Thomas Bernhard – Ödüllerim

Viyana’daki Bilimler Akademisinin Grillparzer Ödülü’nü vermesi nedeniyle kendime bir takım elbise almak zorunda kaldım, çünkü törenden iki saat önce birdenbire, kuşkusuz olağanüstü olması gereken bu törene pantolon ve kazakla gidemezdim ve böylece gerçekten de Graben denilen yerde Kohlmarkt’a gitmeye ve kendimi olaya uygun olarak törensel bir kıyafete sokmaya karar verdim, bu amaç için çok sayıda ceket aldığım için iyi tanıdığım, markalaşmış Sir Antony adını taşıyan erkek giyim mağazasına gittim, iyi anımsıyorsam eğer, ben Sir Antony mağazasına girdiğimde saat ona çeyrek vardı, Grillparzer Ödülü saat on birde olacaktı, yani daha epey bir zamanım vardı. Niyetim, hazır elbise de olsa, oldu olacak bari koyu renk, en iyi yünden yapılmış bir takım elbise, ona uygun çorap, bir kravat ve Arrow marka, en hoşu olan, gri mavi çizgili bir gömlek almaktı. Şık mağazalar denilen bu yerlerde insanın ne istediğini hemen anlatabilmesinin güçlüğü bilinir, müşteri hemen ve ince ayrıntısına kadar ne istediğini söylese bile, isteğini tekrarlayıncaya kadar ona önce inançsızlıkla bakılır. Ama doğal olarak kendisiyle konuşulan satıcı hâlâ anlamamıştır. Bu yüzden o sırada Sir Antony’de söz konusu olan stantlara götürülme gereğinden daha uzun sürdü. Bu mağazadaki koşullara önceleri aldığım ceketler yüzünden yabancı değildim ve ben aradığım takım elbiseyi nerede bulacağımı satıcıdan daha iyi bilmekteydim. Söz konusu olabilecek takımların durduğu standa doğru yürüdüm ve çok belirli bir örneği işaret ettim, satıcı onu görmem için askıdan indirdi. Kumaşın kalitesini tetkik ettim ve hemen kabinde denedim. Birkaç kez eğildim ve geriye doğru kaykıldım ve pantolonun bana uyduğunu saptadım. Ceketi giydim, aynanın önünde birkaç kez döndüm, kollarımı kaldırdım ve sonra gene indirdim, ceket de pantolon gibi uyuyordu. Takım elbise ile mağazanın içinde birkaç adım attım ve bu fırsattan yararlanarak gömleği ve çorapları seçtim. Sonunda takım elbiseyi üzerimde bırakacağımı ve gömlekle çorapları da giyeceğimi söyledim. Bir kravat seçtim, boynuma geçirdim, olabildiğince sıkı bağladım, kendime aynada bir kez daha onay verdim, ödedim ve dışarıya çıktım. Eski pantolonum ve kazağımı üzerinde Sir Antony yazılı bir çantaya koymuşlardı, öylece, elimde çantayla teyzemle buluşmak üzere Kohlmarkt’tan geçtim, onunla Karntner caddesindeki Gerstner restoranında, birinci katta randevulaşmıştık. Gerstner’de, törenden kısa süre önce, süreç içinde midemiz bulanmasın ya da bayılıp kalmayalım diye bir iki sandviç yemek istiyorduk.


Teyzem Gerstner’e gelmişti, bendeki değişimi kabul edilir sınıfına soktu ve ünlü eh napalım’ını söyledi. Ben şahsen o ana kadar yıllarca takım elbise giymemiştim, evet, o zamana kadar hep pantolon ve kazakla görülmüştüm, tiyatroya bile, şayet gidecek olduysam, yalnızca pantolon ve kazakla gitmiştim, özellikle gri pantolon ve kıpkırmızı, neşeli bir Amerikalının savaştan hemen sonra bana armağan ettiği, koyun yününden kaba örgülü bir kazakla. Bu kılıkla birkaç kez Venedik’e gittiğimi anımsıyorum ve de ünlü Teatro La Fenice’ye, diğerleri yanında bir seferinde Monteverdi’nin Tancred oyununa ki Vittorio Gui yönetmişti ve ben bu pantolon ve kazakla Roma’da, Palermo’da, Taormina ve Floransa’da ve nerdeyse bütün diğer Avrupa başkentlerinde bulunmuştum, bu giysileri evde nerdeyse hep giydiğimi bir kenara bırakalım, pantolon ve kazak berbatlaştıkça onları daha çok seviyordum, beni insanlar yıllarca bu pantolon ve bu kazak içinde tanıdılar ve bugün bile hâlâ o zamanki arkadaşlarım bu pantolon ve kazağı soruyorlar, ben bu giysileri yirmi beş yıldan uzun bir süre giydim. Birdenbire, dediğim gibi Graben’da Grillparzer Ödülü’nün verilmesinden iki saat önce üzerime iyice yerleşmiş olan bu giysilerin, Grillparzer adına bağlı olarak ve Bilimler Akademisi’nde verilecek olan onurlandırma için yakışıksız olduğu hissine kapılmıştım. Gerstner’de otururken birden pantolonun bana dar geldiği hissine kapıldım, ama bu olasılıkla yeni pantolonlarda hep böyledir diye düşündüm, ceket de birden bana çok dar geldi ve ceket konusunda da bunun normal olduğunu düşündüm. Kendime bir sandviç ısmarladım ve yanında bir bira içtim. Benden önce kimlerin bu Grillparzer Ödülü’nü aldığını sordu teyzem ve o anda aklıma Gerhart Hauptmann geldi, bir yerde okumuştum ve o sıralarda ilk kez Grillparzer Ödülü’nün varlığından haberdar olmuştum. Ödül sürekli olarak değil de yalnızca zaman zaman veriliyor dedim ve aralıklarla verilen ödüller arasında altı ya da yedi yıl ara oluyor diye düşündüm, belki de bazen yalnızca beş yıl, bilmiyordum, bugün de bilmiyorum. Bu ödül verilmesi olayı da beni doğal olarak sinirli yapıyordu ve kendimi ve teyzemi, artık törenin başlamasına yalnızca yarım saat kalan şu sırada oyalamaya çabalıyordum, tam da Graben’de tören için kendime yeni bir takım elbise alma kararı almış olmamın dehşet vericiliğini anlatıyordum ve Chester Barry ve Burberry firmalarının İngiliz takım elbiselerinin satıldığı Kohlmarkt’taki mağazalara gitmemin benim için doğal olduğunu anlatıyordum. Hazır bir giysi alacaksam eğer diye düşündüm gene, neden en birinci sınıfını almayayım ve üzerimdeki bu giysi Barry firmasının bir takım elbisesiydi. Teyzem kumaşı bir kere daha yokladı ve İngiliz kalitesinden memnun kaldı. O ünlü eh napalım’ını bir kez daha söyledi. Kesimden söz etmedi. Klasik olandı bu. Bilimler Akademisi’nin bana Grillparzer Ödülü’nü vermesi gerçeği onu hem mutlu ediyormuş hem de gururlandırıyormuş, ama gururdan çok mutlu ediyormuş ve kalktı ve ben de onu izledim ve Gerstner’den aşağıya Kaertner caddesine indik.

Bilimler Akademisi’ne gitmek için birkaç adım atmamız gerekiyordu. Üzerinde Sir Antony yazan çantadan çok iğreniyordum, ama bu durumu değiştiremezdim. Bilimler Akademisi’ne girmeden önce çantayı vereceğim dedim kendi kendime. Benim onurlandırılmamı kaçırmak istemeyen birkaç dost da yoldaydı, onlarla akademinin girişinde buluştuk. Orada birçok kişi toplanmıştı ve tören salonu dolmuş gibi gözüküyordu. Dostlar bizi serbest bıraktılar ve holde bizi karşılayacak bir kişiyi bulmaya çalıştık. Teyzemle birlikte birkaç kez akademinin holünde bir oraya bir buraya gittik, ama bir tek kişi bile bizi en ufak biçimde dikkate almadı. O zaman içeriye girelim, dedim ve salonda birinin bizi karşılayacağını ve gereken yere teyzemi ve beni götüreceğini düşündüm. Girişteki her şey akıl almaz bir töreni işaret ediyordu ve ben sanki bacaklarımın titremekte olduğu hissine kapıldım. Teyzem de durmadan bizi karşılayacak birini arayıp durdu. Böylece biz tören salonunun kapısında durduk ve bekledik. Ama insanlar yanımızdan geçip gidiyor ve bize durmadan çarpıyorlardı ve biz beklemek için en uygunsuz yeri seçtiğimizi kavradık. Acaba bizi kimse karşılamayacak mı? diye düşündük. Birbirimize baktık. Salon nerdeyse hınca hınç dolmuştu, hem de sırf Bilimler Akademisinin bana vereceği Grillparzer Ödülü için diye düşündüm.

Ve kimse beni ve teyzemi karşılamıyor. Seksen bir yaşında olmasına rağmen çok güzel, şık, zeki görünüyordu teyzem ve o anlarda bana şimdiye dek olmadığı kadar cesur geldi. Artık birkaç filarmoni müzisyeni de yerini almıştı ve her şey törenin başlayacağına işaret ediyordu. Olayın en önemli kişileri olması gereken, diye düşündüğümüz, bizi kimse dikkate almıyordu. Bu yüzden o anda aklıma bir fikir geldi: içeriye girelim bari dedim teyzeme ve salonun ortasındaki birkaç boş yer olan koltuklara oturalım ve bekleyelim. Salona girdik ve salonun ortasındaki o boş yerleri aradık, birçok kişi ayağa kalkmak zorunda kaldı ve biz önlerinden geçerken bizden şikâyetçi oldular. Artık onuncu ya da on birinci sırada Bilimler Akademisi’nin tören salonunun ortasında oturmakta ve beklemekteydik. Bütün şeref konukları yerlerini almıştı

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir