Kemal Sayar – Yavaşla

Çalıştığım devlet kurumuna gidip gelirken her gün seksen kilometre yol kat ediyorum. Arabanın içindeyken müzik dinliyor, hayal kuruyor ama gözlerimi yoldan ayırmıyorum. Çünkü bir otoyol üzerinde gidiyorum ve benim ya da bir başkasının en ufak bir dikkatsizliği, büyük kazalara yol açabilir. Sabahları yağış varsa, trafiğin çok kötü olacağını biliyor ve dur kalk geçireceğim zamana hayıflanıyorum. Metropollerin trafik keşmekeşi hepimizi hayatından bezdiriyor ancak yine de özel taşıtlarımızdan vazgeçemiyoruz. Sözgelimi, uzun zamandır bir yürüyüş yapmadığımı, düşünce ve hayalin eşliğinde uzun saatler yürümediğimi fark ediyorum. Ufak gezinmeler insana ‘yürümenin erdemleri’ni vermiyor ve arabamızın içinde geçirdiğimiz saatler, bizi gerçek dünyadan yalıtıyor. Bir düşünün, motorlu taşıtların dünyamıza yaptığı kötülükleri. Hava kirlenir, şehirler gürültüye boğulur, şehir otoyollarla delik deşik olur, insanlar ölür. Arabalar erkeklerin yeni şehvet nesneleridir, erkek araba sahipleri gerçekleşmemiş güç ve macera tutkularını makinelerine yansıtır, bu makineleri cinsel bir boşalım nesnesine dönüştürürler. Yollar, hayal kırıklığına uğramış egoların geçit resmi yaptığı mekânlar halini alır. Arabasına binen kişi, onun sahip olduğu bir dizi özelliği içine almış olur. Artık o hareketlilik kazanmış birisidir, ne zaman isterse o zaman, kendi seçtiği yoldan, daha hızlı ve daha uzağa gidebilir. Uzak yerlere vasıl olur, uzak yerlerde oturan eşi dostuyla hasret giderebilir. Öte yandan, modern yurttaş araba kullanmakla, yalnız ve diğer insanlardan uzak olduğu, hatta ‘kendisinin bile ücrasında yaşadığı’ korkularını yatıştırır.


Araba sürmek, merkezî bir sosyal ritüele katılmaktır. Pek çok insan için artık kamusal alan, yollardır. Yollarda bir arada bulunma hali vardır, toplumun nabzı burada atmaktadır, insanlar kendi aralarında ve trafik kurallarıyla çekişirler. Sürmek eylemdir. Pedallarla oynayan ve direksiyon çeviren kişi bir arınma yaşar; sürmek, gereksindiği yoğunlaşmayla bizi günlük hayatın dertlerinden ve içe bakıştan uzaklaştırır. Hız yapmak, bugünün dünyasında en yaygın sivil itaatsizlik tarzı. Araba kullanmak yürümenin yerini almış bulunuyor. Yürüyerek kolayca gidebileceğimiz yerlere bile arabayla gitmeyi yeğliyoruz. Hız yapmak bize zaman kazandırmıyor. Şehir içi trafiğinde hız yapanlar daha fazla ışığa yakalanıyor. Hızla birlikte daha uzak mesafelere gidiyor ve zamanımızın çoğunu yine yollarda harcıyoruz. Hız mimariyi de değiştiriyor: Artık ‘revnaklı şehirler’e, durup temaşa edeceğimiz süslemeli, oymalı binalara ihtiyaç yok. Hızlanan sürücünün gözü tarafından daha kolay algılanacak beton ve cam karışımı binalar şehirlerin yeni tarzını oluşturuyor. Araba evin erdemlerini kamusal alana taşır. Rahat sunar, aynı zamanda bizi yalıtır da.

Bize bir sorumluluk ve kontrol duygusu verir. Yollarda herkes eşittir. Patronundan zılgıt yiyen adam da, patronu da arabalarına bindiklerinde eşitlenirler. Arabasının başındaki insan, anonim dünyada özlemini çektiği sorumluluk ve güç duygusuna kavuşur. Araba sürmek bireysel seçim ve risk almak demektir, toplu taşımanın ana şefkatine benzer güvenliğinin aksine, kişisel sorumluluk ve isyan hakkı vardır araba kullanmakta. Motorlu taşıt, bize bir macera vaat eder. O yüzden reklâmlarda arabaları sıklıkla kıvrımlı çöl yollarında izleriz. Yalnızca yollarda seyretmez ama aynı zamanda onları fethederler. Günümüzün araba reklâmlarında, insanların yokluğu dikkat çekici boyutlardadır. Arabalar adeta kendi kendilerini sürer. Bir araba erotik, dost canlısı ve güvenilir ise insana zaten ne ihtiyaç kalıyor ki? Hız yapmak bize zaman kazandırmıyor. Hızla birlikte daha uzak mesafelere gidiyor ve zamanımızın çoğunu yine yollarda harcıyoruz. Otoyollar, içinde yaşadığımız doğayla duygusal bağımızı kesintiye uğratıyor ve çarpık bir şehirleşmeyi beraberinde getiriyor. Bizi bir yerden diğerine, içinde yaşadığımız doğayı fark etmeksizin taşıyor. Hız ve hareketliliğin sınaî ilerlemenin merkezi kabul edildiği bir anlayışı yansıtıyor.

Bir metro veya hava seyahati gibi, yer duygusunu yok ederek, zaman ve mekânı sıkıştırarak her şeyin aynı olduğu bir yaşantı doğuruyor. Küreselleşmenin dünyayı aynılaştırdığı ve düzleştirdiği söylenir, öyle ki nereye giderseniz gidin aslında yola çıktığınız yerden hiç ayrılmış, hiçbir yeri geride bırakmış olmazsınız. McDünya’da her şey aynıdır. Otoyollar bizi yabancılaştırır, dost ve akrabaları uzağa düşürür, ama bir yandan da uzaktaki sevdiklerimize ancak hız yapmakla kavuşabileceğimizi telkin eder. Bizi ‘yalnız kalabalık’lar haline getirir. Kendimizi daha uzaklara vurdukça, yakınımızdaki insanlarla daha az zaman harcarız. Ne kadar çok insanla temas halinde olursak her birine vereceğimiz dikkat o ölçüde azalır. Aşırı hareketli dünyada bildik coğrafî toplumların yerini mekânsız toplumlar alır, yabancılar arasında daha çok zaman harcar hale geliriz. Hız ve artan hareketlilik, toplumu daha fazla kutuplaştırır. Özel taşıtlarıyla seyahat edenler ile ulaşım için toplu taşıma araçlarına bel bağlayanlar arasındaki uçurum büyür. Araba kullanamayacak kadar genç ve yaşlı olanlar veya maddi sorunlar yüzünden araba sahibi olamayanlar, giderek ikinci sınıf vatandaş oluverirler. İstanbul’da henüz denizi görmemiş çok sayıda insan olduğunu biliyoruz. Hareket halindeki daha çok metal, dünyayı daha emniyetsiz bir yer haline getirir. Çocuklar, artık sokakları serbestçe soluyarak açık mekânlarda oynayamaz. Yürüme azaldıkça, insanlar şişmanlar.

Dünyanın farklılıkları törpülenir. Dünya daha fazla anonim ve daha az şenlikli bir yer olur. Çok yakın mahallelerde olsalar da, hareketli zenginler ve hareketsiz fakirler farklı dünyalarda yaşamaya başlar. Fukara, görünmez duvarlarla çevrilen zindanlara hapsolur. Zenginleri yanından yöresinden hızla geçerken görür. Zenginler otoyollardan arabalarıyla, gökyüzünden uçaklarla geçer; fukara televizyonda onların yaşadıkları göz kamaştırıcı hayatları izler. Oysa zenginler için fukara görünmezdir, seyrettikleri hız ve yükseklik, dünyayı daha düşük çözünürlükte görmelerine yol açar. Sosyal ve ekonomik etkinliklerimiz dağıldıkça, politik güç yerel yetkelerden merkezi yetkeye devrolunur. Geniş coğrafya ile başa çıkmak için otorite önce Ankara’ya havale edilir, sonra Brüksel ufukta görünür ve nihayet Dünya Bankası gibi hesap sorulamaz kurumlar yetkeyi devralır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

Yorum Ekle
  1. Kitap hayatta sahip plduğumuz en guze şeydir

  2. Gerçekten günümüzü anlatan bir kitap