İshak Reyna – Yazarın Kuramı, Eserimi Nasıl Yazdım

Evet, önsözler de, tıpkı açılış konuşmaları gibi, muhataplarını sıkma riski taşıyan, ve evet, adlarının tersine, “son”da yazılan “söz”lerdir; öte yandan, kendi 5nlk ’ ları gereği, birazdan karşılaşacaklarımızın (ne); neden, nasıl, nerede, ne zaman ve kimlerle yapıldığının sorumluluğunu da taşıması gereken sözler. Diyeceğim, muhatapları aslında özgürdür onlardan kaçınmaktan (mecbur kalmadıkça atlayabilir ya da iki–üç cümle sonra kendi gündüşlerine dalabilirler); oysa konuşmacı ya da o önsözü yazan, uzatmamaya çalışsa da pek sıyrılamaz bu girizgâhtan. Bir yapıt, geleneksel benzetmeleri sürdürürsek, nice zahmetlerle hendek atlatılmış bir deveye ya da tutuları yere göre tarif edilen bir ϐile benzer; dolayısıyla, yapımı, nedeni, nasılı da hemen her zaman, kendisine yakın bir merak uyandırmıştır insanlık tarihi boyunca. Çünkü insan, bir yanıyla, sadece önüne gelenle yetinen değil; işin ardını, aşama ve püf noktalarını kurcalayan bir yaratıktır da. Hele yapılan belli bir oranda kabul, takdir görmüşse, kişiyi harekete geçiren duygular (alkış, yerinde olma isteği, haset, vb.) hangileri olursa olsun, o “yemek” ya da “tatlı” kadar, “tarif’in hatta “şeϐin sırları”nın peşine de takılabilmiştir. Oysa, ister yapılan her iş gibi bunun da bir iktidar alanı oluşturmasından kaynaklansın, isterse ayrıntılı ölçü ve tariϐlere karşın işin içinde yapanın el ayan ya da tadı da denebilecek ve asla bütünüyle formüle edilemeyen unsurların kalmasından; yapılanla açıklanan arasındaki mesafe de – belki merakı da diri tutacak biçimde – genellikle, sonuna dek kapanmaz. 2. Zamansal açıdan Antikite, pek çok ilgi–bilgi alanında olduğu gibi, bu merak alanının kurcalanması hususunda da öncüdür: “Güzelliğin genel bilimi” Estetik’in yanında, süreci, kendileri de birer yazar–felsefeci olan üyelerinin yazma felsefesi poetikalarla, denebilirse daha ilkesel, daha genel biçimde büyüteç altına almış; tekil yapıtın teğetlerin izlenebileceğinin yerlerse, daha çok günceler, karalama defterleri ve mektuplarla sınırlı kalmıştır. Bu başlangıç karakteristiğinin ötesinde; dönemler daha çok kendi özelliklerini vurmuşlardır alana. Sözgelimi, özellikle 18. yüzyılın ortalarından itibaren yaşananlarla bir birey yüzyılına evrilen 19.yüzyılda eleştiri kurumu da, belki bireyin nice badireler, nice bedellerle oluşmasından, onu öne alır biçimde yazar ve karakter odaklıdır. Dolayısıyla, yapıt için de, genelde yazarın biyograϐisine, yetişme koşullarına bakılmıştır. Odžte yandan dönemin toplumsal koşullarının ağırlığı ve eşitsizliği, nice altüst oluşlarla 19.


yüzyılın ortalarını ve sonrasını, toplumsal, bireysel ve kuramsal manifestoların yüzyılı haline de getirmiştir. Nitekim, buradan aldığı ivmeyle 20. yüzyılda dilbilim (Saussure), psikanaliz (Freud) ve Marksizınin açtığı yollardan yürüyenler –belki yüzyılın üretim-ürün odaklı yapısının da etkisiyle– yazarın biyograϐisi yaklaşımını ya yapıla doğru değiştirmiş ya da her ikisini de etkileyen koşulları en ince ayrıntılarına dek didik didik etmeye koyulmuşlardır. 2.1. Kimi dönemler böyledir: bir kez başladı mı Newton beşiğinin topları birbirine çarpmaya, durmadan aktarılır hareketlilik. Tıpkı görsel sanatların fotoğraf sonrası dönemi gibi, yukarıdaki kuramlar da insanbilimlerinden edebiyat eleştirisine, 20. yüzyıl boyu kimi zaman birbirlerini yadsıyıp çarpışarak, kimi zaman derinleşip yanaşarak yoğun bir hercümercin yanı sıra, yepyeni yaklaşımlar da doğurmuşlardır: Yazarın adını örtmeyi öneren Yeni Eleştiri’den yapısalcılık ve gösıergebilime; yazar ve yapıt kadar okur eksenlilerden Toplumsal Cinsiyet kuramlarına; Frankfurt Okulu, bakış açısı ve çoğul okuma biçimlerinden yapısöküm ve oluşsal eleştiriye, geçtiğimiz yüzyılda bu alanda gerçekten de şenlikli bir söylemler geçidine tanık olunmuştur. 2.2. Kuşkusuz, bu yaklaşımların hepsi, özellikle bütün bu olup bitenlerden sonra gelen kuşaklar için –hadi Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi söyleyelim– “hazinemizdir.” Odžte yandan, pek çok hareketlilik döneminde olduğu gibi, burada da o hararet içinde bazı şeyler biraz gözden kaçabilmişiir. Sözgelimi; eleştirinin ve kuramın eleştirisine ya da bunların toplumsal ortamla bağlarına kimi zaman pek bakılmamış; belki biraz da bu yüzden, kimi kuramların kimi dönemlerde modalaşması ya da egemenleşmesiyle, yapıtların adeta kuram için birer kanıta, birer ava dönüştürüldüğü gözden kaçabilmiştir. Ya da, bir zamanlar yazarın eleştirildiği iktidarcıl konumu dengeleyelim derken; kendi yapıtı ile ilgili söz hakkının bile – tercihen ölümünden sonra bulunup pazarlanacak mektup ve günlüklere dökülmemişse– bu ‘uzmanlaşma çağı’nda kastvari bir keskinlikle sözlü olarak tanıtımını, yazılı olaraksa eleştirinin alanına mahkûm edildiği biraz gözlerden kaçmıştır. Bu noktada, kuşkusuz, yazdığı metne yazarken dışarıdan da bakabilen modern ve modern sonrası çağın yazan için yeni bir mağduriyet sergilemeciliği ya da kendi eseri hakkında sözü kimselere kaptırmak islemeyen iktidarcıl bir noktaya devrilme riski hep vardır.

Oysa muradımız ne eski mazlumlardan yeni zalimler yaratmak, ne de toplumsal/mesleki koşulları gözden kaçırmak değil; yazar-yapıt-okur ağında hem içsel hem de toplumsal işleyişleri, mümkün olduğunca hassasiyetle, herhangi birinin hakkını yememeye özen göstererek ele almak değil midir? Dolayısıyla, işbu derleme, bu alandaki olan bitene de artık biraz mesafeyle bakabilme şansına sahip yeni kuşaklar ve her yaşları meraklılar için bu hassasiyetle yola çıkmakladır. Eseri hususunda bir okur ve yorum sahibi de olan yazarın sözünü, okurun ve eleştirinin sözleriyle birlikte ve eşil biçimde ele alma doğrultusunda bir adım olarak… O yüzden de bu derlemede, temelde yazarların yapıtları hakkında doğrudan bu niyetle kaleme aldıkları oluşum yazıları var. Topluca bakıldığındaysa; bu tekil yapıt poetikalarının kimisinde anılar, kimisinde ise çözümlemeler ağır basmakta. Kuşkusuz, zaman zaman konu dışına savruluşlar, gidiş-gelişler de eksik değil. Ama elbette hemen hepsi, izleme kolaylığı açısından dilimize ulaşmış yapıtlara odaklanmakta. Demek ki, derlemenin bağlamı itibarıyla, son derece kayda değer unsurlar da içerseler, burada yazma sürecine eşlik eden yazar ya da yapıt günceleriyle (sözgelimi: Gide’nin Kalpazanlar, Mann’ın Doktor Faustus ya da M. Uzun’un Bir Romanın Güncesi gibi) kimi şiirlerindeki kimi dizelerin kaynaklarını dökümleyen T. S. Eliot ya da Anday’ınki benzeri yazılarla karşılaşmayacaksınız. O yapıtın yazılışını/yazılamayışını kendi içinde öyküleyen roman bölümleriyle de (Steme, Ahmet Mithat, Calvino, Pamuk, vb.). Bunlar ancak sonraki ya da daha kapsamlı işlerin parçaları olabilir. Çünkü alıbaşlığın da vurgulamaya çalıştığı gibi, bir dökümden çok, nasıl’a odaklanıyor buradaki yazılar. 3.1.

Derlemedeki yazıların yazınsal türler itibarıyla durumuysa şöyle: Roman; anlaşılan boyutları dolayısıyla en uzun çalışmayı gerektirişinin yanında, egemenliğini en son kuramayan tür oluşuyla da, eleştiri ve kuram kadar yapıt sahiplerini de kendine en çok çeken tür. Şiir; şairlerin poetika (ve manifesto) yazma gelenekleri sayesinde, başka şairler kadar kendi şiirlerinin de geneli ve tekiline bakma disipliniyle roman hummasına direnmekle. Kısa ve uzun öyküyse; belki de eleştirmenlerce en sık çözümleme örneği verilen türler oluşuyla, oyun ve kurmacadışı düzyazı ürünleri denli gözden ırak olmasa da ancak açıkara üçüncü. Tanzimat sonrası edebiyatımıza ayrı bir bölüm açılmasıysa, hem çalışma hem de “Bizde var mı ki?” sorusuna bir arada bakabilme kolaylığı için.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir