Richard Sennett – Yabancı

BİR YABANCI OLMANIN ne demek olduğuna dair iki deneme var burada. Birincisi on altıncı yüzyılın şafağında küresel bir ticaret imparatorluğunun merkezi haline gelen Venedik’te geçiyor; söz konusu imparatorluğun idamesi için gerekli olan yabancıların çoğu şehrin kendisinde istenmiyordu: Almanlar, Yunanlılar, Türkler ve Yahudiler- Yahudiler en az istenenlerdi. Size düşman bir yerde bir hayat kurmaya çalışmak nasıl bir şeydi? 1960’larda Venedik’teki Yahudi gettosunu ilk kez ziyaret ettiğimde kendi kendime bu soruyu sormuştum. Adayı meydana getiren sessiz, ıssız adalar hala İkinci Dünya Savaşı’ndaki tard edilmderin ve toplu katliamlann hayaletleriyle doluydu, Yahudilerin sinagoglan silinip gitmiş, evleri de göçük vaziyetteydi. Ama çok eskiden, Rönesans’ın en parlak dönemlerinde, İspanya’dan sürülen Yahudiler burayı yuva haline getirmeyi başarmışlardı. Bunu yapma tarzlan, yalıtılmış bir halde yaşamaya zorlanan başka sürgün ve göçmenlerin kendileri için nasıl bir cemaat yaratabildiği konusunda bir şeyler gösteriyor bize, bana kalırsa. İkinci deneme zamansal olarak bize daha yakın yabancılar ve yabancılık hakkında. Hayatının büyük bölümünü Britanya’da sürgünde veya Kıta Avrupası’nda şehirden şehire sürüklenerek geçiren, on dokuzuncu yüzyılın büyük Rus reformcusu Alexander Herzen’in hayatı etrafında gelişiyor bu yazı. Herzen’in hikayesini bana bir gece Isaiah Berlin anlatınıştı -filozof, Herzen’in lO YABANCI hayat koşullarına, hayatta kalma stratejilerine ve duygularına daldıkça epey uzun bi r gece olmuştu. Aslında Isaiah Berlin de sürgündeki bir Rus ‘tu ama iki si nin kaderleri dünyalar kadar farklı gelişmi ş, Berlin Britanya’daki müesses düzenin kalbinde kendi sine bir yer açmışken, Herzen yaşadığı her yerde yabancı olarak kalmıştı. Herzen sıla özlemine ya da kendi kendine acıma t av rına yenik dü şmek yerine, yaşadığı yerinden-olmayı anlamı andırmaya çalışmış, hatta bunu bir hayat tarzı olarak kucaklamıştır. Onu modern kılan da bu kucaklamadır. Yerinden-olm, a ve yer-deği ştirme ekonomi ve siyasette yön verici olgular olmanın yanı sıra modern sanatın amblemleri haline de gelmi şlerdir. Berlin Herzen’in hikayesini katman katman anlatırken bu hayatın sanatlardaki yerinden-olma i le ne kadar bağlantılı olduğunu merak etmi ştim; iki nci deneme işte bu bağlanı ıyı araştırıyor. Bu i ki deneme tematik olarak birbirine bağlı olmakla birlikte farklı yollardan i lerliyorlar.


Birincisi daha düz bir tarihsel anlatım iken, iki ncisi daha çok bir i nsanın hayatı -siyasete adanmış bir hayat-i le sanat pratikleri arasında bağ kurmaya yönelik bir deney mahiyetinde. Burada yayınlanan Venedik çalışması Ten ve Taş adlı kitabımda anlatılan getto tarihinin daha uzun bir versiyonudur; Herzen anlatımı da, yine, dostum Joseph Rykwert onuruna düzenlenen bir Festschrift için yazdığım bir denemenin daha uzun bir versiyon udur. Benden bu çok kısa kitabı taparlamarnı istediği için ve yayıma hazırlama sürecindeki önerileri için Lucasta Miller’a teşekkür borçluyum. Londra, 2011 Venedik’teki Yahudi Gettosu SÜRGÜNLER BİR YUVA KURUYOR YAHUDi HALKI sürgünlüğün yolu yardamı konusunda tarih boyunca becerikli olmuştur. Yahudiler Batı Avrupa’da üç yüz yılı aşkın bir süre kendilerine düşman, kendilerini ezen halklar arasında sık sık yerinden-edilen ama nerede yaşariarsa yaşasınlar imanlarını koruyan bir halk olarak, küçük hücreler halinde hayatta kaldılar. Ayrıca yaşadıkları her yerde küçük, tecrit edilmiş cemaatler yarattılar; kendilerini anlama tarzları bu tecritle iç içe geçmişti. Bizler tecrit etmeyi bir iktidarın dayatılması olarak görme eğilimindeyizdir ki bu da tecrit edilen halkı pasif kurbanlar haline getirir. Ama Rönesans Venediki’nde Yahudi gettosunun oluşumu daha karmaşık bir hikaye anlatır bize. ·Gerçekten de istekleri hilafına tecrit edilmiş olan, ama daha sonra bu şekilde ayrı tutulmalarından yeni topluluk biçimleri yaratan ve toplumsal aktörler sıf atıyla tecrit edilmiş olmaktan bir menfaat elde eden sürgünlerin hikayesidir bu. Rönesans Venediki’ndeki Yahudiler ve onları takip eden Rönesans Roması Yahudileri tecrit edilmiş gettolarda belli bir oranda kendi kaderlerini tayin etme deneyimi kazanmışlardır. Ama bu tecrit onların Ötekiliklerini artırmıştı; kent rnekanına artık karışmadıklarından hayatları egemen güçler için gettonun duvarlarının ötesinde gittikçe daha gizemli bir hal almıştı. Yahudiler hakkındaki fantaziler onların hayadarıyla ilgili gündelik bilginin yerine geçmişti ki bu fantaziler sonuçta gettoya galebe çalacaktı. 14 YABANCI Yahudi lerin kendileri için getto, dı ş dünyayla temas meselesini gündeme getiriyordu: Getto duvarlarının dışına adım attıklarında Yahudilikleri riske giriyormuş gibiydi. Başkalarına açıklık bir kimlik kaybı tehdidini de beraberinde getiriyordu. Tecride zorlanmış birçok yerinden-edilmi ş insanlar grubunun hikayesidir bu bir bakıma, ama Rönesans Venediki bunu hem özel bir hikaye haline hem de daha büyük bi r şey haline getiriyordu: Venedik gettosundaki Y ahudilerin deneyiminde kültür i le siyasi hakları birbirine bağlamanın kalıcı bi r yolunun izi sürülebili r.

Venedik Rönesans’ın şüphesiz en uluslararası şehriydi, ticari ili şkileri sayesinde Avrupa i le Doğu ve Avr upa ile Afrika arasındaki kapı konumundaydı. Ama antik dönem Roması’nın tersine Venedik bi r bölgeye hükmeden bir güç konumunda değildi; Venedik’e gelip giden yabancılar ortak bir imparatorluğun ya da ulus-dev I etin mensupları değildi. Şehre yerleşmi ş yabancılar-Yahudilerin yanı sıra Almanlar, Y unanlılar, Türkler, Dalmaçyalı lar- resmen şehrin vatandaşı sayılınıyor ve daimi göçmenler olarak yaşıyorlardı. Bu tarihsel çerçeveden, yurttaş olmayanlar arasında birbiriyle çat ışan hak kodlan ortaya çıkıyordu. Öte yandan, insan hakları yerle kayıtlı olarak tasavvur edilmiyordu: Nereden geliderse gelsinler, şehirde nerede yaşarlarsa yaşasınlar, ya da kim olurlarsa olsunlar, herkese şamil, sözleşmeden doğan hakiardı bunlar. Bu bakımdan, Yenerlik’teki sözleşme hakkı dönemin Londrası’ndakinden farklıydı. Londra’da bir sözleşmenin geçerliliği aynı Millet ler Topluluğu’na (Commonwealth) mensup insanlarla sınırlıydı ki bu da coğrafi, siyasi ve Reform sonrasında da dini ortaklık anlamına geliyordu. Venedik’ te ekonomik haklar farklı bi r i lkeye göre işliyordu; hakları doğuran şeyin tam da sözleşme yapma ediın İnin kendisi olduğu düşünülüyordu, oysa Elizabeth dönemi İngilteresi’nde sözleşme hakları, sözleşen taraflara devletin verdiği haklardı . Venedikliler sözleşmeler yapılırken yer ile hukuku bir bakıma birbirine bağlıyorlardı. Rialto Köprüsü etrafındaki alanda, daha sonraları Londra’da da Venedik örneğini izleyerek gelişecek olan VENEDİK’TEKİ YAHUDi GETIOSU ı 5 bir dizi kültürel pratik geliştirilmişti. Venedikliler için sözleşmenin kutsallığı hem müzakere ritüellerinden hem de tarafların gelecekteki alışverişlerde de güvenilir olabilme arzusundan kaynaklanıyordu; ayrıca sözlü güven vergi ya da kayıt dışı tutulan senn aye kullanımına bağlıydı; taraflar bu sennayeyi devletin gözlerinden uzak t utmak istiyor, bunu da mümkün olduğunca az şeyi kağıda dökerek yapıyorlardı. Bu sözlü bağlar sözleşmenin kutsallığını, Dük’ün P iazza San Marco’daki Sarayı’nda uygulanan yazılı hukuktan bağımsız olarak tesis ediyordu; Venedik hukuku son derece bürokratikleşmiş devlet mekanizmasının sonucu olarak ayrıntılı kayıtlarıyla, her şeyi kağıda geçinneye çalışmasıyla ünlüydü. Sözlü sözleşmenin kutsallığının, ekonomik haklar ile ifade özgürlüğü hakları arasında bir bağlantı kurduğunu iddia edeceğim ben. Sözlü sözleşmeler, taraflar tarafından her zaman, mesela gemiler battığı veya malların Rialto ‘daki değeri değiştiği zaman gözden geçirilebiliyordu. Bir ilke olarak ifade özgürlüğünün kökleri, sözlü sözleşmeyi esnek bir araç haline getirme arzusundaydı.

Ekonomi bilimi kelam özgürlüğüne, Milton’ın Areopagitica’sında (burada ifade özgürlüğü cinsel ahlak ve dini sapkınlık açısından ele alınır) beyan edilenden başka bir boyut kazandırıyordu. Venedik’te Yahudiler ve diğer yabancılar için getto mekanlarının yaratılması yer ile hukuku, yere-ait-haklar adı verilebilecek bir başka biçimde bağhyordu. Bu yere-ait-hakların mahiyeti şiddetten korunınayla ilgiliydi. Şehir, kendi yerinde, yabancılar için tahsis edilmiş mekana kapanmış olduğu takdirde bir Yahudiyi veya Türkü Büyük Perhiz sırasında ya da dini ihtirasların arttığı diğer dönemlerde Hıristiyan güruhların saldırısına karşı korumakla mükellefti. Ama o kişi şehrin ait olmadığı bir yerine yürüdüğünde, saldırıya karşı korunma hakkını kaybediyordu. Yer ile beden böylece somut bir biçimde birbirine bağlanmış oluyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir