Dino Buzzati – Öylesine Bir Aşk

O uzun kış mevsiminin bir şubat gününde kırk dokuz yaşındaki mimar Antonio Dorigo, Milano kentinde Sinyora Ermelina’ya telefon açtı: “Ben Tonino,” dedi. “Günaydın, sinyo—” “Oo! Uzun süredir ne sesini duyduk, ne soluğunu. Nerelerdeydin? Nasılsın?” “Iyǚ iyim, sağ ol. Çok işim vardı. Bu nedenle… Dinle, bu öğleden sonra senin oraya gelebilir miyim?” “Bu öğleden sonra mı? Dur bir bakayım. Kaçta?” “Bilmem ki!. Üç, üç buçukta falan…” “Oldu. Üç buçuk iyi.” “Yalnız, sinyora…” “Evet?” “Şey diyecektim… Geçen defa bana verdiğin mal… Aklındaysa, yani açık konuşmak gerekirse, benim istediğim gibi değildi. Ben isterdim ki—” “Biliyorum. Ne yapayım, bazen ben bile—“ “Yani, daha güncel bir şey olmalı, ne demek istediğimi anlıyorsun.” “Anlıyorum. Aslında bu sabah bana telefon açman çok iyi oldu. Tam istediğin gibi bir mal var elimde… Diyeceğim, düş kırıklığına uğramayacağın konusunda güvence verebilirim.


” “Kara bir kumaş tercihimdir.” “Kara, kara, kara. Evet, anlıyorum. Kapkara, zindan gibi.” “Öyleyse daha sonra görüşmek üzere. Ayrıca da teşekkürler.” Telefonu yerine bıraktı. Stüdyoda yalnızdı. Yandaki odayı kullanan ortağı Geatano Maroni bu sabah dışarı çıkmıştı. Sıradan bir günün sıradan bir sabah saatleriydi. Işǚ ler yolunda gidiyordu. Sekizinci kattaki büyük pencereden karşıda yükselen kapıyı görebiliyordu: Dorigo’nun da içinde bulunduğu çevredeki tüm binalar gibi çağdaş bir yapı. Zaten bir site kompleksi olarak aynı kooperatiϐin ürünleri olan Moskova caddesindekilerin hepsi, önlerinde uzanan geniş otopark yerleriyle birbirinin eşiydi. Sisli puslu Milano günlerinden biriydi. Yağmur yağmıyordu ama, insan bu kararsız gökyüzüne bakınca bunun bulut mu ya da çevreyi kuşatmış fabrikaların bacalarından yayılan dumanların oluşturduğu bir sis tabakası mı olduğunu saptamakta güçlük çekiyordu. Udžçüncü sigarasını yaktı.

On bire çeyrek vardı. (“Ben Tonino. Günaydın, sinyo—”… “Ooo! Uzun süredir ne sesini duyduk, ne soluğunu…”) Karşı duvardaki elektrikli saatten gözlerini ayırdı. Yandaki odadan Sinyorina Maria Torri’nin radyosundan yayılan müziğin sesi geliyordu. Küçük bir Japon el radyosu… Masasında da, çantasında da, kucağında da dursa toplantılarda bile hiç susmazdı radyo. Dorigo da bunu kapatmasını söyleme cesaretini kendinde bulamazdı. Bir süre, önce o da karaborsadan on bin lirete küçük bir cep radyosu satın almıştı. Ancak, iki gün sonra Giorgina bunu kendisinden tırtıklamıştı. Yo, Giorgina’ya tutkun falan değildi. Ne var ki, birbirlerini uzun süredir tanıyorlardı. Bir gün Corso sıra kemerlerinin altında kıza rastlamıştı. Pardösüsünün cebinden sevimli Viyana valslerinden birinin melodileri yayılıyordu. “Aman, şuna bir bakayım,” demişti kız. “Ah, ne güzel! Bunu bana verir misin?” İşte böyle! Küçücük bir radyonun ne değeri vardı?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir