapandığı zamanlarda da Peyami Safa’nın “Simeranya” ülkesini yazmaya ve hayatın problemlerini orada çözmeye çalışır. Maddenin üstünde bir mânâ, fiziğin ötesinde bir metafizik gerçeği, dünyadaki bütün kıymetlerden başka ve onların üstünde bir ruh ve bir Allah vardır. Bu gerçekler bilinmedikçe, ilim ve teknik bu bütün içindeki yerini almadıkça insanlık buhrandan buhrana sürüklenecek, huzur ve sükûna * kavuşamayacaktır. Sanatçı müttefikkirimiz insanlığı Tanrı’nın ipine sarılmaya, ona tutunmaya davet ediyor. Maddecilikten kurtulamayan, her şeyi fizik kanunları ile laboratuvarlarda izaha kalkışan yirminci asır medeniyeti idrakini genişletmelidir. “İnsan ruhunu anlamadan atomu izah etmek mümkün değildir.” “Bir öksürükle gökte bir yıldızın düşmesi arasında sıkı münasebetler vardır ve bunlar bir büyük oluş prosesinin * ayrı ayrı görünüşleridir.” İnsan kavrayışına korkunç bir vüs’at, kâinata hakim bir bütünlük ve düzen fikri getiren düşünceleri ile Üstad, beşer idrakiyle İlâhî nizamın tasvirini yapar gibidir. Yalnızız’da insanı laboratuvarlardan kurtarma, onu varlık bütünü içinde kavrama cehdinin ruh tahlillerine kazandırdığı büyük derinlik ve insana açtığı yeni ufuklar vardır. Romanda okuyacağınız bir pasajı buraya da almalıyım: “Ey İnsan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum.

Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranyum’da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden kopararak çıkardığın korkunç tahrip âletinin patlayışından yükselecek alevi bekletiyor. Ey bahtsız! Tarihinin hiçbir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Laboratuvarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. Bırak bu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, * kov şu kemmiyet fikrini, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde herbiri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizelerinin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendi kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan manevîlere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçükçe düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metodlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın darkafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma: Arşı geç, ferşi atla, sidreyi aş, Gör ne var maverada * ibrethiz.” Nevzat Kösoğlu Bir açıklama: Yalnızız’ın ilk baskısında, romanın başında “prolog” diye bir bölüm vardı. Aynı yayınevi ikinci baskıyı yaparken bu kısmı çıkartmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı Yalnızız’ı Bin Temel Eser serisi içinde yayınlarken prologu yeniden ekledi. Biz bu eseri Ötüken Yaymevi’nin ilk kitabı olarak yayınlamayı plânladığımızda, -Üstad rahmetli olmuş, ikinci baskı henüz yapılmamıştı- İnkılâp-Aka Kitabevinin sahibi Garbis Fikri efendi ile görüşmüş ve ikinci baskı hakkını bize vermesini istemiştik. Konuşmalarımız sırasında bu zat Yalnızız’ın ilk baskısından bir nüsha çıkartarak bize göstermişti; prolog kısmı katlanmış ve üzerine Üstadın el yazısı ile “Bu kısım girmeyecek” diye yazılmıştı.

Araştırıcılar için, birinci ve üçüncü baskılarda prolog kısmının varlığını da düşünerek, Üstadın arzusuna uygun olarak bu kısmı romana almıyoruz. Prolog, çevresindeki yalan ve çirkinlikler içinde bunalan Samim’in, bir anlık olsun içtenlik ve dürüstlük arayan ruh halini aksettiren, romandan müstakil bir parça gibidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

Yorum Ekle
  1. Bes para etmez bu

  2. kitap bok gibi