Ahmet Yuksel Ozemre – Cernobil Komplosu

Bu kitap Çernobil kazasının akabinde pekçok çıkarcının ortaklaşa ihdâs ettikleri “Çernobil Komplosu” dolayısıyla Türkiye’nin çekmiş olduğu çilenin muhtevâsını ve sınırlarını tesbit eden, evrâka ve gözlemlere dayanan şahsî bir hâtırattır. “Türkiye’nin Çernobil Çilesi”ni kendi nefsinde bütün yoğunluğu, bütün sorumluluğu ve bütün trajedisiyle benim kadar ân be ân yaşamış bir başka şahıs, her-hâlde, yoktur. Bu hâtırat, aynı zamanda, 6 Nisan 1987’de Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı’ndan azledilmemden sonra da uzun süre sürmüş ve ancak TAEK’i ve beni ibrâ etmiş olan “Çernobil Kazâsı’nın Türkiye Üzerindeki Etkilerini Araştırmak Ve Sorumluları Tesbit Etmek Üzere Kurulan TBMM Araştırma Komisyonu Raporu”nun TBMM tarafından 1993 yılının, hatırımda kaldığı kadarıyla, Kasım ayında kabûl edilmesiyle noktalanabilmiş olan şahsî çilemin de bir zabtıdır. Bu hâtıratımı yazmak için önce çilemin sona ermesini, yâni hakkımda açılmış olan tahkîkatlardan ve dâvalardan beraat etmemi, ayrıca üzüntülerimin ve kırgınlıklarımın da iyice sönmesini bekledim. Türkiye Atom Enerjisi Başkanı iken: 1) Ankara’nın Yüksek Bürokrasisinin önemli bir kısmının keyfî engellemeleri; 2) Mc Carthy gibi, her taşın altında bir komünistin gizli olduğunu sanan ya da işine öyle gelen bir Müsteşarın evhâmları; 3) Çernobil kazâsından sonra TV’deki beyânatıma ambargo koyarak yayınlatmayan bir Bakanın Türkiye Atom Enerjisi Kurumu olarak aldığımız önlemler konusunda Milletimi bilgilendirmemi engellemesi; 4) Bendenizi robotlaştıramayanların hasetleri; 5) Pekçok kimsenin ve kuruluşun komploları, iftirâları ve ihânetleri; 6) Bir sürü echel-i cühelânın cehâleti; 7) Basın’ın belirli bir kesiminin hakkımdaki iftirâları, dezinformasyonları ve provokasyonları görevim süresince ve azlimden sonra benim için ne kadar büyük sıkıntı ve çile teşkil etmiş olurlarsa olsunlar, hiçbiri de Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’ndan kalp huzuru ile ayrılmama engel olamamıştır. Bu kalp huzuru, öncelikle: 1) Görevimle ilgili konularda haiz olduğum ilmimin sağlamlığına, 2) Ailemden tevârüs ettiğim ahlâkın adâlet ve ihsân esaslarına dayalı, ve şerri red, hayrı da arayıp destekleme irâdesiyle mücehhez kılınmış olmasına, 3) Kritik konularda istişâre etmeden asla karar vermememe, 4) Bir kere karar verdikten sonra da o karar doğrultusunda azimle, selâbetle ve dirâyetle yürümeme, 5) Mâiyetimde, Devlet’e hizmet etmeyi benim gibi bir ibâdet sayan, müs-tesnâ çalışma arkadaşlarımın olmasına, 6) Çernobil kazâsının etkileriyle mücâdele ederken üstün görev anlayışı ile bezenmiş, ferâgat-ı nefis sâhibi, (büro memurundan radyasyon uzmanına kadar herbirinin, işinde bihakkın uzman olduğu) hârikulâde bir kadronun tek bir kütle gibi etrâfımda muhabbetle kenetlenmiş ve görevlerini üstün bir şuurla ifâ etmiş olmasına dayanmaktadır. Bu kitabımı da Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nda, işte, “kendisini bu gruptan sayan” herkese muhabbetlerimle ithâf ediyorum. Bu hâtıratın manüskrisinin ilk versiyonunu dikkatle tetkik eden ve sâyelerinde pekçok konuya daha büyük bir açıklık kazândırmış olduğum; Türkiye Atom Enerisi Kurumu Başkanlığım sırasında ise hârikulâde üstün görev anlayışları, hizmet aşkları, gıbta edilecek fazîletleri, dostlukları ve muhabbetleriyle çilemi hafifletmiş olan azîz kardeşlerim: 1) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Atom Enerjisi Komisyonu üyesi ve Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü’m Prof. Dr. Atillâ Özalpan’a, 2) Araştırma Geliştirme Plânlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanı’m Erol Barutçugil’e ve 3) Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanı’m Özer Özerden’e bütün bu zahmetleri ve müstesnâ dostlukları için ayrıca en kalbî teşekkürlerimi sunuyorum. Bu hâtıratın gâyesi, yalnızca: 1) açıkladığım hâlde Millet’imin bilgisine intikâli engellenmiş, ya da 2) bana açıklama fırsatı verilmemiş olan olayları; bunların dayanaklarını; Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı olarak nasıl bir çile çekmiş olduğumu (aradan, bütün bu çileleri artık ilginç birer hâtıraya dönüştürmüş olan yeterince zamanın geçmiş olmasından sonra) takdîm etmekden ibârettir. Gâye kimseyi töhmet altında tutmak olmadığından, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na ve bana bu çileleri revâ görmüş olanların (meselâ Müsteşar’ın, TV’de bana ambargo koyduran Bakan’ın, TAEK’de kuyumu kazmak isteyenlerin. vd.


nin) isimleri de olabildiğince gizli tutulmuştur. İşin bu safhasında önemli olan artık bunların isimleri ve şahsiyetleri değil de ibret alınması gereken fiilleridir. Bu kitabın ilk versiyonu, Demirel-İnönü Koalisyonu Hükûmeti’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı müşkil durumda bırakmak için tasarladığı ve Basın’ın belirli bir bölümünün de, hangi vaadlerin karşılığı olduğu mechûl, büyük desteğiyle 17 Aralık 1992’den itibâren uygulamaya koyduğu, yaklaşık 5 ay sürmüş olan bir dezinformasyon (haber saptırma, yalan haber yayma) kaosunun hızını kaybetmesinden ancak birkaç ay sonra 1993 yılında “Nehir Yayınevi” tarafından Türkiye’nin Çernobil Çilesi başlığı altında yayınlanabilmişti. Bu i’tibârla da şahsî çilemin 1990 yılından sonraya sarkan bölümünü kapsamamaktaydı. Bu baskı daha çok da çevrecilerin ilgisini çekti. TAEK Başkanı iken beni aşağılamak için gayret sarfetmiş olan çevrecilerden (ve özellikle de aşırı nükleer enerji karşıtlarından) bazılarının bu kitabın yayınlanmasından sonra bana bakış açılarının pişmanlığa varacak derecede değişmiş olduğunu görmekten de memnûn oldumdu. Kitabın bu gözden geçirilmiş, bazı düzeltmelerin yapılmış, yeni bölümlerle genişletilmiş, ve 1990-1993 yıllarındaki çilelerimizi de kapsayan bu baskısında ise özellikle Çernobil kazâsı dolayısıyla ülkenin nasıl bir komplo ile karşı karşıya kalmış olduğunu vurgulamak istedim Çernobil kazâsını bahâne ederek iktidâr ve para hırslarını tatmîn için oynanmış olan çeşitli oyunların oluşturduğu Çernobil Komplosu’nun küçük bir bölümüne hasbelkader yakından şâhit olmuş olan bir kimse olarak, bu hâtırâtın okurların yakın târihimizin geniş kapsamlı sosyal çalkantılarından biri olan bu konunun perde arkası entrikalarının bir bölümünü öğrenmelerine ve buna benzer olaylarda da idrâk ve temyizlerini bilemelerine ve zinde tutmalarına yardımcı olmasını niyâz ediyorum. 29 Nisan 1986 – 6 Nisan 1987 târihleri arasında “Türkiye’nin Çernobil Çile-si”ne hârikulâde bir ekiple âhenk içinde, ve daha sonra Aralık 1992- Kasım 1993 arasında şahsî çilelerime de sabırla ve vekarla göğüs germemi lütfetmiş olduğundan dolayı Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükrânım sonsuzdur. Dileğim ise bu hâtıratta takdîm edilenlere benzer çilelere bundan böyle hiçbir teknokratın mâruz kalmamasıdır. Üsküdar, Mart 1992 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre Üsküdar, Haziran 2003 * * * I. BÖLÜM BAZEN DE KAZÂ: “GELİYORUM” DER! (26 Nisan – 2 Mayıs 1986) Kriz öncesi Cezâyir Başbakanı Abdülhalim Brâhimî Başbakan Turgut Özal’ın Cezâyir’i ziyâretini iade etmek üzere 28-30 Nisan 1986 günleri Türkiye’yi ziyâret etti. Benim Cezâyir Atom Enerjisi Yüksek Komiseri Hacı Süleymân Şerifin dâvetlisi olarak Ce-zâyir’de bulunduğum Mart 1986 başında, kendisine, Türkiye’ye geldiğinde, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK’in) Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Mer-kezi’ni (ÇNAEM’i) ziyâret etmesinden şeref duyacağımızı arz etmiştim; o da bu dâ-vetimi memnûniyetle kabûl etmişti. Cezâyir Başbakanı’nı ve kendisine refâkat eden heyeti ÇNAEM’de karşılamak üzere 29 Nisan Salı günü Ankara’dan İstanbul’a gelmiştim. O akşam rahmetli annemin evinde son TV haberlerinde, Rusya’da Kiev yakınlarında bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 numaralı reaktör ünitesinde üç gün önce büyük bir nükleer kazâ meydana gelmiş olduğu haberini hayretler içinde dinledim. Bu kazâ sonucu reaktörden etrâfa yayılan radyoaktif maddelerin, hava akımlarının da yardımıyla, İskandinav ülkelerine kadar uzanan muazzam bir radyoaktif kontaminasyon (kirlilik) doğurmuş olması ise dehşet verici idi.

Kuş uçuşu Edirne’ye 1090 km, İstanbul’a 1130 km ve Ankara’ya da 1250 km kadar uzaklıkta kuzey-batı yönünde vuku bulan bir nükleer kazânın Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildi. Eğer o günlerin meteorolojik şartları reaktörden açığa çıkan ilk radyasyon bulutunu İskandinavya’ya doğru sürüklemişse bu, Türkiye için gerçekten de büyük bir şans idi. Zirâ eğer meteorolojik şartlar Türkiye’nin aleyhinde olup da radyasyon bulutu hemen ilk günlerde Türkiye’nin tümünü ya da bir bölümünü etkisi altına almış olsaydı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun o günlerdeki altyapısıyla, bunun ânında tesbit edilmesi mümkün değildi. Meteorolojik şartların değişmesi hâlinde radyasyon bulutunun ülkemizin neresini ve ne vüs’atte etkileyeceğini de şimdiden öngörmek mümkün değildi. Bunun için de çok sür’atli önlemler almak ve bir strateji tesbit etmek gerekiyordu. O gecem, sabahın 02.00’sine kadar yaptığım telefon konuşmalarıyla, yakın yardımcılarımla müşâvere etmekle ve gerekli gördüğüm önlemler hakkında tâlimat vermekle geçti. Önce Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi (RGD) Başkanı Özer Özerden’i aradım. Bu vüs’atteki bir felâketi göğüs-leyebilmemiz için bu işe tahsîs edebileceğimiz personel ve ölçüm sistemleri hakkında müşâvere ettim. Durum hiç de iç açıcı gözükmüyordu. Elimizde mahdûd sayıda radyasyon-ölçer hassas cihâz vardı. Allâh muhâfaza etsin, radyasyon bulutları bütün Türkiye’yi etkisi altında bırakacak kadar yaygın olurlarsa bu cihâzlarla Türkiye’nin her yerindeki radyasyon düzeyini ölçmemiz asla mümkün olmayacaktı. Özer Özerden’in hatırına askerî birliklere dağıtılmış olan 1050 adet radyakmetre geldi. Bunlar, muhtemel bir nükleer bomba tehlikesinin ortaya çıkaracağı yüksek radyasyon düzeylerini ölçmek üzere tasarlanmış olan ve hemen hemen her birlikte bulunan cihâzlardı. Bunlardan da yararlanılabilirdi; ama düşük radyasyon düzeylerini bunlarla tesbit etmek mümkün değildi.

Özer Özerden’e: • Bu radyakmetrelerden yararlanmak üzere gereken makamlarla temâs kurulması, • Meteoroloji Genel Müdürlüğü ile de temâs kurularak önümüzdeki günlere ait ve yalnızca Türkiye’yi değil bütün Avrupa’yı ilgilendiren meteoroloji tahmîn-lerinin TAEK’e saati saatine ulaştırılmasının temin edilmesi hususlarında TAEK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasbi Yavuz’a yardımcı olması, • RGD bünyesinde gezici radyasyon tarama ekiplerinin ve geçici radyasyon ölçüm istasyonlarının kurulması için gerekli önlemlerin alınması, • Bu kapsamdaki ilk hassas ölçüm istasyonunun Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde (ANAEM’de) sabah 9.00’dan i’tibâren kurulup sürekli ölçüm yapılması ve • Havadaki radyasyon mikdarının sürekli ölçülüp kaydedilmesi tâlimatlarını verdim. İkinci olarak ÇNAEM Sağlık Fiziği Bölümü Başkanı (şimdi rahmetli) Dr. Selâhattin Göksel’i aradım. Durumu bir kere de onunla müzâkere ettim. RGD Başkanı ile yaptığım görüşmeyi ve verdiğim tâlimatları kendisine naklettim; fikrini sordum. ÇNAEM’in personel, cihâz ve gezici radyasyon ölçüm ekibi kurabilmemiz için vâsıta imkânlarını tartıştım. Mâiyetindeki sağlık fizikçilerinden ÇNAEM lojmanlarında kalanlarıyla hemen tamas kurarak teyakkuz durumuna geçmemizi ve: havadaki radyasyon düzeyinin hassasiyetle ölçülmesi için gereken tedbirlerin hemen bu geceden i’tibâren alınmasını ricâ ettim. Üçüncü telefon ettiğim ise Yardımcım Prof. Dr. Hasbi Yavuz oldu. Ona da daha önce yapmış olduğum konuşmaları naklettim; gerekli izlemeleri yapmasını, kendisinin de bu konuda gerekli göreceği önlemleri almasını ve Çernobil Nükleer Santrali’ndeki nükleer reaktörlerinin fiziksel özelliklerini bulup ertesi günü öğleye kadar ÇNAEM’de bana ulaştırmasını istirhâm ettim. 29 Nisan’ı 30’una bağlayan gece benim için bir beyaz gece oldu.

Bundan önceki iki büyük nükleer kazâ gözlerimin önünden bir şerit gibi geçti. 1957’de İngiltere’nin kuzeyinde Windscale nükleer santralinde bir kazâ olmuş ve bunun neticesinde de yaklaşık 150 km’lik bir yarıçap içinde kalan bölge kontamine olmuştu (yâni radyoaktif kirliliğe mâruz kalmıştı). Santralin civârındaki yerleşim bölgelerinde her gün ölçülen radyasyon düzeylerinin İngiliz Atom Enerjisi Kurumu tarafından halka duyurulmasının ne kadar da olumsuz etkileri olmuştu! Radyasyon birimlerinden haberi olmayan ve haberi olması da zâten gerekmeyen halka sütün litresinde 156 Bq (bekörel) radyasyon bulunduğunu bildiren bir raporu izleyen ertesi günkü raporda sütteki radyasyonun 182 Bq düzeyine yükseldiğini bildirilmesinin halkı nasıl yersiz bir paniğe sürüklediğini çok iyi hatırlıyordum. Oysa İngiliz halkı ne kadar da soğukkanlı bir halk olarak tanınmaktadır! Diğer yandan da sağlık açısından, sütteki 156 Bq/litre’lik bir radyasyonun hiçbir tehlikesi yoktu! Zirâ Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi (ICRP) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir