Gözlerini açmadan, başucunda bulunan cep telefonuna ulaştı. Sabahın köründe deli gibi çalıyordu. “Bu vakitte kim arar? Hiç saygıları yok mu bu insanların?” diye geçirdi içinden. Sağ gözünü açtı, ekrandaki yazıyı görmek istedi. Cep telefonu karanlıkta yanıp sönüyordu. Pazartesi sabahı olmuştu. Dün gece kurduğu saat onu sıcak yatağından kaldırıyordu. Arayan kimse yoktu. Tuşlara bir kaç kez basıp, kafasını yastığın altına koydu, yorganı üstüne çekti, cep telefonuna sırtını dönüp gözlerini sıkıca kapadı. Yine bir iğrenç haftabaşıydı. Bir kaç dakika yatakta durduktan sonra aniden kalktı. Ümitsiz ve yorgun omuzlarla banyoda yüzünü yıkadı, elbise dolabından en temiz gömleğini seçti. Ütüleyip ütülememe konusunda kararsız kaldı. Sonra kravatını taktı, yerdeki Cuma gününden kalan çoraplarını giydi. Sahne giysileri nerdeyse tamamdı. Elleri yüzüne gitti, sakalları ellerine batacak kadar uzamışlardı. Ceketini çıkardı, kravatını gevşetti, köpüğü hızlıca yüzüne sürdü, dikkatsizce traş oldu. Aceleyle ceketini eline aldı, bağı çözülmemiş ayakkabılarını çekecekle giydi, anahtarı üst üste iki kere çevirip kapıdan asansöre doğru yürüdü. Hava kapalıydı: Yağmur yağacak gibiydi. şemsiye almak için çok geçti. Apartmandan çoktan çıkmış, servisin onu alacağı köşeye doğru hızlı hızlı yürümüştü. Cep telefonundan saatini kontrol etti. Servis kısa süre geldi ve somurtkan yüzlerle dolu kapısı açıldı. Kimse birbiriyle konuşmuyor, pazartesi sabahının keyif dolu hüznünü yaşıyorlardı. Tüm yolcuların yüzünden düşen bin parçaydı. İçerdeki radyodan haber özetleri duyuluyordu. Tüm gözler birbirinden kaçarcasına pencerelerden dışarı bakıyordu. Yeni bir hafta daha başlamıştı. Bilmem kaçıncı hafta. Hiç biri birbirinden farklı değildi. Büyük bir daire. Pazartesi günleri hüzünlü, Cuma günleri sevinçli. Tatilde işi biraz özler gibi oluyor, ofise geldiğinde yine o kapalı mekan içinde, sıkıntılar başlıyor. Tüm çalışanların yüzünde sahnede takındıkları maskeler vardı. İş yerinde yükselmek için büyük bir politika ustası olmak gerekliydi. Çalıştığı izlenimini vermek diğerlerin önünde olduğunu bir üstüne kanıtlaması gerekliydi. Yıllar bu oyunlarla geçmişti. Geleceği yer belliydi. Aslında bu işi severek seçmemişti ama başka seçenek önüne gelmemişti. O da aramak eziyetine girmemişti. Artık belli bir düzeni vardı. Hayalleri için şimdiye kadar olanları bir çırpıda yok edemezdi. Sonuç olarak bir bölümün müdürüydü. Kartviziti çok gösterişliydi. Üniversitede beraber okuduğu bir çok arkadaşıyla karşılaştığında rahatlıkla hepsine bu küçük karton parçalarını verebiliyordu. Bu buluşmalarda pozisyonunu ve işini sanki çok seviyormuşçasına anlatıyordu. Bir statüsü vardı. Bir de maaşı tabii. Kredi kartı borçları da. Tüm bunlar bir anda küçük bir fikir için bırakılamazdı. Geleceği meçhul, basit, hayalden öte olmayan bir küçük fikir.
Burak Büyükdemir – Kümesteki Kartal Neden Uçamaz
PDF Kitap İndir |