Steven Runciman – Kostantiniye Düştü

1400yılının Noel günü, İngiltere Kralı IV. rHenry, Erham Sarayında büyük bir şölen düzenlemişti. Amacı, yalnızca bu yüce günü kutlamak değil, kendisini ziyaret eden önemli bir konuğu da ağırlamaktı. Bu ünlü kişi Bizans İmparatoru II. Manuel Palaeologus idi. Palaeologus, İtalya üzerinden İngiltere’ye gelirken yolda Paris’e uğramış, burada Fransa Kralı VI. Charles tarafından büyük konukseverlikle karşılanmıştı. VI. Charles, imparator’u Louvre Sarayında ağırlamış, burada, Sorbonne’un önde gelen kişileri kendisiyle çeşitli bilim • dallarında görüşmeler ve tartışmalar yapmışlardı. PaJaeologus’un kendinden emin tavırları ve gerek kendi13 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ sinin gerekse adamlarının üzerindeki kar beyazı elbiseler, İngilizleri pek etkilemişti. Fakat İngiliz Sarayı, Bizans İmparatoruna taşıdığı büyük ada rağmen acımaktan kendini alamıyordu. Bu ziyaretin nedeni açıktı: İmparatorluğunu bir kıskaç içine alan Türklere karşı koyabilmek için yardım dilenmeye gelmişti. Kral IV. Henry’nin yanında bulunan büyük hukukçu Adam’a göre, hüzün dolu bir ziyaretti bu. Adam, bu ziyaretten şöyle söz ediyordu: ‘Bu ünlü bıristiyaı hükümdarın Doğu’nun bir ucundan kalkıp Batı’nın öbür ucundaki adalara gelerek Türkler tarafından kendilerine karşı yardım dilenmeye zorlanması gerçekten çok elem verici… Tanrım, Roma’nın eski ihtişamına ne oldu?’.


Eski Roma İmparatorluğu çok küçülmüştü. II. Manuel Palaeologus, Augustus ve Constantine’in hukukî mirasçısıydı. Ancak, Constantinopolis’te oturan imparatorlar Roma topluluğundan kopalı yüzyıllar geçmişti. Bu imparatorlar Batı’ya göre, sadece Bizans’ın ya da bölgedeki Rumların yöneticisi durumundaydılar; o dönemin Bati’dakj imparatorlarıyla kıyaslanamazlardı bile. 11. yüzyıla kadar Bizans ihtişam dolu, üstün bir güce sahip ve İslâm ilerleyişine karşı duran tek devletti. Bu görevi, 11. yüzyıl ortalarında Türk istilâsı sonucu yeni bir İslâm teklikesiyle karşı karşıya kalana kadar büyük bir coşkunluk ve başarıyla yürütebilmfşti. O çağda Batı Avrupa, Norrnan istilâsına uğramıştı. Bizans ise taht kavgaları ve yönetim sorunlarıyla uğraştığı bu sırada iki cephede birden savaşmak zo14 KOSTANTjfy/Y^ DÜŞTÜ, .runda kaldı. Sonunda Normanlar geri püskürtülmüş fakat hem Bizans Italyas.ı elden gitm iş hem de kendisi için asker ve yiyecek deposu olan bereketli Anadolu topraklarını Türklere terketmeye başlamıştı. İmparatorluk bundan böyle iki ateş arasında yaşamaya devam edecekti.

Bu durum. Haçlı Seferleri’yle büsbütün karıştı. BizanslIlar, bir hıristiyan olarak Haçlılar’a yakınlık duymaktaydılar. Fakat geçirmiş oldukları siyasal tecrübeler, onlara isâmiyetin varlığını kabul etmeyi ve ‘ailahsızlar’ olarak niteledikleri bu kitleye karşı hoşgörü sahibi olmayı öğretmişti. Batı’nın giriştiği bu kutsal savaşı, Bizans, tehlikeli ve gerçeğe aykırı görüyordu. Buna karşılık Haçlı Seferleri’nden bazı çıkarlar dâ ummamışlar değildi. Fakat iki tehlike arasında kalan kimsenin güvenliğini sağlayabilmesi, güçlü olduğu sürece mümkündü. Bizans da, içten zayıfladığı bu dönemde güçlü bir devlet rolü oynamaya devam etti. Uzun süren savaşlar sonucu Anadolu’daki asker deposu topraklarını kaybeden İmparatorlar, yabancı dostlara ve bu dostların askerî yardımlarına sığınmak zorunda kaldılar. Yapılan yardımlar elbette karşılıksız değildi; gerek para, gerek çeşitli ticarî tavizlerle ödenmesi gerekiyordu. Bu ödemeler, İmparatorluğun, Anadolu’nun bereketli ovalarını kaybettiği ve büyük ekonomik sarsıntılar içinde bulunduğu bir döneme rastlar. 12. yüzyıl süresince Constantinopolis, zenginlik ve ihtişam dolu bir görüntüye sahipti. Limanları ve 15 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ çarşıları çeşitli mallarla tıka basa doluydu. İmparatora güçlü bir hükümdar gözüyle bakılıyordu.

Fakat kendisinin Haçlı Seferleri’nin yarattığı coşkunluğu körüklememek için gösterdiği çaba, Müslümanlarca takdirle karşılanmadıktan başka giriştikleri kutsal savaşa karşı izlediği bu ılımlı tutum , Haçhlar’ı da öfkelendirmişti. Bu arada Batı’daki hrristiyanlfğın Doğu’dakinden farklı oluşu ve bu ayrılıkların köklü sorunlara dayanması, bir de 11. yüzyıldaki siyasal şartların yarattığı nedenler, 12. yüzyılın sonlarına doğru Roma ve Constantinopolis Kiliseleri’nin açıkça hizipleşmesine yol açıyordu. Sonunda Haçlı ordularından biri, başlarındaki gözü, dönmüş komutanlarıyla Constantinopolis kapılarına dayandı. Bizans’a karşı Öfke ve kıskançlık besleyen, Venedik’in etkisi altındaki bu Haçlı ordusu, şehri baştanbaşa yağmaladı. Bu olayda, her Batılının Bizans KiJisesi’ne karşı duyduğu kızgınlığın payı da vardı. Haçlılar böylece, yağmaladıkları şehrin yıkıntıları üzerinde bir Latin İmparatorluğu kurdular. 1204 yılma rastlayan bu dördüncü Haçlı Seferi, eski ‘Batı Roma İmparatorluğu’na bir son vermişti. İmparatorluğun ileri gelen yöneticileri, 13. yüzyıl ortalarına kadar Nicaea’da (İznik) sürgünde kaldıktan sonra { ‘) Constantinopolis’i yeniden ele geçirerek ( ’ ) Sürgünde Im p.Thed. Lascoh. İznik İmparatorluğunun kuruluşu ve sonra gelen imparatorlar. (1204’ten 1261’e kadar İznik’te: saltanat sürmüşlerdir.

16 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ Latin imparatorluğu’nu ortadan kaldırdılar. Bizans yepyeni bir dönemin eşiğinde görünüyordu; ancak, Michael Palaeologus’un kurduğu bu yeni İmparatorluk, Doğu’daki hfristiyanlar üzerinde etkili bir güç olmak yeteneğinden yoksundu. Buna rağmen eski m istik etkisini bütünüyle kaybetmiş de sayılmazdı. Constantinopolis, hâlâ ‘Yeni Roma’ sayılıyordu. Ne de olsa ortodoks hırıstiyanların tarihî başkentiydi. İmparator, Doğu halkına göre yine Roma İmparatoru’ydu. Fakat gerçek açısından bakıldığında, bu imparator, çevresindeki ülkeleri yöneten prenslerden hiç de farklı değildi. Kaldı ki kendisinden başka Rum hükümdarlar da vardı. Asya içlerinden gelen eski ticaret yollarının geçtiği, zengin gümüş yataklarına sahip Trabzon İmparatorluğu, Küçük Asya’nın kuzeydoğusundaki topraklarda uzanıyordu. Epirus da Angelus sülâlesinin başta olduğu despotluk vardı. Bu sülâle bir zamanlar Constantinopolis’i ele geçirmek için Nicaea’lı imparatorlara rakip bir tu ­ tum izlemiş ise de şimdilerde bu etkisini kaybetmişti. Balkanlarda İse -buraya sırayla hükmeden- Bulgaristan ve Sırbistan bulunmaktaydı. Bütün Yunanistan toprakları üzerinde ve adalarda Frank ve İtalyan kolonileri, prenslikleri vardı. Bizans, Venediklileri, Constantinopolis’ten çıkartabilmek için Ceneviz’in yardımına sığınmıştı. Buna karşılık bir ödül vermesi gerekiyordu.

Ve şimdi Haliç’in karşı yakasındaki Ceneviz kolonisi Pera (ya da Galata), şehrin ticaretinin büyük bir bölümünü eline geçirmiş bulunuyordu. Çevre, çeşitli tehlikelerle doluydu. İtalya’da, ortadan kaldırılan Latin İmparatorluğu’nun öcünü almak isteyenler var17 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ, di. Balkanlardaki Slav prensleri adlarının başında İmparator sıfatının özlemini duyuyorlardı. Bu sıralarda Türklerin pek sesi çıkmıyordu. Bu sessizlik Bizans’ın büyük Ölçüde işine yaramıştı. Çünkü Türkler hareket halinde olsalardı, Bizans kendini istilâdan koruyamazdı. Fakat Asya’daki bu durgunluk çok uzun sürmeyecek, Türkler, Osman Bey gibi büyük önderlerin yönetiminde yeniden tarih sahnesine çıkacaklardı. Yeni kendine gelen, Avrupa’da çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunan ve Doğu’dan sürekli tehdit altında olan Bizans’ın elindekinden çok daha fazla gelire ve insan gücüne ihtiyacı vardı. Bu nedenle, Doğu sınırlarını gerektiği şekilde koruyamadı. Çok sonra aklı başına geldi; ama geç kalmıştı, artık. Osmanlı Türkleri, Bizans’ın savunma düzenini bozmuş ve topraklarından içeri akmaya başlamışlardı. İmparatorluğun ufkunda kara bulutlar belirmişti. 14. yüzyıl, Bizans için siyasal alanda çöküntülerle dolu geçti.

Bir ara Sırbistan Krallığı’nın, Bizans’ı ele geçirmesi ihtimali bile belirdi. Bizans, uzun bir süre bu tehdidin gölgesi altında yaşadı. Bazı illerde Catalanların yönettiği ayaklanmalar hüküm sürdü. İç savaşlar da eksik olmadı. Bu savaşların başlamasına gerek kişisel kavgalar, gerekse hanedan kavgaları yol açıyordu; zamanla dinî ve sosyal örgütlerin de karışmasıyla enikonu tatsız bir biçim aldı. Bizans’a 1341’den 1391’e kadar hükmeden İmparator V. loannes Palaeologus bu süre İçinde üç kere tahttan indirildi. Biri kayınpederi, öteki oğlu, üçüncüsü ise torunu tarafından yapılan bu 18 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ teşebbüsler sonuçsuz kalmış, hatta V. loannes Palaeologus elli yıllık saltanatı sonunda tahtında otururken can vermişti. 14. yüzyılda, veba salgınları da Bizans’ı rahat bırakmadı. 1347 de ‘kara ölüm ‘ adıyla anılan salgın, İç savaşların çok kızıştığı bir zamanda kendini gösterdi ve İmparatorluk nüfusunun en az üçte birini götürdü. Türkler, hem Bizans’ın hem de Balkanların içinde bulunduğu durumdan yararlanmasını bilmişlerdi. OsmanlI orduları Avrupa’ya geçtikten sonra Batı’ya doğru ilerleyerek yüzyılın sonlarına doğru Tuna nehrine dayandılar. Bizans bir ada gibi ortada kaldı.

Türklerin yönetim i altındaki topraklarla çevrili bulunan İmparatorluk, 15. yüzyıl başlarında Constantinopolis ve Trakya’nın Marmara ile Karadeniz sahillerindeki birkaç kasabasından ibaretti. Toprakları çok küçülmüştü. Koca imparatorluktan 14. yüzyıl sonlarında geriye kuzeyde Meşembria ile Thessalonica (Selanik) dolayları, bazı irili ufaklı adalar ve Morali despotların egemen olduğu Pelopones kalmıştı. Yunanistan ve Ege adalarındaki bazı Latin kolonileri bu dönemde varlıklarını koruyabilmişlerdi. Atina, Floransalı dükalarca, Ege adaları da Veronalı prenslerce yönetilmekteydi. Buraların dışında kalan toprakların hepsi Türk üstünlüğü altına girmişti. Bizans’ın siyasal yönden hızla gerilediği bu dönem, kültürel bakımdan bunun tam tersi oldu. Tarihin garip bir lütfuydu bu. Bizans, 14. yüzyılda kültür alanında o güne kadar eşine rastlamadığı bir gelişme gösterdi. 19 KOSTANTİNİYE DÜŞTÜ Palaeologlar dönemi gerek düşünce ve gerekse sanat hayatı yönünden Bizans tarihinin en parlak doruklarından biri oldu. Constantinopolis kiliselerindeki 14. yüzyıl mozaik ve fresklerinin gösterişi, aynı yüzyılın İtalyan sanat eserlerini gölgede bırakıyordu.

Bu eserlerin taşıdığı estetik anlayış ve canlılık yanında, İtalya’dakiler çok kaba ve ilkel kalmaktaydı. Aynı derecede güzel eserler Constantinopolis’ten başka Selanik şehrini de süslüyordu. Ancak bu olağanüstü sanat eserlerini yaratmak için, büyük harcamalar ^pılması gerekiyordu. Bir zaman geldi, hâzinedeki pajia r tükenmeye başladı. 1347’de V. loannes ve İmparatoriçe’nin taç giyme töreninde kullanılan taçlara, mücevher yerine adi cam parçalan kondu. 14. yüzyıl sonlarına doğu sanat eserleri yapımına küçük çapta da olsa devam edildi. Bu dönemde kilise inşasına sadece Pelopones’deki Mistra ve Mount Athos’ da rastlanmaktadır. Bunların dekorasyonu da son derece tutum lu bir çerçeve içinde yapıldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir