Coşku İnsanoğlu muazzam bir şekilde mutlu olabilir ve muazzam bir şekilde mutsuz olabilir. Ve seçiminde özgürdür. Bu özgürlük risklidir; bu özgürlük çok tehlikelidir çünkü sen sorumlu hale gelirsin. Önce küçük bir fıkra anlatayım: “Doktorum size görünmem konusunda ısrar etti,” dedi adam psikiyatra. “Ne için olduğunu Allah bilir; mutlu bir evliliğim, güvenli bir işim, pek çok dostum var, hiçbir end seçiminde özgürdür. Bu özgürlük risklidir; bu özgürlük çok tehlikelidir çünkü sen sorumlu hale gelirsin. Ve bu özgürlüğün başına bir şey gelmiştir, bir şey yanlış gitmiştir. İnsan bir şekilde baş aşağı duruyor. İnsanlar meditasyon arayışı içinde. Meditasyona ihtiyaç vardır çünkü sen mutlu olmayı seçmedin. Mutluluğu seçersen meditasyona ihtiyaç yoktur. Meditasyon ilaç gibidir: Şayet hastaysan o zaman ilaca ihtiyaç vardır. Bir kez mutluluğu seçmeye başladıysan, bir kez mutlu olma kararı verdiysen, o zaman hiçbir meditasyona gerek yoktur. Meditasyon kendiliğinden gerçekleşmeye başlar. Pek çok din vardır çünkü çok sayıda insan mutsuzdur. Mutlu bir insanın hiçbir dine ihtiyacı yoktur; mutlu bir insanın hiçbir tapınağa, kiliseye ihtiyacı yoktur çünkü mutlu bir insan için tüm evren bir tapınaktır, tüm varoluş bir kilisedir. Mutlu insan dinsel aktivitelerin peşinden gitmez çünkü onun tüm hayatı dinseldir. Mutlulukla ne yaparsan yap o bir duadır; işin bir ibadete dönüşür, nefesinin onun için yoğun bir zarafeti ve ihtişamı vardır. Hayatına uyduğunda, büyük bir ahenk içerisinde ona uyum sağladığında ne yaparsan yap keyif alırsın ve o zaman mutluluk gerçekleşir. O zaman aniden meditasyonun seni takip ettiğini göreceksin. Eğer yaptığın işi seversen, o zaman, meditasyon halindesindir. O zaman hiçbir şey seni rahatsız etmez. Bir şeyler seni rahatsız ettiğinde, bu basitçe senin bu şeylerle aslında ilgili olmadığını gösterir. Öğretmen çocuklara sürekli olarak, “Beni dinleyin! Dikkatinizi yoğunlaştırın!” deyip durur. Onlar dikkatli ama onlar başka bir şeye dikkat ediyorlar. Bir kuş okul binasının dışında tüm kalbiyle şarkı söylüyor ve çocuk kuşa dikkatini veriyor. Kimse dikkat etmediğini söyleyemez, kimse meditasyon halinde olmadığını söyleyemez, kimse derin bir konsantrasyon içinde olduğunu söyleyemez; o öyledir! Aslında o, öğretmeni ve öğretmenin karatahtada yapmakta olduğu aritmetiği tamamen unutmuştur. Çocuk tüm bunlardan tamamıyla habersizdir. O, kuş ve onun şarkısı tarafından tamamen ele geçirilmiştir. Fakat öğretmen, “Dikkatini yoğunlaştır! Ne yapıyorsun? Aklın başka yerlere gitmesin!” der. Aslında öğretmen çocuğun ilgisini dağıtıyor! Çocuk dikkatli; o doğal olarak gerçekleşiyor. Kuşu dinlerken o mutlu. Öğretmen dikkatini dağıtıyor; öğretmen, “Dikkatini toplayamıyorsun” diyor. Öğretmen yalan söylüyor! Çocuk dikkatliydi. Kuş onun için daha cazipti, bu durumda o ne yapabilir ki? Öğretmen o kadar çekici değildi, aritmetiğin hiçbir cazibesi yoktu. Bizler yeryüzüne matematikçi olalım diye gönderilmedik. Kuşlarla ilgilenmeyecek birkaç çocuk vardır; kuşların söylediği şarkının sesi giderek daha çok ve daha çok yükselebilir ve onlar karatahtaya dikkat etmeye devam edeceklerdir. Bu durumda aritmetik onlar içindir. O zaman onların bir meditasyonu vardır. Matematiğe sıra geldiğinde gerçekleşen doğal bir meditasyon hali vardır. Aklımız doğal olmayan şeylerle meşgul: para, prestij, güç. Kuşları dinlemek sana para vermeyecek. Kuşları dinlemek sana güç, prestij vermeyecek. Bir kelebeğe bakmak sana ekonomik olarak, politik olarak, sosyal olarak yardım etmeyecek. Bu şeyler kârlı değil fakat bunlar seni mutlu eder. Gerçek bir insan kendisini mutlu eden şeylerle hareket etme cesaretini gösterir. Eğer fakir kalırsa, fakir kalır; bu konuda bir şikâyeti yoktur, bir garezi yoktur. “Ben kendi yolumu seçtim; ben kuşları ve kelebekleri ve çiçekleri seçtim. Zengin olamam, bunda bir sorun yok! Ben zaten zenginim çünkü mutluyum” der. Fakat insanoğlu tepetaklak olmuştur. Şunu okuyordum: İhtiyar Ted nehrin kıyısında oltasına tek bir balık vurmadan saatlerdir oturmaktaydı. Şişelerce bira ve sıcak güneşin karışımı uykuya dalmasına neden olmuştu ve güçlü bir balık oltaya takılıp misinaya kuvvetle vurduğunda tamamıyla hazırlıksızdı. Tamamen dengesiz bir şekilde yakalanmıştı ve toparlanamadan kendisini nehirde buluverdi. Küçük bir çocuk tüm olan biteni büyük bir ilgiyle izlemekteydi. Adam sudan çıkmaya uğraşırken babasına dönüp sordu, “Baba bu adam mı balığı tutuyor yoksa balık mı adamı yakalıyor?” İnsan tamamen tepetaklak olmuştur. Balık seni tutuyor ve çekiyor; sen balığı tutmuyorsun. Nerede parayı görürsen, artık kendin değilsin. Nerede gücü, prestiji görürsen, artık kendin değilsin. Nerede saygınlığı görürsen, artık kendin değilsin. Aniden her şeyi unutuyorsun. Hayatının özünde taşıdığı değerleri; mutluluğunu, coşkunu, sevincini unutuyorsun. Her zaman dışarıdan bir şeyi seçiyorsun ve içinden bir şeyle onun pazarlığını yapıyorsun. Dıştakini elde edip içtekini kaybediyorsun. Fakat, ne yapacaksın? Tüm dünyayı ayaklarının altına almış ve kendini kaybetmişsen, dünyanın tüm zenginliklerini fethetmiş ve kendi içsel hazineni kaybetmişsen, zenginliklerinle ne yapacaksın? Perişanlık budur. Sadece tek bir şeyi öğrenebilirsen; ki bu tek şey kendi içsel güdülerinin, kendi içsel yazgının farkında olmak, tetikte olmaktır. Onu hiç gözünün önünden kaçırma, yoksa mutsuz olacaksın. Ve mutsuz olduğunda insanlar, “Meditasyon yap ve mutlu olacaksın,” diyecekler. Onlar şöyle d edeceğin hiçbir şey yok; sadece mutsuzluğun, sefaletin. Fakat insanlar bunlara bile yapışırlar. Şöyle bir öykü duydum: Çok uzaklardaki bir eğitim kampında acemi erlerden oluşma bir müfreze yakıcı güneş altında yapılan bir günlük yürüyüşten sonra çadırlarına geri dönmüştü. “Ne hayat ama!” dedi askerin biri. “Herhangi bir yerden kilometrelerce uzakta, kendisini Hun İmparatoru Atilla zanneden bir çavuş, kadın yok, içki yok, izin yok ve tüm bunların üzerine bir de botlarım iki numara küçük geliyor.” “Dostum buna katlanmak istemiyorsan, niçin başka bir çift giymiyorsun ki?” dedi komşusu. “Mümkün değil. Onları çıkartmak sahip olduğum tek zevk.” Riske edecek başka neyin var? Sadece ıstırabın. Sahip olduğun tek zevk onun hakkında konuşmak. Istırabı hakkında konuşan insanlara bir bak, ne kadar mutlu oluyorlar! Onun için para harcıyorlar; psikanaliste kendi perişanlıklarından bahsetmeye gidiyorlar, bunun için para ödüyorlar! Birisi dikkatlice dinliyor ve onlar çok mutlular. İnsanlar mutsuzluklarından tekrar tekrar bahsediyor. Hatta abartıyorlar, süslüyorlar, olduğundan daha büyük gösteriyorlar. Onu gerçekte olduğundan daha büyük hale sokuyorlar. Niçin? Riske ettiğin sadece sefaletin, başka bir şey değil ama insanlar bilinene, tanıdık olana yapışır. Bildikleri tek şey mutsuzluk; hayatları bu. Kaybedecek bir şey yok ama onu kaybetmekten çok korkuyorlar. Bana göre ilk olarak mutluluk gelir, coşku gelir. İlk olarak kutlayıcı bir tavır gelir. İlk önce hayatı onaylayan bir felsefe gelir. Tadını çıkart! Şayet işinden tat almıyorsan değiştir. Bekleme! Çünkü beklediğin tüm zamanlarda Godot’yu bekliyorsun ve Godot hiçbir zaman gelmeyecek. Kişi basitçe bekler ve hayatını boşa harcar. Kim için, ne için bekliyorsun? Şayet hayatındaki belirli bir kalıptan mutsuz olduğun gerçeğini görebilirsen; bu durumda tüm eski gelenekler senin yanlış olduğunu söylerler. Ben ise kalıbın yanlış olduğunu söylemek isterim. Vurgudaki farklılığı anlamaya çalış. Sen değil, sadece senin kalıbın; öğrendiğin yaşama tarzı yanlış. Öğrendiğin ve kendinin olarak kabul ettiğin güdüler senin değil; onlar senin yazgını hayata geçirmiyor. Onlar senin tohumuna karşı; onlar senin özüne karşı çalışıyor. Unutma: Kimse senin için karar veremez. Onların tüm emirleri, onların tüm düzenleri, onların tüm ahlakı seni sakatlamaya hizmet ediyor. Kendi kendine karar vermek zorundasın, hayatını kendi ellerine almak zorundasın. Aksi taktirde hayat senin kapını çalmaya devam eder ve sen asla orada olmazsın; her zaman başka bir yerdesindir. Şayet bir dansçı olacak idiysen, hayat bu kapıdan gelir çünkü hayat şimdiye kadar bir dansçı olmuş olman gerekir diye düşünür. Bu kapıyı çalar ama sen orada değilsin; sen bir bankacısın. Hayatın senin bir bankacı olacağını bilmesi nasıl beklenir? Hayat sana doğanın senin olmanı istediği yoldan gelir; o sadece bu adresi bilir ama sen asla orada bulunmadın, sen başka bir yerdesin, başka birisinin maskesi altında, başka birisinin kıyafetlerine bürünmüş olarak, başka birisinin adı altında gizleniyorsun. Varoluş seni aramaya devam edip duruyor. O senin adını biliyor ama sen bu ismi unutmuş durumdasın. O senin adresini biliyor ama sen bu adreste hiç yaşamadın. Dünyanın aklını çelmesine izin verdin. “Dün gece rüyamda bir çocuktum,” diyordu Joe, Al’a, “ve Disneyland’daki her şey için geçerli olan serbest geçiş kartım vardı. Oğlum öyle güzel vakit geçirdim ki! Hangisine bineceğimi seçmek zorunda değildim; ben de hepsine bindim.” “Bu ilgi çekici,” dedi arkadaşı. “Ben de çok canlı bir rüya gördüm dün gece. Rüyamda güzel bir sarışın kapımı çaldı ve arzusuyla beni baştan çıkardı. Sonra tam başlamak üzereydik ki, başka bir ziyaretçi, muhteşem bir vücuda sahip çok çekici bir kumral içeri girdi ve o da beni istedi!” “Vay be,” diye araya girdi Joe. “Oğlum, orada olmak isterdim! Niçin beni çağırmadın?” “Çağırdım,” diye yanıtladı Al. “Ve annen senin Disneyland’da olduğunu söyledi.” Yazgın seni sadece bir şekilde bulabilir. Varoluşun olmanı istediği şey senin manevi olarak çiçek açmandır. Kendi özünü, kendi doğallığını bulamadığın sürece mutlu olamazsın. Ve mutlu olamazsan meditasyon haline giremezsin. Meditasyonun mutluluk getirdiği fikri insanların aklına neden gelmiştir? Aslında, nerede mutlu bir insan bulsalar, her zaman meditasyon halinde bir zihin bulmuşlardır; bu iki şey birbiriyle özdeşleşmiştir. Ne zaman güzel, meditasyon haliyle çevrelenmiş bir kişi bulsalar, her zaman için bu kişinin muazzam bir biçimde mutlu olduğunu; ışıldadığını, büyük bir mutlulukla titreşimler yaydığını bulgulamışlardır. Onlar özdeşleşti. İnsanlar meditasyon halinde olduğunda mutluluğun geldiğini düşündü.
Osho – Coşku – İçten Gelen Mutluluk
PDF Kitap İndir |