Abidin Dino – Kısa Hayat Öyküm

Yanılmıyorsam 1985 yılıydı. Abidin ‘e bir öneride bulundum: “Kendi ağzından özyaşam öyküsü “nü yazmak. Karar verdik, Dino ‘ların her yaz gittikleri, Fransa ‘nın güneyindeki köylerden birine ben de gidecek, her gün belli saatlerde ses alma aygıtını çalıştırıp karşılıklı konuşacaktık. Daha sonra bu konuşmalarımız kağıda dökülecek ve Abidin ‘ in onayına sunulacaktı. Birçok ünlünün özyaşam öykülerinin böylesi bir işbirliği sonucunda ortaya çıktığını, Abidin de ben de biliyorduk. Benim bildiğim bir şey daha vardı: Abidin ‘ in, yaşam öyküsünü yazmak için, benim kalemime hiç mi hiç gereksinimi olmadığı. Abidin, Türkçede olsun, Fransızcada olsun, meramını dile getirmekte güçlük çeken biri değildi. Tam tersine, her iki dilde de yazan ve her iki dilde de, kendine özgü üslubu olan bir sanatçı, daha açık bir deyişle, gerçek bir yazardı. Eğer Abidin ‘ e, özyaşam öyküsü konusunda kalemimi ödünç vermek gibi bir cesareti kendimde gördümse bunun tek bir nedeni vardı: Abidin ‘ in, o, çocukluğunda başlayan zengin yaşamını kaleme alacak zamana sahip olmayışı. 7 Benim kendisine olan saygım ve sevgim, onun bana yıllar boyunca gösterdiği güven, bu tür bir ortak çalışma için yeterli gibi görünmüştü bana. Bir tek koşul ileri sürdüm: soracağım her soruyu yanıtlayacaktı. Ama konuşmamız yazıya döküldüğünde neyin yayımlanıp, neyin yayımlanmayacağına tabii kendisi karar verecekti. Bu koşulumu söylediğimde, Abidin, bir an, çok kısa bir an, duraksadı. Sonra kabullenir gibi göründü. O güne değin, hiç konuşmadığımız konulara değineceğimizi, böylesi bir çalışma içinde bunun kaçınılmaz olduğunu mu sezip duraksamıştı? Kuşkusuz, kişisel, özel hayatına ilişkin soruların söz konusu olmayacağını biliyordu.


Kendisine, eğer bu tasarıyı gerçekleştirirsek, yayımlanmasını çok uzak bir tarihe bırakabileceğimizi söyledim. Bu tarihi kendisi belirleyebilirdi. Yaşarken ya da öldükten sonra. Benim için önemli olan, “çağının bir tanığı” olarak Abidin ‘ in anılarıydı. Abidin gibi cömert bir insan yaşadıklarını kendine saklayamazdı. Benim rolüm, eğer deyiş yerindeyse, yalnızca bir yazmanlık olacaktı. llk ve kuşkusuz son kez, böylesi bir yazmanlığa kendi isteğimle aday oluyordum. Anlaştık. Hatta, o yaz için sözleştik bile. Ama ben, niçin saklayayım, o küçük, bir anlık duraksama dolayısıyla olsa gerek, bu tasarının hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini o anda anlamıştım. Neden ? Buna, kısa ve kesin bir yanıt vermem olanaksız. Sanırım, önerim Abidin ‘ e sıcak gelmişti. Onu duraksatan, ileri sürdüğüm o tek koşuldu: Tüm soruları yanıtlaması. Abidin ‘ in, kuşkusuz korkacağı bir şey yoktu, kalmamıştı. Ama sözünü etmek istemediği, unuttuğu, unutmak istediği olaylar, kişiler, ilişkiler olabilirdi.

Benim bunları bilmem söz konusu olamazdı. Dolayısıyla bilmeden, kabuk tutmuş bir yarayı, belleğinin derinliklerine gömülmüş bir olayı, unutulmuş bir adı, bir 8 i11sa111, onun yaşamına yeniden sokmuş olacaktım. Bu açıklamamda tümüyle ya111/ıyor olabilirim. Ama sanmıyorum. Gene de Abidin bu tasarıyla uzun bir süre ilgilendi. Şimdi, Abidin ‘in, bana yazdığı mektuplara göz attığımda, zaman zaman bu koııuya değindiğini görüyorum. Daha sonraki yıllarda, Uğur Mumcu, Cumhuriyet’te, yanılmıyorsam, Türk solu için tasarladığı bir dizi söyleşi için, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ‘la birlikte Abidin ‘i de düşünmüş ve Paris’e gittiğinde konuyu kendisine açmış. Abidin, bu konuda bana verilmiş sözü olduğunu söyleyip Uğur Mumcu ‘nun önerisine de olumlu bir yanıt vermemiş. Uğur Mumcu, bir gün telefonda, bana bu görüşmesini aktardığında, kendisine, Abidin ‘le bir zamanlar böyle ortak bir tasarı geliştirdiğimizi, ama aradan birkaç yıl geçtiğini, kaldı ki, benim tasarımla, kendi tasarısının, gerek amaç, gerek kapsam yönünden çok farklı olduğunu, hatta her iki tasarı gerçekleşirse, ortaya daha da bütünlüğü olan özyaşam öyküsü çıkacağı inancında olduğumu söyledim. Uğur Mumcu, “Bunları Abidin Bey’e aynen söyler misiniz ? ” diye sordu. “Tabii” dedim ve telefonu kapadıktan sonra Abidin ‘i arayıp, Mumcu ‘ya verdiğim yanıtı aynen yineledim. Abidin, “Düşünelim ” dedi. Böylece ne ben gerçekleştirebildim Abidin ‘ in özyaşam öyküsünü dinleyip yazmayı, ne de Uğur Mumcu düşlediği söyleşiyi. Yaşamının son yıllarında anılarını yazmaya başladığını muştulamıştı Abidin bana. “Sana verdiğim sözü tutuyorum, lsviçre, Fransa çocukluk yıllarım bitti, şimdi sıra Türkiye ‘ de ” demişti.

Bu arada, 1990 yılında, Fransız ozan, Abidin ‘ in dostu Andre Velter, Abidin ile Fransız radyosu France Culture için, bu kitabın ikinci bölümünde okuyacağınız uzun söyleşiyi gerçekleştirmeyi başardı. Abidin ‘ in ölümünden ve Paris ‘te bu söyleşinin bant kayıtlarını okuduktan sonra, Andre Velter ‘e, Abidin ‘i bu söyleşiye, nasıl “ikna ” ettiğini sordum. “Çok zor oldu, dedi. Üç ay uğraştım. Bir belge olarak kalması için, çok daha 9 uzun ve ayrıntılı bir söyleşi düşlüyordum. Ama bunu, Abidin ‘ e kabul ettiremedim. Dört saatlik bu söyleşiyle yetinmek zorunda kaldık. Gördüğünüz gibi, birçok can alıcı konunun ayrıntılarına girmek mümkün olmadı.” Her şeye karşın Andre Velter ‘i kutlamak gerek. Abidin ‘in yaşamından birçok ilginç anları, anıları unutulmaktan kurtarmış. Yukarda, sanat, sanatçı söz konusu olduğunda pek hoşlanmadığım halde “tanık/lık” sözcüğünü kullandım. Bu söyleşi okunduğunda görülecek ki, Abidin, çağının, yaşadığı olağanüstü olayların tanığı olarak konuşmuyor. (İnsan kendi kendinin tanığı olabilir mi?) Tıpkı, Çocukluk Anıları’nda olduğu gibi belleğinde yer etmiş olaylardan, kentlerden, insanlardan söz ediyor bize. O çok sevdiği eylemi bu söyleşide de gerçekleştiriyor: anılarını paylaşıyor. Bu kitabın o, ne yazık ki yazılamayan Abidin Dino’nun Gerçek Özyaşam Öyküsü’nün bir girişi olarak okunmasını diliyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir