Richard Swinburne – Mucize Kavramı

Mucize meselesi hakkında çalışan filozof ve teologların çoğu zaman mucize kavramına farklı anlamlar yüklemelerine rağmen temelde şu iki soruya cevap arama gayreti içerisinde oldukları görülür: 1- Mucize olarak kabul edilen olaylarda ne gibi özellikler/nitelikler bulunur? Bir olayın mucize olabilmesi için hangi şartları taşıması gereklidir? Söz konusu tanımlamalardan ne gibi felsefi problemler ortaya çıkmaktadır? Günümüz klasik teizminin en önemli temsilcilerinden biri kabul edilen R. Swinburne de söz konusu iki soruyu cevaplama gayreti içerisinde mucizeleri Tanrı tarafından gerçekleştirilen, dini önemi haiz, olağanüstü bir olay olarak tanımlar. Swinburne’ün tanımındaki şartların bazılarının, bir takım filozoflar tarafından kabul edildiği, bazılarının ise kabul edilmediği; hatta birçok filozofun, Swinburne’nün tanımını yeterli bulmadığı; bu tanıma başka şartlar ekledikleri görülmektedir. Bunların muhtemel sebebi olarak, filozofların kendi felsefi sistemlerine uyum ve verilen tanımdaki terimlerin muğlâklığı veya ortaya çıkaracağı problemler gösterilebilir. Belki de en önemli sebep olarak birçok teist filozofun bilimin mucizevî (olağanüstü/insanın başını döndürücü) ilerleyişi karşısında kabullerini bilime uyarlama gayreti içerisinde olmaları ileri sürülebilir. Swinburne, mucizelerin olağanüstü bir olay olması gerektiğinde ısrar eder; fakat mucizelerin olağanüstü olaylar olması her zaman gerekli bir şart mıdır? Mucizelerin imkânını kabul eden birçok filozof ve teologa göre, mucizelerin olağanüstü olaylar olması her zaman gerekli değildir. Bu filozof ve teologlar açısından aslında evrenin muazzam bir düzenlilik içinde işleyişi bir mucizedir ve burada olağanüstülük anlamında mucizeler aramaya da gerek yoktur. Mesela bu bağlamda süreç teistleri, âlem ve Tanrı’nın oluşma süreci içerisindeki uyumlu ilişkisinin yegâne mucize kabul edilebileceğini söylerken; Huges, Tanrı İradesi ve âlem arasındaki karşılıklı uyumun bir mucize olduğunu iddia etmektedir. Yine aynı şekilde Mumford da doğal olaylar Tanrı tarafından yaratılmışsa, bu olağanlıkların da mucize olduğunu savunmaktadır. Kısacası ona göre, olağan veya olağanüstü kavramıyla ifade edilemeyecek şeyler de mucize olarak kabul edilebilirler ve bu bağlamda olağanüstülük veya olağan kavramını mucizenin zorunlu şartı olarak savunmanın da bir gereği yoktur. Mumford gibi düşünürlerin ifadelerinde bir çelişki ya da bir mantıksızlık var gibi gözükmektedir. Çünkü ya bir olay olağandır, ya da olağanüstüdür, üçüncü şık imkânsızdır. O halde; olağan veya olağanüstü tarzında ifade edilemeyecek olay, kendi içerisinde mantıksal olarak bir çelişmeyi içermektedir. Fakat bu görüşü savunanlara göre, aslında mucizeyi olağanüstü ya da tabiat kanunlarının ihlali şeklinde tanımlamak bir mantıksızlık ya da bir çelişkidir. Mesela onlara göre, tek ve en büyük mucize Tanrı’nın evreni yoktan yaratması; yani Tanrı’nın yaratmasıdır.


Burada yaratmanın yegâne mucize olduğu savunulmakta ve dolayısıyla da daha ortada bir âlem olmadığından tabiat kanunlarından veya onlara aykırı olaylar türünden olağanüstülükten bahsetmenin anlamsız olduğu iddia edilmektedir. Bu filozof ve teologlar görüşlerini kısaca “Biz Tanrı’nın yaratmasını, ne olağan, ne de olağanüstü diye ifade edilebiliriz, fakat yine de biz Tanrı’nın âlemi yaratmasının bir mucize olduğuna inanırız.” şeklinde dile getirmektedirler. R. Swinburne’ün “olağanüstülük” hakkındaki düşünceleri ise kısaca şöyledir: “Her ne kadar bu terim bazen sübjektif bir anlamda kullanılsa da, ben bu kullanımın yaygın bir kullanım olduğunu düşünmüyorum. Doğa yasalarının ihlali olduğuna inanılan mucizenin, gerçekte doğa kanunlarıyla ilişkili olduğu gösteriliyorsa, ben onun bir mucize olmadığını söyleme eğilimindeyim”. Görüldüğü üzere Swinburne, klasik teist anlayışın savunumunu yapmakta; yani o, mucizeleri diğer olaylardan ayıran özelliğin, adet üzere meydana gelen olaylara benzememe şartında ısrar etmektedir. O, aynı zamanda tanımının diğer şartları yerine getirilmeden; sadece “olağanüstülükle” mucizenin açıklanamayacağı kanaatindedir. Çünkü teistlerin çoğunun kabul ettiği gibi bir olaya mucize denilebilmesi için onun Tanrı tarafından gerçekleştirilmiş bir olay olması da gerekmektedir. Teistik bir inanca sahip bir kişi genel olarak olağanüstü olayları gerçekleştiren Tanrı’nın kendi Tanrısı olduğunu iddia eder. Teist, böyle bir Tanrı’nın büyük bir güce sahip, maddi olmayan (immaterial), rasyonel bir Tanrı olduğuna inanır. O, “maddi olmayan” faille Tanrı’nın hiçbir vücuda sahip olmadığını iddia etmektedir. O’nda maddi hiçbir şey yoktur, O, oluşumları etkiler ve oluşumlar O’nun kontrolü altındadır. İşte bu kabul, O’nu sonlu olan mahlûkattan ayırır. Teistin rasyonel Amil’den kastettiği ise, O’nun düşünen, seçen ve irade eden bir varlık olmasıdır.

Teist, bir yandan bunları kabul ederken, yani Tanrı’ya sıfatlar yüklerken; diğer yandan da O’nun hem bunlara benzediğini; hem de benzemediğini söyler. Mucize kavramı bağlamında meseleyi değerlendirecek olursak; teist, insan gücünün meydana getirmesinin ötesinde olan bir olayı veya olayları dünyada yapabilen Kadir-i Mutlak bir Fail’i Tanrı olarak kabul eder. Her ne kadar o, Tanrı kavramını rasyonelleştirmeye çalışsa da, böyle bir Tanrı, yani her şeyi yapabilen bir Tanrı düşüncesi, gerçekte irrasyonel bir Tanrı anlayışının savunumudur. Çünkü O, Kadir-i Mutlaksa ve O’nun İradesine sınır konulamıyorsa, O, ahlaki veya ahlaki olmayan bir fiilde de bulunabilir. O, her istediğini yapabilecek bir güce sahiptir ve O’na sınır konulamaz. Çoğu teist, aşağı yukarı Tanrı kavramının içeriğini böyle doldurmaya çalışır. Bununla birlikte teistik Tanrı anlayışı, ne kadar geniş alınırsa alınsın, Tanrı kavramının içeriğini doldurmada bir anlaşma sağlanamayacağı açıktır. Bazı teologlar, Tanrı kavramının içini daraltarak sadece üç büyük dinin Tanrı’sıyla sınırlandırmalarına rağmen, burada da bir uzlaşımsallıktan söz edilemez. Hatta kanaatimizce, aynı din mensupları içerisinde de Tanrı kavramının içeriği farklı şekillerde anlamlandırılmaktadır. R. Swinburne, Tanrı kavramının dar teistik anlamını kullandığını iddia etmekte ve mucize kavramının tanımındaki Tanrı’nın ancak böyle bir Tanrı olabileceğini savunmaktadır: “Benim Tanrı’yla kastettiğimYahudi, Hıristiyan ve Müslümanların Tanrısıdır. Çünkü Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar Tanrı’yı benzer şekilde tanımlamaktadırlar. O, her şeye gücü yeten (Kadir), her şeyi bilen (Alim), Tamamen iyi olandır. Bu yüzden Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların aynı Tanrı’ya ibadet ettikleri söylenebilir. Elbette onların, O’nun sahip olduğu sıfatlar noktasında tamamen anlaştıkları doğru değildir.

Mesela; Hıristiyanlar, O’nun “bir özde üç zat” olduğunu söylerken, Müslümanlar bunları kabul etmez, yine O’nun İsa vasıtasıyla dünyayı kurtardığını da reddederler. Bütün bunlara rağmen yukarıda tanımlanan özelliklerin ortak olduğu söylenebilir.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir