Ahmet Naç – Beni Bu Kadar Sevme Anne

Öykü, dizlerinin üzerine çöktü ve çok ses çıkarmaktan imtina ederek para torbasını cam sehpanın üzerine usulca boşalttı. Hızlıca bir liralarını saydıktan sonra elli kuruşları ikili olarak grupladı ayrı bir tarafta, tahmin ettiğinden daha çok görünüyorlardı. Yirmi beş… Burada da on lira var, toplam otuz beş lira… Üç hafta sonunda hatırı sayılır bir miktar biriktirmişti ve heyecanını “Otuz beş liram var anne!” diyerek yüksek sesle dile getirdi. Tam karşısında oturan annesi okuduğu kitaptan başını kaldırıp “Harika” dedi gülümseyerek. “Ama biraz sessiz olmalıyız. Burası bir kitap mağazası, kimseyi rahatsız etmeyelim olur mu?” Öykü yüzünde endişeli bir ifadeyle etrafına baktı. Mağazanın orta bölümü, annesi gibi kitap okuyanlar tarafından işgal edilmişti, daha önce hiç görmediği şekillerdeki bardaklarıyla arada bir kahve içiyorlardı ve hiç konuşmuyorlardı. Geri kalanlar ise olabildiğince yavaş hareket ederek dolaşıyorlardı rafların önünde. Öykü, herkesin üzerine sinmiş sakin havayı sezebilmişti, kitap mağazaları başka yerlere benzemiyordu. “Kitabımı nereden alacağım?” diye sordu Öykü bu sefer daha kısık bir sesle. Annesi bilmiyorum anlamında başını salladı. “Üzerlerinde isimlikleri olan mavi gömlekliler mağazanın çalışanları” dedi kendine en yakın olanı işaret ederek. “Müsait olan birine sorabilirsin, sana yardımcı olacaktır.” Öykü ayağa kalktı, mavi gömlekliler çoktu ama gördüklerinin hepsi de meşgul gözüküyorlardı. Paralarını tekrar torbasına koyup mağazada gezinmeye başladı vakit kaybetmeden.


Kısa süre sonra elindeki kitapları raflara dizen mavi gömlekli bir çalışan gözüne çarptı, yalnız başınaydı. Neredeyse koşar adım yanına gitti ve “Bakar mısınız?” diye sordu görüş açısına girmeye çalışarak. “Elbette bakarım” dedi Elif Hanım. Yedi yaşındaki bir kız çocuğunun sorusu bile yüzünde kocaman bir gülümsemeye yol açmıştı. “Toplama ve çıkarma işlemlerini yapmakta biraz zorlanıyorum. Aslında yapıyorum ama böyle biraz daha zor sorular çözmek istiyorum” dedi Öykü ama devamını getirmedi, bu kadar çok ayrıntı vermesine gerek yoktu. “Benim için uygun kitapları nerede bulabilirim?” Elif Hanım, bu küçük kız çocuğunun anne veya babasının nerede olduğunu görmeye çalıştı ama yakınlarda kimse yoktu. Parmağıyla mağazanın en uzak ucunu işaret etti. “Şuradaki çantaları görüyor musun?” Öykü, dudağını büküp ayak parmak uçlarında yükselerek gösterilen yere doğru baktı. “O çantaların hemen yanında çocuk kitapları var. Tam karşılarında aradığın şeyi bulabilirsin, istersen seni götürebilirim.” Öykü, “Ben bulurum, teşekkür ederim” dedi ve para torbasını iki eliyle sımsıkı tutarak gösterilen yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Elif Hanım, mağazada çalıştığı on yılın ardından ilk defa karşılaştığı bir durumun şaşkınlığıyla küçük kızın arkasından baktı uzun süre. Bu yaştaki bir çocuğun yalnız başına bir kitap mağazasına gelebilmesine şaşırmıştı. Buradaki çalışanlardan birinin çocuğu olmalı diye tahmin etti kitapları yeniden raflara dizmeye başlarken.

Yıllar boyunca çocuklarının elinden tutup onlar için mağazayı didik didik eden, onların adına konuşan, en doğru kararı verip onlara en güzel kitapları almak için çabalayan yüzlerce anneye şahit olduktan sonra aksi bir şey düşünemezdi bu küçük kız çocuğuyla ilgili. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş kaybolurken onun adına üzüldü ister istemez, kendisi de bir anneydi çünkü. Yasemin’i çalıştığı yere getirdiğinde onun mağazada gezmesine izin verirdi ama asla bu çocuğun annesi kadar ilgisiz bir anne olmayacaktı kendi çocuğuna karşı. Ne olur ne olmaz diyerek küçük kızı bakışlarıyla arada bir takip etmeyi ihmal etmedi işini yaparken. En azından bu kadarını yapabilmeliyim diye düşündü vicdanının sesine kulak vererek… Zavallı çocuk, bir başına… Öykü, onu kollayan bir çift gözden habersiz nihayet kendi yaş kategorisine ait bölüme gelmişti ve ihtiyaç duyduğu kitapların tam karşısında duruyordu şimdi. Gözlerini kocaman açmış, rengârenk kapakları tek tek inceliyordu. En altta birinci sınıf kitapları vardı, üste doğru çıktıkça sınıflar da yükseliyordu, dördüncü sınıfa kadar her dersten kitaplar belli bir düzene göre dizilmişti. Aradığı şeyi bulmakta pek zorlanmadı, tam karşısındaydı. Hepsini gölgede bırakarak işte buradayım dercesine yıldız gibi parıldıyordu sanki. Kapağındaki kocaman iki sayısının dibinde kıpkırmızı, çiçek şeklinde bir nokta vardı. Sıra sayılarını gayet iyi biliyordu, ikinci sınıf demekti bu. Çiçek gibi kırmızı renkli, kabartma biçimindeki “Matematik” yazısı da bir yay gibi kapağın en üstüne yerleştirilmişti. Beyaz zemin üzerine göz alıcı bir tasarımdı bu. Ve birinci sınıfa gitmesine rağmen ihtiyaç duyduğu kesinlikle ikinci sınıflara yönelik olan bu harika kitap olmalıydı. Çok güzelsin… Görünüş de asla yeterli olamazdı tabii ki.

Kitabı eline alır almaz içindekiler bölümünü açtı hızlıca, çünkü ilk baktığı yer orasıydı her zaman. Annesi birinci sınıfa başladığından beri ödevlerini almasına hiç yardım etmediği için içindekiler bölümü konusunda ustalaşmıştı Öykü. Kendi ödevini kendisi alması gerektiğini anladığında okuma yazma öğrenene kadar sayfaları işaretlemiş, daha sonrasında konu başlıklarının altına küçük notlar yazarak harika bir çözüm bulmuştu. Mecburiyetin sonuçlarıydı onun çözümleri. Ödevini alamadığı günün ertesinde hiçbir şey yapamadan okula gitmek onu çok kötü hissettirmişti ve o günden itibaren de bunun bir daha yaşanmasına asla izin vermemişti. Öğretmeni ödev verdiği anda herkesten daha hızlıydı Öykü. Kendisine yapılan yakıştırmaları sonuna kadar hak ettiğine şüphe yoktu. “Ödev Alma Canavarı.” Çocuğu ödev alamamış gözü yaşlı annelerin kurtarıcısı… İlk zamanlar, “Neden sürekli ödevlerin ne olduğunu bana soruyorlar?” diye çok haklı bir soru sormuştu annesine. Sonrasında merakı kaybolmuş, hayatının bu rutinine çoktan alışmıştı. Böyle anlarda hayat herkesin birbirinden farklı olabileceğini göstermişti ona. Annesi de aynen böyle demişti. Farklılıklar sorumluluk getirir. Ama şikâyetçi olduğun bir şey varsa bunu da dile getirmekten asla çekinme. Neyse ki öğretmenleri bir WhatsApp grubu kurarak son ders çıkışı ödevleri duyurmaya başlayınca işbirliği içerisinde çözüme kavuştu çocukların sorunları.

Ve bu çözümün parçası olmak istemeyen bir annenin gruptan ayrılması da elbette kimseyi şaşırtmadı. Canavar, içindekiler bölümündeki sıralı noktaları parmağıyla takip etti. Toplama-çıkarma işlemleri yirmi beş sayfa boyunca devam ediyordu, başını kaldırıp küçük bir hesap yaptı hemen. Bir ay dört hafta… Her hafta beş sayfa… Beş tane dört… Bir aylık planı için yeteri kadar sayfa vardı. Konuların ilk başladığı yeri açtı hızlıca. Görür görmez aradığı şeyi bulduğuna emin oldu, çünkü az resim ve çok işlem vardı. Sayfaları çevirdikçe doldurulmayı bekleyen boş kutucuklar göz kırpıyordu ona, üstelik tüm sayfaların fonu tıpkı bir matematik defteri gibi kareliydi. Yazılı problemleri ve hemen ardından gelen test sorularını da gördükten sonra az kalsın elindeki kitaba âşık olacaktı. Tamamdı, daha iyisi olamazdı. Annesi ise kitabını okuyormuş gibi yapsa da bir süredir görüş açısından çıkan kızının nerede olduğunu merak ediyordu attığı kaçamak bakışlarla. Mavi gömlekli bir çalışanla konuştuğunu görebilmişti ama sonrasında rafların arasında gözden kaybolmuştu. Para torbasından gelen sesleri duyana kadar da ters taraftan yanına kadar geldiğini fark edemedi. “Sonunda buldun demek” dedi onun gibi gülümseyerek. Elindeki kitaba baktı, bir plaket gibi tutuyordu başarısını göstermek istercesine. “Çok güzel görünüyor.

” Lütfen parası kadar olsun, lütfen… “Evet, buldum. Tam istediğim gibi anne. Eve gidelim, hemen başlamak istiyorum.” “Tamam, nasıl istersen” dedi annesi, kitabın etiketini görmeye çalışıyordu. “Ödemeni yap, burada bekliyorum seni.” Öykü, annesi bunu dile getirene kadar fiyat etiketine bakmayı akıl etmemişti, arkasını yavaşça çevirdi. Lütfen… Bana bunu yapma… Annesi için en korkunç filmlerde bile şahit olmadığı gerilim yüklü bir sahneden fırlamış gibiydi yaşananlar. Nefesini tutup Öykü’nün yüzüne baktı, merakını giderecek bir şeyler aradı bakışlarında. “Otuz yedi” dedi Öykü kaşlarını çatarak. Para torbasındaki bozuklukların miktarını hatırlamaya çalıştı. “İki liram eksik…” O anda annesinin göğsüne bir yumru oturdu, korktuğu başına gelmişti. Zorlukla yutkunarak “Evet, iki liran eksik” diye onayladı kızını. Öykü, bir şey demedi, kitabına baktı uzun süre. Probleminin ortasında bir çıkmaza girmiş gibi gözüküyordu. Annesi, ne yapılması gerektiğine dair son kararı verecek olan kızı için düşünme sürecini zenginleştirmesi gerektiğini anladı o an.

Yapabileceği tek şeyi yaparak ona birkaç kapı gösterdi. “Uzun zamandır harçlıklarından biriktirdin bu kitap için. İstersen biraz daha bekle ve öyle al. Ya da bütçene göre daha uygun bir kitapla değiştirebilirsin elindekini.” “Bir tane var” dedi Öykü. “Ben bunu istiyorum. Sonra başkası alabilir.” “Benim de başıma çok geldi bu durum.” Kızından gözlerini kaçırdı, sesinin titremesine engel olmaya çalışıyordu. “Sahip olduğum paranın, almak istediklerime yetmediği zamanlar oldu. Bunun olmaması için de daha dikkatli ve planlı hareket ediyorum. Her ay buraya bir kitap almak için geliyorum, bütçeme çok dikkat ederim. Baban da telefonunu değiştirmek istiyor ama bir ay daha beklemesi gerek mesela.” Bir an durup kızının gözlerinin içine baktı, gülümsemiyordu. Bakışlarındaki ciddiyet, tane tane yansıdı kelimelerine.

“Senin ihtiyaçlarını karşılıyoruz ama yaptığın başarı planına göre bu kitap fazladan bir ihtiyaç senin için. Bütçene göre hareket etmelisin ya da bütçeni buna göre ayarlamalısın.” Öykü dudağını büktü, bir elinde kitabı, diğer elinde para torbası vardı, sırayla bakıyordu ikisine de. Kediler hakkında bir kitap da alamam artık… Annesi, başını öne eğmiş kızına baktıkça ona olan sevgisi içgüdülerini kullanarak her yerini bıçaklıyordu sanki. Masum görüntüsü, yüreğini dağlıyordu neredeyse. Doğruyu yapmak hiç bu kadar zor olmamıştı onun için, kadere isyan etmekte haklıydı. Sadece iki lira… Kahretsin! “Birkaç gün sonra buraya yeniden gelemez miyiz?” diye sordu Öykü yeni bir kapıyı aralayarak. “Üzgünüm canım, burası evimize çok uzak, biliyorsun. Baban da ben de çalışıyoruz, ayda bir günü bu alışveriş merkezi için ayırıyorum. İstersen babanı arayalım ve sor. Ancak o da bu aralar çok meşgul, en kötü iki-üç hafta beklemek zorunda kalırsın. Belki o zaman kadar kitap hâlâ burada olur veya yenisi gelir.” Öykü, kitabı aldığı yöne doğru baktı, bu riski alamazdı. İstediği bu kitaptı ve ne yapılması gerektiğini bulmak için biraz daha zorladı kendini. “Sanırım birine sormalıyım” dedi fısıldayarak, sırt çantasını aldı koltuğun üzerinden.

“Bunu yerine bırakayım, sen kitabını al anne, gelirim ben şimdi.” Dokunsan ağlayacak vaziyetteydi annesi kızının arkasından bakarken, kendini teselli etmeye çalıştı. Onun için en doğrusu hu… Kendine yenilme, onun için en doğrusu bu… Kitabının ödemesini yaptıktan sonra çıkış kapısının önünde beklemeye başladı. Öykü’nün ne yapacağını merak ediyordu ama ne olursa olsun bütün gününü bozulan moraliyle geçirmeyi çoktan göze almıştı, ne kadar kendini teselli etse de berbat hissettiği kesindi. Biricik kızı, derslerinde daha başarılı olmak için para biriktirerek almak istediği kitabı sadece iki lira yüzünden yerine koyuyordu şimdi. Öykü ona doğru yaklaşırken elinde kitap yoktu ancak yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı, neredeyse hınzır bir gülümsemeydi bu. Anlaşılan o ki bütçesine uygun başka bir kitap almamıştı ve morali de bozuk gözükmüyordu, bu hali biraz olsun rahatlattı annesini. Birlikte mağazadan çıktıktan sonra uzun süre göz ucuyla baktı Öykü’ye. Kendini daha da iyi hissetmesini sağlayacak bir şeyler arıyordu ona bakarken. “Bence bir dahaki gelişimizde istediğin kitabı alacaksın, satılmamış olacak” diyerek teselli etmeye çalıştı kızını, yürüyen merdivenlerin önüne gelmişlerdi. “Gerek kalmadı” dedi Öykü. Dudağının kenarındaki o gülümseme biraz daha belirginleşti. Annesi, “Nasıl yani?” diyerek aniden durdu merdivenlere binmeden. “Sorun halloldu anne, beklememe gerek kalmadı.” Bakışlarıyla omuzunda asılı duran spor çantasını işaret etti.

“Kitap artık benim.” Annesi ilk önce inanamadı duyduklarına, ağzı açık öylece kalakalmıştı. Mağazanın girişine doğru baktı, alarm ötmemişti. Neyse ki mavi gömlekli çalışanlar da onları kovalamıyordu şimdilik. Kızına dönüp, “A-anlamadım” dedi kekeleyerek. Öykü, üç metre arkalarındaki banka gidip çantasını bankın üzerine koydu. Annesi yavaş yavaş yanına geldi Öykü’nün, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Çantanın fermuarı açılırken korku dolu gözlerle izliyordu olan biteni, yüzünü ateş basmıştı. Hayır… Bunu yapmış olamazsın!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir