Richard Sennett – Zanaatkâr

1962 yılında, tam da dünyanın atom savaşının eşiğine geldiği Küba Füze Krizi’nden sonraki günlerde sokakta yürürken hocam Hannah Arendt’i gördüm ve ona doğru koştum. Füze krizi herkes gibi onu da sarsmıştı, ancak onun en derin inançlarından birini de pekiştirmişti. Daha birkaç yıl önce, The Humarı Condition [İnsanlık Durumu]* adlı kitabında, bir mühendisin ya da maddi şeylerin imalatçısı herhangi bir kimsenin kendi evinde usta olamayacağını; ona, fiziksel emeğin üzerinde yer tutan politikanın kılavuzluk etmesi gerektiğini ileri sürmüştü. Böyle bir inan­ cı ise 1945 yılında Los Alamos projesinde ilk atom bombası yaratıldığında edinmişti. Şimdi, füze krizi esnasında, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamamış olan gençler de gerçek korkuyu hissetmişlerdi. New York’taki o sokakta dondurucu bir soğuk vardı, ancak Arendt bunu fark edecek durumda değildi. Benden istediği, olup bitenlerden şu doğru dersi çıkartmamdı: Bir şeyler yapan insanlar, genellikle ne yapmakta olduklarını çınlamazlar. Batı kültüründe kendi kendine zarar veren materyalin icadı karşısında Arendt’in sahip olduğu korkunun izleri, Yunan mitolojisindeki Pandora’ya dek uzanır. İcat tanrıçası olan Pandora, “Promethus’un günahlarını cezalandırmak üzere Zeus tarafından dünyaya gönderilmiş”1 idi. Hesiodos, Works and Days [İşler ve Günler]’ adlı kitabında Pandora’yı, “bütün tanrıların en acı armağanı” olarak tarif etmişti; çünkü o içinde yeni meraklar bulunan kutusunu (ya da başka kaynaklara göre kavanozunu) açtığında, “insanlar arasına acılar ve kötülükler saçılıyordu.”2 Yunan kültüründe bu kültürün insanları Pandora’mn kendi yaradılışlarının bir unsuru olarak ortaya çıktığına giderek daha fazla inanır olmuşlardır; insan eliyle yapılan şeyler üzerinde yükselen kültür, sürekli olarak kendine zarar vermeyi göze alır. İnsanlardaki masum denilebilecek bir şey böyle bir riski ortaya koyabilir: Erkekler ve kadınlar tamamen şaşkınlık, heyecan, merak nedeniyle aldaülırlar ve böylece Pandora’nın kutusunu açmanın da nötr bir davranış olduğu masalım uydururlar. Aslında Arendt de ilk kitlesel imha silahı hakkında, Los Alamos projesinin yöneticisi Robert Oppenheimer’m günlüğünden bir alıntı yapabilirdi. Oppenheimer şöyle bir değerlendirmeyle kendini ikna etmiş ti: ‘Teknik olarak cazip bir şey gördüğünüzde, onu yapmaya koyulursunuz ve neyi yaptığın ız h akk ın d a ise an cak teknik başarıyı elde ettikten sonra tartışırsınız. İşte atom bombası hakkında olan biten de böyleydi.


”3 Şair John Milton da Âdem ve Havva hakkında benzer bir hikâye anlatır; bu, Havva’nın Oppenheimer rolünü üstlendiği, meraktan kaynaklanan tehlikelere dair bir alegoridir. Milton’m kadim Hıristiyan sahnesinde, seks yerine bilgiye olan tutku, insanların kendilerine zarar vermesine yol açar. Pandora imgesi çağdaş teolog Reinhold Niebuhr’un yazılarında da vurgulanır; o da, imkân dâhilinde olan herhangi bir şey için çaba sarf etmek gerektiğine inanmanın, insan tabiatının bir gereği olduğunu gözlemler. Arendt’in kuşağı kendine zarar verme korkusunu rakamlarla dile getirebiliyordu; çünkü bu rakamlar insan zihnini dumura uğratacak denli büyüktü. En az yetmiş milyon insan, yirminci yüzyılın ilk elli yılı boyunca savaşlarda, toplama kamplarında ve gulag’larda yok olmuştu. Arendt’e göre, bu rakamlar bilimsel körlüğün ve bürokratik gücün bileşimini temsil eder; bürokratlar da sadece görevin ifasıyla ilgilenirler. Arendt’in gözünde işte bu zihniyet, “kötülüğün sıradanlığT diye tanımladığı Nazi ölüm kamplarının örgütleyicisi Adolf Eichmann’ın şahsında somutlaşmıştı. Günümüzde, barış döneminin maddi uygarlığı, kendi imalatımızla kendimize zarar verme bakımından aynı ölçüde dumura uğratan rakamları ortaya koyuyor: Örneğin bir milyon rakamı, şimdi tek bir yılda tüketilen fosil yakıt miktarım tabiatın üretebilmesi için gerekli yıl sayısını temsil eder. Ekolojik kriz Pandora usulüdür, insan imalatıdır; teknoloji ise denetimin yeniden elde edilebilmesi konusunda güvenilmez bir müttefiktir.4 Matematikçi Martin Rees mikroelektronikteki bir devrimi tarif ediyor; ona göre, bu devrim sayesinde, en azından sıradan insanların güçlerinin ötesinde robotik bir dünyanın ortaya çıkışı ve bunların yönetilmesi ihtimali yaratılacakta. Rees böyle bir acayipliği, biyosferi yiyip bitirecek hava kirliliğini temizlemek üzere kendini yineleyen mikro-robotlar şeklinde tahayyül ediyor.5 Bundan daha acil bir örnek ise hem ürünler hem hayvanlarla ilgili olan genetik mühendisliğidir. Pandora korkusu, dehşet duygusu için rasyonel bir ortam yaratıyor; ancak bu dehşetin kendisi de felç edici ve aslında daha berbat olabilir. Bizzat teknoloji de basitçe bir risk olmaktan ziyade düşman olarak görülebilir. Pandora’nın çevresel kutusu, örneğin, Arendt’in hocası Martin Heidegger’in hayatının son döneminde, 1949 yılında Bremen’de yapüğı konuşmada dile getirdiği üzere, kolaylıkla kapatilabilirdi.

Bu uğursuz gelişme hakkında Heidegger, “‘gaz odalarında ceset imalatı’ ile makineleşmiş tarım kıyaslandığında, ‘insana ait günahların tarihi’ bakımından Soykınm’ın tek bir örnek olmaktan çıkacağını” söylemişti. Tarihçi Peter Kempt’in sözleriyle, “Heidegger her ikisinin de, denetimsiz bırakıldığında dünya çapında ekolojik bir felakete yol açabilecek ‘aynı teknolojik tutku’nun somutlaşmış halleri olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteydi.”6 Bu kıyaslama insanı şoke etse dahi, Heidegger aslında pek çoğumuzda bulunan bir arzuyu dile getiriyor; bu da, doğada daha basit bir şekilde yaşantımızı sürdüreceğimiz bir hayat tarzına geri dönüş ya da hayalimizde böyle bir geleceği başarabilme arzusudur. Yaşlı bir adam olarak Heidegger farklı bir bağlamda, modem makine dünyasının talepleri karşısında “hayatımızı sürdürmenin temel niteli ği işte bunları koruma ve kollamadır”7 diye yazmıştı. Yaşlılık döneminin bu yazılarındaki ünlü bir hayalinde ise “Kara Orman’da bir kulübe”den söz eder; burada filozof dünyada kapladığı yeri basit ihtiyaçlarının karşılanmasıyla sınırlayarak kendini geri çeker.8 Bu, belki de modem yıkımın büyük rakamlarıyla yüz yüze gelen hemen herkeste tutuşabilecek bir arzudur. Antik mitolojide Pandora’mn kutusundaki felaketler insanların yanılgıları değildi; tanrılar kızgındı. Seküler bir çağda Pandora-korkusu daha fazla kafa karıştırıcıdır: Atom silahlarının mucitleri merak ile sorumluluğu birleştirmiştir; merakın yol açtığı maksat dışı sonuçlan açıklamak ise zordur. Bombayı yapmış olmak Oppenheimer’da ve benzer şekilde Los Alamos’ta çalışmış olan I. I. Raby, Leo Szilard ve diğer pek çok insanda da suçluluk duygusu yaratmıştır. Kaleme aldığı günlüğünde Oppenheimer, Hint tanrısı Krişna’nın şu sözlerini hatırlıyordu: “Ben artık Ölüm oldum, dünyaların yok edicisi.”9 Kendi uzmanlıklarından dolayı korkuya kapılan uzmanlar şöyle sorarlar: Bu korkunç paradoks karşısında ne yapılabilir ki? Oppenheimer, BBC’de Reith Dersleri diye bir programa katılmıştı, modem toplumda bilimin yerini açıklamayı amaçlayan bu program daha sonra 1953 yılında Science and the Common Understanding adıyla kitap olarak yayımlandı. Oppenheimer burada teknolojiyi bir düşman olarak görmenin sadece insanlığın kendisini daha çaresiz hissetmesine yol açacağını ileri sürmüştü. Ancak nükleer bomba ve onun devamı olan termonükleer bomba nedeniyle endişeler söz konusu olduğundan, bu politik forumda, bunlarla nasıl baş edileceği üzerine dinleyicilerine hiçbir pratik çözüm de sunamamıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir