Berick Traven Torsvan – Kanli Yuruyus

Tsotsil ulusundan. Chamula’lı yerli Celso Flores’in; Ishtacolcot’da, kendi köyünde bir sevgilisi vardı. İstese onu kaçırır ve hemen evlenebilirdi. Ama kızın babasına olan saygısından bunu yapmadı. Ve baba da, kabilesinin eski geleneğini sürdürerek kızını kolaylıkla ona vermedi. Aslında herhangi bir yargıç, onlaruı nikâhlarını kıyabilirdi. Ama kimse bu kararı takmayacağından, evlilik kabilece geçerli sayılmazdı. Kız güzel, güçlü ve sağlıklıydı. Babası onun erkeğine on beş, ya da daha çok çocuk doğuracağından emindi. İşte bu yüzden babasının, kızı için iyi bir fiyat biçmesi çok doğaldı. Celso, sevgilisini elde edebilmek için kızın babasının yanında üç yıl çalışmayı önerdi. Ama yaşlı adam, onun çok daha akla yatkın birşeyler vermesini istiyordu: altı tane büyük koyun, on beş metre beyaz par muklu kumaş, yüz kilo kurtlanmamış mısır, çiğ tütün ve iki galon aguardiente… Kimsenin ücret karşılığı çalışmadığı Ishtacoloct’da Celso’nun bütün bunları elde etmesi olanaksızdı. Bu nedenle de Soconusco bölgesinde, köyünden yüz elli mil uzaktaki kahve üretme çiftliklerinde çalışmaktan öte yapabileceği hiç bir şey kalmıyordu… İki yıl ağır bir işten sonra yeterince gümüş pezo biriktirmeyi becerdi. Güzel paralardı bunlar; saf gümüştüler ve hiç de kolay kazanılmamışlardı… Bir kahve finca’smda çalışmak, monteria’da ça7 lışmak kadar beter bir iştir. Gün doğuşundan gün batanına dek durmadan çalışüır… Boş geçen birkaç pazardan başka hiç bir tatil günü yoktur.


Hasat zamanı sepet basma para alınır. Ama yüz sepet topladığınız zaman canınız da çıkmış demektir… hem de nasıl!. Capataz, ya da cabo denilen gözetimciler, sepetinizde ne kadar yeşil tane olduğunu görmek istediği zaman, o sepet işaretlenmeyecek demektir. Capataz topladığınızı yere boşaltır ve siz de bütün yaptığınız işe baştan başlamak zorunda kalırsınız. Çiftlik sahibiyse ne denli yeşil olursa olsun, bu tanelerin hiç birini atmaz. Neden yapsın ki bunu… Onun da işine bakması gerek. Beş yaşından küçük yerli çocukları ara sıra yere atılan bu yeşil taneleri toplarlar. İşte Celso’nun iki yıllık yaşantısı bunların arasında geçmişti. Şimdi, köyüne dönerken yanında evlenebümesi için gerekli olan para vardı. Celso’nun köyüne giden en kısa yol, aşılması en zorlu yollardan biriydi. Niquivil ve Salvador yolundan giderek birkaç köyden geçmek zorunda kaldı. Geçtiği her köyde, köy muhtarı, köyden geçiş ücreti olarak on centavo aldı. Geçmesi gereken bir köprüye geldiğinde, köprü kullanılmayacak bir durunda bile olsa bu işlerle ilgilendiğini söyleyen bir yetkili, köprüden geçiş için yirmi centavo aldı. Kuşkusuz Celso, elinden geldiğince köylerden ve köprülerden geçmeyen bir yolu seçmeye uğraşıyordu. Yol boyunca durmadan kaçak içki önerileriyle karşılaşıyordu.

Kaçak içkiler, izinle satılanlardan daha pahalıydılar. Her yerde, karşüaştıkları delikanlıyı sarhoş etmeye ve sonra da sarhoş oldu diye hapse tıkmaya çalışıyorlardı. Böylelikle sabah ayılıp yola çıkmaya hazırlandığında üstünde tek bir centavo bile kal8 madiğini görmesi işten bile olmayacaktı. Tabiî, eğer paranızı polislerin çaldığını iddia edecek olursanız görevli memura hakaret etmekten köy içinde iki ya da üç ay parasız çalışmaya mahkûm edilebilirsiniz. Neyse ki Celso, çiftlikteki arkadaşlarından bunları yeterince öğrenmişti. Sırf dostluk için önerildiğinde, tek bir yudum bile içki koymadı ağzına. Bilirsiniz, eski bir numaradır içki ısmarlamak… Tadmı bir kez almayagörsün insan, duramaz, içtikçe içer… Yolda ihtiyacı olan şeyleri Celso’ya normal fiyatının iki, ya da üç katma satıyorlardı. O, cepleri parayla dolu, eve dönen bir kahve işçisi değil miydi?. Celso, bu durumlarda da akıllıca davrandı. Üstüne yırtık pırtık elbiseler giymişti ve kahve çiftliklerinden döndüğünü de kimseye söylemiyordu. Bir bakkal, ya da muhtar ona nereye gittiğini sorduklarında, Jovel’deki patronu hesabına Huixtla’ya dört tane eşek götürdüğünü anlatıyordu. Jovel, köyüne varmadan önce geçeceği son kasabaydı. Köyünden aşağı yukarı on iki mil uzaktaydı. Jovel’e vardığında kendini evine kavuşmuş gibi hissetti. Eskiden her hafta, ya da en azından ayda iki kez mısır, yün, meyve, odun ve deri satmak, ya da takas etmek için annesi ve babasıyla birlikte Jovel’e inerdi.

Bir yerli kadından beş centavo’luk muz satm aldı. Sokağı geçti, alanın bir köşesinde çömeldi. Oysa oturabileceği bir sürü boş sıra vardı ortalıkta. Ama bu banklar kasabanın uygar insanları, ladino’lar için konmuştu. Ne yazık ki bu uygarlık pek yayılmamıştı, ama yine de insanlar her sabah yüzlerini yıkamak ve tıraş olmak için zorunlu hissediyorlardı kendilerini. Aylak bir yerli olan Celso, eğer boş sıralardan bi- rine oturmaya yeltenseycü, polis hemen gelip onu oradan atardı. Ama kesme taşlarla döşenmiş olan alanda keyifle yan gelip yatan köpekleri bile kovmuyordu polis. İşte sonuç olarak yorgun köylülerin, alanın bir köşesine çömelmelerine ‘ izin veriliyordu. Banklardan birinin üstünde iki ladino oturuyordu. Caballero deniliyordu onlara. Bir yandan sigaralarını içiyorlar, bir yandan da hükümeti eleştiriyorlardı. Caballero’lardan biri şöyle diyordu: «Bu kasaba, sırtlarına bir gömlek giymeye bile lâyık olmayan insanlarla dolu… Bir de sanki bütün kasabaya sahipmişler gibi poz takmıyorlar… İşte, bir de şu yere diz çöküp karınlarını muzla doyuran Chamula’lı genç gibileri var… Bir centavo’ya muhtaç gibi görünüyorlar, değil mi?. Oysa şu anda cebinin bir köşesinde tam seksen gümüş pezo var .» «Bu kadar iyi nereden bilebiliyorsun?.» diye sordu öbür caballero.

«Benim kahve çiftliğimde tam iki yıl çalıştı. Adı Celso. Ishtacolcot’lu Francisco Florens’in oğludur…» «Sahi mi… doğru mu söylüyorsun?.» «Elbette… Ama o solucan beni hiç ilgilendirmiyor. Benim asıl bilmek istediğim, o hiç bir işe yaramayan valinin Arriaga’ya yol yaptıracağım diye cebine kaç bin pezo attığı… Tanrı bilir o yolda güvenle yolculuk etmemiz sağlanmadan daha kaç bin pezo onun cebine girecek!. Asıl sorun…» Hiç bir zaman yapılmayan bir yol için valinin topladığı binlerce pezo, ya da bu yolun kötü yapılması, her yağmur mevsiminden sonra onarımının gerekmesi… böylece valinin binlerce pezo toplayıp durması, öbür caballero’yu hiç ilgilendirmiyordu. Valinin yerinde olsaydı o da aynı şeyi yapacaktı kesinlikle. Ama şimdilik valinin yerinde olmadığı için para toplaya10 cak başka yollar bulmalıydı kendine. Hükümetin eleştirilmesini dinlemeyi bırakıp, alanın öbür ucunda oturan Celso’ya seslendi: «Hey!. Sen, chamula… buraya gel!.» Celso başmı çevirdi ve kendisini çağıranın bir ladino olduğunu görünce, yerinden fırlayarak yanma gitti. Henüz yemeye başladığı muzlar alan taşlarının üstünde, oturduğu yerde kalmıştı. Çok geçmeden caballero’nun yanına varmıştı. Kibarca şapkasını çıkarıp şöyle dedi: «A sus ordenes patroncito… emrinizdeyim.» «Beni tanıyorsun, değil mi?.

» dedi caballero. «Si patroncito… elbette tanıyorum sizi. Siz don Sixto’sunuz.» «Doğru. Geçenlerde babana iki genç öküz sattım. Borcunun ancak bir bölümünü ödedi. Sonra da sen döner dönmez borcunun gerisini bana hemen ödeyeceğine dair Cornelio Sanchez’in yanında yemin etti. Babanın bana kalan borcu tam yetmiş altı pezo, elli centavo. Hadi parayı şimdi sen ver de baban buraya kadar gelmek zorunda kalmasın. Haksız mıyım don Emiliano?.» diye sordu don Sixto, arkadaşına. «Babanın don Sixto’ya borcu olduğunu ben de biliyorum,,» dedi Emiliano. Bir an Celso, don Emiliano’nun bu borç konusunda birşeyler bilmesinin olanaksız olduğunu düşündü. Çünkü Celso birkaç gün önce çiftlikten ayrıldığında don Emiliano hâlâ oradaydı. Ama aynı anda bir caballero’ya karşı bir yerliye kimsenin kulak asmayacağını düşündü- Eğer bir caballero, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü söylese bile bir yerlinin bunu gerçek olarak kabullenmesi gerekirdi.

Oysaki güneşin dünya çevresinde döndüğü açıkça ortadaydı! İşte böylece her işte caballero’nun dediği olurdu. Şimdi iser 11 iki caballero da aynı şeyi söylüyorlardı. İki yıldır evinden uzak olduğu için böyle birşeyden de haberi yoktu. Asluıda bu konuda düşünmesi, ya da düşündüklerini söylemesi için ona kimse birşey sormamıştı. Don Sixto, aceleyle konuşmaya devam etti. «Hadi çık paraları muchacho,» dedi soğuk ve acımasız bir sesle. «Eğer vermezsen şimdi polisi çağırırım ve borca girmenin ne demek olduğunu hapiste bol bol düşünürsün artık!.» Akrabalarının basma gelenlerden Celso, hapishanenin bir yerli için ne denli pahalı olduğunu biliyordu. Parasını hemen elinden kapıverirlerdi. Onu saklaması olanaksızdı. Bir de her şeyin üstüne borcunu ödemediğini iddia edip yol yapımında üç ay çalıştıracaklardı onu. Bir yargıç, ya da polis şefi gerekeni kendisine söyleyecek ve yerlinin yanıt vermesine fırsat bırakmadan yasanın bilmemkaçıncı maddesine göre kendisini mahkûm edecekti… Beline sardığı kırmızı yün kuşağını çıkardı, beyaz pamuklu pantolonu aşağı kaydı. Don Sixto’nun önünde çıplak kalmıştı. Üzüntüsünden bunu farketmemişti bile. Kuşağını yavaş yavaş açtı, oyalanmakla, sanki binbir güçlükle kazandığı parayı, evlenmesini ve en azından on beş çocuk sahibi olmasını sağlayacak pezoları koruyordu.

Kuşkusuz, şu anda don Sixto’nun önünde tek bir centavo’yu bile saklaması olanaksızdı. Sonunda, kuşağını tamamen açmıştı. Paraların yere dökülmesini önlemek için çömeldi ve kollarını dizlerine dayadı. Sonra kuşağından gümüş pezoları çıkartıp onlar için nasıl ter döktüğünü düşünerek hepsini don Sixto’ya verdi. Don Sixto, aldığı parayı teker teker sayıyordu. 12 Her on pezoda bir paraları toplayıp bir sağ, bir sol cebine indiriyordu. Sağ ve sol cepleri dolduktan sonra pantolonunun ön ve arka ceplerini de doldurdu. Don Emiliano onlara bakıyor, sessizce paraları sayıyordu. Para saymak, onun için hükümetle, ya da yapılmamış yolla uğraşmaktan daha ilginçti. Sonunda don Sixto, tam yetmiş pezo’yu cebine indirmişti. Elini bir kez daha açıp Celso’ya doğru uzattı. Yedi pezo daha aldıktan sonra, «Basta muchacho,» dedi. «Şimdi benim de sana dört real vermem gerekir. İşte, doğruluktan hiç ayrılmam. Zavallı bir yerliden tek bir centavo bile fazla almam ben.

Şimdi sana bir makbuz yazacağım. Seni aldattığımı sanmanı istemiyorum. Benim dinimde namus ve doğruluk, temel yasadır…» Celso ayağa kalktı. Aynı anda yanlarına gelen bir polis, pantolonunu çekip kuşağını sıkı bağlaması için Celso’yu uyardı. Yoksa halkın ortasında çirkin davranışlarda bulunmaktan kendisini tutuklayacaktı. Celso’yu gerçeğe döndüren bu oldu. Son birkaç dakikada kendinden tamar men geçmişti. Paraları cebe indiren ve neşelenen don Sixto pantolonunu çekip kuşağını bağlayan zavallı bir köylüye bağırmaması gerektiğini söyleyip polisi gönderdi. Dudaklarında kocaman bir gülümsemeyle don Sixto, ceketinin cebinden ikiye katlanmış bir defter çıkardı, içinden bir sayfa yırttı ve üstüne iki öküz karşılığı Francisco Flores’ten yetmiş altı pezo, elli centavo aldığım belirten birkaç cümle yazdı. Sonra da yazdıklarının altma imzasını attı. Böylelikle kâğıdın üstünde herhangi bir sahtekârlık yapılmasını önlediğini düşünüyordu. 13 İşini bitirdikten sonra elindeki kâğıdı ve kalemi don Emiliano’ya uzattı. «Don Emiliano, lütfen tanık olarak bunu imzalar mısınız?.» Don Emiliano, yazının altma don Sixto’dan daha süslü bir imza attı. «Şimdi benimle gel…» dedi Celso’ya.

«Şu vergi işini halledelim de babana geçerli bir makbuz götür…» Makbuzu mühürletmek için vergi binasının içine girip Celso’yu dışarıda bıraktı, sonra Celso ile birlikte yine alana, don Emiliano’yu bıraktıkları yere döndüler. Don Sixto, arkadaşının yanına oturarak Celso’ya kâğıdı verdi. «İşte makbuzun hazır…» dedi. «öküzlerin parasını bana ödediğine don Emiliano da tanık oldu. Makbuzu mühürlettiğimiz için artık her şey yasalara uygun oldu. Sakın senden yasa dışı bir yolla para aldığımı sanma. Birçokları bir yerliye böyle davranmaz. Benim yerimde başka biri olaydı, mühür parasını da sana ödetirdi. Hadi muchacho, artık git, makbuzu babana ver ve işleri hallettiğini söyle. Eve giderken de sakın aguardiente satın alma… Babana, eğer başka öküz ya da eşek isterse piyasada en ucuzunu benden alabileceğini unutmamasını söyle…» Celso’nun gözlerine bakıp babacan bir tavırla başım salladı. «Hadi, artık git, yapacak daha önemli.işlerim var,» der gibiydi. Celso, bıraktığı yerden muzlarını toplamak için arkasını dönmüştü ki, tam o sırada bir köpeğin muzlara yaklaştığını ve tam onların yanından geçerken arka bacağını kaldırdığını gördü. Tabiî köpek, o muzları birinin yiyeceğini düşünmüyordu. Oysa Tabasco’ da doğup büyümüş olsaydı, muzların köpekler için de güzel bir yiyecek olduğunu, hele özellikle başka hiç 14 bir şey bulamadığı zamanlar bunların ne denli nefis birşey olduğunu öğrenirdi.

Celso, artık yenmeyecek bir hale gelen muzlarına baktı ve bir tekme savurdu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir