Domenico Losurdo – Köktendincilik Nedir

Köktendincilik nedir? Bu soruyu duyunca insanın aklına hemen Yakındoğu ve İslam geliyor. Oysa bu kavram ilk olarak, Birinci Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan ve kendini genellikle “köktendinciler” (fundemantalistler) olarak tanımlayan bir hareket için, Amerikan Protestan çevrelerinde kullanılmıştır. [1] Vaktiyle Batılıların gözünde olumlu ve mağrur bir kendi kaderini tayin hareketini ifade etmek için kullanılan köktendincilik kavramı, bugün Batı dışında yaşayan ve aslında kendilerini “İslamcılar” olarak tanımlamayı tercih eden “barbarları” yaftalamak için kullanılıyor. Hâkim tanıma göre köktendincilik, “siyasi ilkelerini kutsal kabul edilen bir metne dayandırma” iddiasıdır ve yüzlerce yıllık birikimin ürünü dünyevi kuralların bu metinlerce reddedilerek gayrimeşru ilan edilmelerine alet olur. [2] Eğer bu tanım doğruysa, bu tartışmalı olguyu hakkınca irdeleyebilmemiz için köktendincilikten değil, köktendinciliklerden bahsetmemiz gerekir. “Devletin kanunu”nun karşısına “Eretz İsrail’in [vaat edilmiş topraklar –çev.] kutsallığı”nı ve “daha yüce bir kanunun hâkimiyeti”ni çıkaran hareketler, günümüzde giderek artan ve kaygı uyandıran bir canlanma gösteriyor. Yani İslami köktendinciliğin yanı sıra bir Yahudi köktendinciliği de mevcut. Nasıl ki İslami köktendincilik, mevcut siyasi kurumların karşısına “şeriatın kutsallığını” çıkarıyorsa, bu ikincisi de “Halacha’nın kutsallığını” öne sürüyor. [3] Her iki örnekte de insanlar tarafından koyulan kuralların, dokunulmaz bir tanrısal kanun karşısında meşruiyetini ispatlaması gerekiyor. Benzer bir ikiliği Katolik kilisesinin doktrininde de görebiliriz. Tam da bu nedenle saygın bir yargıç (Stefano Rodota), kilisenin Evangelium vitae genelgesinde ve bu genelgedeki kürtaj yasası karşıtı polemikte, konuyu “köktendinciliğe doğru çekiştirme” kokusu almaktadır. 20. yüzyıl başlarındaki Amerikan Protestanlarıyla bugünkü İran Şiilerini yan yana koyun; ne kitapları ne de II. Jean Paul’ün ve radikal İslamcı liderlerin polemikleri diğerinden aşağı kalır.


Metinleri karşılaştıralım. İlki diyor ki; “Egemenliğin kaynağı, ahlaki düzendir. Eğer yasalarınız […] bu düzenle ve dolayısıyla Tanrının İradesi’yle çelişiyorsa, Yaratıcı’nın takdirine sınır koyamazsınız […], bu durumda otorite kendi yaptıklarına derhal son verir veya istismar edilmiş olur.” Şimdi de ikinci metin: “Herkesi bağlayan mutlak ve temel mesele şudur ki; her kim Allahın kanununu kendisi ya da başka insanlar tarafından yapılmış kanunlar lehine terk eder, putperestlik ya da tiranlığa meyleder ve böylece de hakikatten uzaklaşırsa, ve her kim ülkesini bu tür bir kanuna dayanarak yönetirse, kendini Allaha şirk koşmuş sayılır.” Bir tarafta II. Jean Paul ve diğer tarafta günümüz radikal İslamcılığının en etkili temsilcilerinden Pakistanlı Maududi, düşüncelerini böyle ifade ediyorlar. İran Şii devriminin lideri Humeyni’ye göre bütün siyasi rejimler, ilahi kanunun üstünlüğünü tanımak zorundadır. Dünyevi rejimler “mutlak değil”dir, “ilahi anayasaya bağlı”dır; yani –papanın tabiriyle– siyasi iktidar ve genel olarak insanların egemenliği “mutlak değil, [Tanrı’ya karşı] sorumlu” olduğunu aklından çıkarmamalıdır. [4] Son olarak etkili bir isme, İsrail’in kutsal Kudüs’ten en ufak bir geri çekilişine bile inatla karşı koyan Rabbi Eliezer Waldman’a kulak verelim: Vatandaşlar ve “askerler, Tora’nın yasaklarına karşı çıkan hiçbir emre itaat edemez.” [5]

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir