Abbas Sayar – Yılkı Atı

Çiftin tutağına olanca gücüyle çöktü: -Dooovaah, diye bağırdı. Dovaah domuzun öküzleri… Avaraya vereceğimi anladınız da keyfinizden asılırsınız boyunduruğa… Elindeki övendereyi toprağa sapladı. Öküzlerin önüne geçti, boyunduruk kayışını çözdü. Öküzler, boyundurukla köye doğru yürüdüler. Üssüğün oğlu, gökyüzüne kırpık gözlerle baktı. Sonra boşluğa doğru söylenmeye başladı: -Duyduk, rüzgâr efendi duyduk. Kış geliyor diyorsun. Hoşgeldi, sefalar getirdi. Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Sen öyle delicoş esip durma. İşleme fakirin ciğerine… Harmanda isteriz, nazlı geline dönersin. Duyduk, işte kış geliyor. Sen söylemeden ağaçlar söyledi onUf Baksana dere boyundaki kavaklara, bir uçlarında kaldı yaprak. Sen bilir misin ne der o yapraklar. Kış geliyor der. Hem de zorlusundan…Allahteala bilir gayrık karın kalkmasını.


Mart mı der, Nisan mı der? Sen ecik yavaş gel insanın üstüne… Üşüdük işte, donduk işte. Hal kalmadı çift demirini sökmeye… Sonra, çiftin ucundaki burun demirine doğru yürüdü. Sesi daha duyulur bir hal aldı: -Ulan gâvur bu millet, dinsiz bu millet… Yiğit isen el kadar çift demirini bırak şu yazıda. İn mi söyler, cin mi söyler,ırzı kırıklara? Gelirler, söküp, alıp giderler. İster bir sen, bir Allah ol, köm toprağın yedi kat altına. Bok böceği kesilirler, delerler, deşerler, bulurlar. Gâvur bu millet, dinsiz, imansız bu millet… Hani, gâvurluklarına göre onsalar bari… Ne gezer… Hepsi sürünüyor. Hepsinin bir ipliğini çeksen, kırk yaması birden düşer. İlayık bu millet zuluma. İlâyık her bir kötülüğe, her bir muhanete… Bırak sürünsünler. Bir çift demirine dirlik vermeyenlere hayır dua mı edeceğim. Çift demirini söktü, heybeye attı ve öküzlere yetişti. Harman yerine gelince öküzler şose üzerindeki pınara saptılar. Oluktan taşan su, ince bir çizgi halinde aşağı kayıyor, güneş ışığı da pırıl pırıl parlıyordu. Lüleden akan su bollaşmıştı.

Ussüğün İbrahim bu kez de acısını çeşmeden çıkarttı: -Akmam diyesice, dedi. Hiç üluzumun olmayınca kirazhdere gibi çağlaman tutar. Yazın da ab-ı hayat kesilirsin başımıza. Karı kız, çoluk çocuk birbirini yer başında. Üstelik ılırsın, gün yemiş keleğe dönersin. Bir de nazın tutar. İğne iplik kesilirsin… Ulaaan, yeter gâvurun mallan. Yolunuz Kerbelâdan geçecek gibi sokuldunuz suya… Yeniden hayvanları önüne kattı. Öküzler, boyunduruk altında aralan açık, tembel, gailesiz yola düştüler. Köyün harman yeri yeşilden 6arıya geçen daireler halindeydi. Ceç yerlerinde kalan buğdaylar son bahar yağmurlarından çilemiş, hafif yeşil uçlar bırakmışlardı. Bu yeşilliklerin kıyılarında saman tozlarının sarılıkları eğri büğrü halkalar meydana getirmişlerdi. Üssüğünoğlu kendi harman yerine göz attı. Kendisinin, cümle ev halkının sırtından geçen bir yılı anıladı. -Niden, dedi, niden? Bizimki de mi dirlik? Buna it dirliği derler.

Çaldın çabaladın, koca bir yıl sırtından geçti. Kaldırdığın zahra (zahire) yeygi ile tohuma yetmez. Yığdığın saman, atı, eşeği bahara çıkartmaz. Beynine iki kurt girdi birden. Bir canı hayallemek istiyordu. Bir canı Dorukısrak’a takılmıştı. Saman der demez, aklına Kısrak geldi, arpa geldi, yetmez geldi. Sonra konuşmağa başladı: -Doru, sen biyol dur. Çık şimdilik aklımdan. Eve varınca bir meşveret edeyim çoluğunan. Sonra hakkındaki hükmü tebliğ ederim. Bir mahkemede hemen. Ne keşif, ne şahit, ne ehli vukuf, zabıt katibi de gerekmez. Hele mübaşir mi? Hiç yaramaz bana… Bir karar veririm ki, temizsiz, itirazsız… Sen dur bir kerre, çık bakalım, öte git bakalım aklımdan… Gözü, hâlâ harman yerindeydi. Yeşile karışık sarı daireyi kendince biraz daha büyüttü.

İşte, dedi, şu harmanın oturumunca ekinin yığılacak. Altun gibi, pirinç denesi gibi buğday… Öbür tarafta bir adam oturacak, bu yandan gözükmeyecek. Bir alem, yedi düvel, “maşallah” diyecekler. “Prova Üssüğünoğlu-na… Bir zahra çıkardı, koca bir memleketi doyurur. Artar bile… Gavuruna da gönder, Urusuna da… Prova şu Ussüğün İrbaama…” On dene araban olacak. Poyralarından ziller gibi sesler çıkartacak. Bir saatlik yerden duyulacak. “Eeeyy” diyecekler, ulan bak Ussüğün oğlunun araba kervanı çıkmış yola…” Bir atlar koşacaksın ki arabalara, gören parmağını ısıracak. “Vallaha” diyecek, “çok diyarlar dolaştım, görmedim Ussüğün İbraamın atlar gibi. At değil ejder her biri. At değil ceylan her biri. Allah kem gözden esirgesin. Allah İbraama da çok versin. Sayesinde kuşu da doyuyor, kurdu da… İyi adam… Allah, çok versin İbraama…” Göçün kalkacak kazaya. Baş arabada sen.

Varacaksın ofisin önüne. Siktiret ofisi… Eneliz mi ne bir halt karıştırıyorlar, kırk çuvala hortum daldırıyorlar. Memurun burnu bir karış. Sanan ki, kapısına uşak geldin… Sonra bir bokton anlar gibi alt üst ediyor buğdayı. “Yüzde bilmem kaç karışık. Kırk iki kuruş yirmi santim…” Ulan sen helle kırk üç de. Kim verir buğdayını sana… Kırk beş desen kim verir? O eski Üssüğünoğllu öldü. O cıbırlık devriymiş… Gözü kör olsun yokluğun. Yokluk bel kırar, adamı insanlıktan cüda eder. Kalp paraya çevirir. Bunun burasına yokluk denmiş. Allah beni kurtardı, cümlesini kurtarsın. Bunlar, nimet azgını, bunlar, gâvur. Gâvurdan da kötü. Allah bunları açlıkla terbiye etsin.

Çarıkları ayaklarını sıksın, tabanları yarık yarık olsun. Oğlum İrbaam, “it kapıdan zabın gerek” demiş büyükler. Sen bunlara bir fırsat verirsen alimallah derini yüzüp içine saman doldururlar. Bak, bir çift demirini tarlada bırakazsın deyyusların yüzünden. Kömsem, solucan olup toprağın altına girerler. Bulmadan geri çıkmazlar. Şunlara mı acıyacaksın? Sen, Cenab-ı rabbülaleminden daha mı iyi bilirsin? O, ne yaparsa güzel yapar. Siktiret kerhanecileri, bırak sürünsünler… Ulan beynimi karıştırıyor bu köylü. Haa, vermem ofise. “Çekin lan” derim “arabaları Duran efendinin mağazasının önüne” Çayı var, gayfesi var, buyur’u var. “Buyur İbraam efendi” der. Çay söyletir, köşede yer gösterir. Bütün pavlikeler herifçioğluna bağlı. Dünya tümüyle buğday olsa hepiciğini alır. Arkasında koca koca pavlikatörler var.

Yıkılır mı bu adam? Beşi, onu arar mı bu adam? Sıkısından pazarlığa tutuşursun. “Senin hatırın için Ofise vermedim” dersin. Eşşek değil ya, anlar kendine itibar ettiğimi. “Teklif yok” der.”Kırk sekiz olsun.” Deste deste paraları yerleştirirsin cüzdana.Daha birinci sefer bu. Allah bilir, on sefer mi olur, otuz sefer mi?. Diyeceğim, bir yanda ağırlığınca para. Al alabildiğini… Elinde olmaksızın dere ile şose arasında uzayıp giden tarlalara baktı. – Çağır Zeynelin İsmaili. “Ne istersin şu tarlana?” “Satmam.” “Vay akılsız vay. Ulan ağırlığınca para var ortada. Beş yerine on iste,destele gaymaları cebine.

Dilediğin yerden başkasını al. Alacaklına ver. Borcuna bir “of” çek. Söyle ne istersin? “İki binden zırnık aşağı vermem.” “Yok,İsmail ben çiğ süt emmedim. İki bin mi dedin? Az dedin. Al şu iki bin beş yüz’ü, yağa ver, bala ver, kaymağa ver kardaşım.” Sen ne dersin Zorbarın-oğlu; bin mi? Yook sen de şu bin beş yüzü al… Çot Duruk, sen hiç ağzını açma. Al şu parayı çık dam başına… Pancar gani. Sen icik direnirsin. Direnirsin emme, bunun burası para. Para şahine benzer. Gökten alimallah turnayı indirir. İstediğin kadar zora çek. Oğlum, paranın açmadığı kapı gördün mü hiç? Gâvurluğun tutar, onluk mala yüz istersin.

İstersin de ne olur? Ben de veririm. Sen tapuya gel hele… Sonra, koş on adet pulluğu.Her atın boynuna tak zilleri. Bir alem düğün yapıyor sansın… Devir, toprağı derinden.Bir daha aktar…Ağam,Üssüğün İrbaam efendi, ne ekeceksin? Her bir şeyi…Bakla ek, pancar ek, bostan ek… Ayır bir yanını yoncaya. Bir senin hakkın mı var sanırsın? Bunca at var, it var. Hepsinin rızkı bu güne bu gün senden sorulur.Yesinler, kişne- sinler. Bir kişneme tutturdu mu onu yirmisi, köyün uykusu alaburu olur. Olsun uyutma bu deyyusları…Bu deyyuslar ki, bir burun demirine tenezzül ederler, yedi kat yerin altına kömsen, remil attırır, cinlerle bir olur bulurlar. Bu kerhaneciler her bir zulume layık… Sabaha dek kişnesin atlar, uyutmasın ırzı kırıkları… Sonra efendime söyleyim, gozel bir konak yaptır. Üst katından Erciyes görünsün. Küfül küfül yel yalasın her bir yönünü. Emme, böyle gavur bir yel değil, dinsiz bir yel değil. Bad-i saba, limonata gibi bir yel… Bir iki azap fır dönsünler misafirlere… Yola bir adam bırak, ” Hemşerilerim, bu geç saat nereye yayan yapıldak? ” “Köye yetişeceğim.

” “Ayıp ettin emmi, ibraam efendi çiğneyip geçilir mi? Ne güne yaptırdı bu konağı? Kaymakamı çiğneyip geçmez, hakimi çiğneyip geçmez. Nahiye müdürü orda konaklar onbaşısı orda… Sofranın kalktığı görülmemiş İbraam efendinin konağında. Dön hemşerim. Ye, iç yat. Bir dünya yüzü gör. Sabahınan da Allah selamet versin…” Öküzler dereye gelince yeniden durdular, suya eğildiler. Dalgın İbrahim öküzlerden birine toslayınca hayallemeden el etek çekti. – Gavurun malları,dedi, on dakika olmadı su içeli. Şu hallerine bakınca sanarsın ki Ağustosun onbeşi… Voohaa ırzı kırıklar… 10 İKİ Pis avludan alelacele geçti. Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı. Karısı, ocağı tutuşturmak için olanca soluğu ile ateşi üflüyordu. Ocaktaki çerçöp yaştı. İbrahim ocağın bir yanına ilişti. Hafiften titriyordu. Birden gürledi: -Gâvurun evinde bir kucak kuru bulunmaz.

Hepinize yular takıp ahıra çekmeli. Eşşeklerin yanma, öküzlerin yanına bağlamalı. Tezek açıkta ıslanır. Damın altına çekmek hiç birinizin aklından geçmez. Sonra bir köşede donuk donuk bakan kızına döndü: -Sen de titre, eşşek kızı, titre buy… Ne anan çeksin tezeği damın altına, ne sen. Sizi gören bu evde misafir sanar. Bakma alık alık yüzüme. Git, icik kesmik getir. Alaf tutsun şu ateş. Kız koştu. Çabucak döndü. Kesmik , ateşi sarı aleve boyadı. İbrahimin keyfi üstüne geldi. Açlığını hissetti: – Çabuk kaynatın bulguru, dedi. On altısına yeni basmış oğluna döndü:

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir