Alexander Mitscherlich – Barış Düşüncesi ve Saldırganlık

Saldırgan bir davranışın kendini kolayca, şiddetle ve hızla dışa vurması, insana özgü tüm nitelikleri oluşturur. Saldırganlık, ortak yaşam üzerine genel zararlı etkilerinden dolayı sık sık ahlaksal açıdan yargılanır ve bir kötülük olarak kınanır. Ama bunun tersi de görülür: Saldırganlık, bir şefe özgü eylem olan erkekliğin ve kahramanlığın belirtisi diye de kabul edilir. Bu eylem “düşm ana” karşı yönetilir ve başarıya erişirse, dostlar ve tanıdıklar ses çıkarmazlar. Bununla birlikte, saldırganlığı iyice yürütmek, canının istediği gibi davranmak için bir düşman bulmak -gerektiğinde bir tane yaratm ak- ve binbir kurnazlığa başvurmak gerekir. Şu ya da bu bireye acaba bir dost gibi mi, yoksa bir düşman gibi mi davranmanın yerinde olup olmadığını da ayrıca bilemeyiz. Doğrusunu söylemek gerekirse, bütün bunlar insanın saldırganlığı olayını anlamaya hiç mi hiç yetmiyor. Burada iki soru sorulabilir: Saldırganlık kendi enerjisini hangi kaynaklardan alıyor? Hangi koşullar altında yıkıcı güçlere dönüşüyor ya da etkinliğimizi ve üretkenliğimizi besliyor? İşte burada kavramların engeliyle karşılaşıyoruz. Gerçekte, insanların birbirlerine karşılıklı kötülük yapmak için aradığı yolları, birçok araştırmacı saldırganlık diye kabul ediyor. Bu nedenle, daha ilk başta saldırganlık kavramının sınırlarını iyice belirlemek gerekir. Buna karşılık, birçok tepiye bağlı olarak bir sürü gereksinimimiz var. Oysa yukarıda andığımız yöntem, psişik yaşamın yapılarını derinliğine anlamamıza pek izin vermiyor. Bu yöntem olayların yüzeyinde kalıyor ve gözlenen edimin gizli nedenlerini aydınlatmaya birçok bakımdan yetmiyor. Freud birçok tepiyi, özellikle de bir çift tepiyi ilkel temel gereksinime bağladı. Bizim gereksinim biçimi altında duyduklarımızın içinde bu enerjik süreçlerin dalları ve temsilcileri bulunur ve bunlar sürekli olarak yeniden oluşur, gerilimlere yol açar ve bir rahatlama ister.


Freud, çok uzun kuramsal çalışmaların sonunda, bu tepisel çifti birbirine zıt iki kavramla adlandırmayı önerdi: “Eros” ve “ölüm tepişi”. Bununla birlikte sorun, saldırganlığın içinde gizli kalan ölüm tepişinin beklemede olup olmadığını öğrenmek. Daha sonra en büyük araştırmacıların bu iki tür tepisel enerjiye “cinsel enerji” ve “saldırganlık” enerjisi adını vermelerinin nedeni işte budur. Freud’dan sonra biz tepilerin kaynağını, nesnesini ve amacını birbirinden ayıracağız. Kaynak, organizmanın kendisinden başkası değildir ve yoğunluğu giderek artan saldırgan ve cinsel gerilimlerin doğmasına yol açar. Gerilimler ne denli çoksa, kendilerini o denli çok gereksinim gibi kabul ettirm ek ister, dikkat ve davranışları o denli çok yönetir. Tepinin nesnesi dediğimiz zaman, bununla, gerilimi azaltmaya yarayan her şey anlaşılmalıdır; bu anlamda diğer in­ sanlar, yani diğer özneler, ayrıcalıklı ilgi nesneleridir. Bu dinamiğin içinde tepinin ürünleri olan aşkla saldırganlık arasında nasıl bir denge bulunduğunu, aşkla nefretimizi başkalarına nasıl yansıttığımızı, duyguların bir enerji biçiminden diğerine nasıl dönüştüğünü, bir aşk nesnesinin bir nefret nesnesi -ya da tersi- olabildiğini hiçbir şey bundan daha iyi göstermez. Ayrıca insanların tek başlarına bizde aşk, ilgi ya da iğrenme uyandırdıkları da söylenemez. Biz zaten bir dış nesnenin uyarısı ve etkin beklentisi içinde bunları bir tür hazır buluruz ve bunlar ortaya çıkar çıkmaz, duygularımızı onlara yansıtırız. Bununla birlikte, yavaş yavaş bir eğilim ya da güçlü bir karşıt duygu duyumsamaktan ileri gelen ilginin bir başka biçimini de bilmiyor değiliz; bu ilgiler aracılığıyla ve zamanla duygular coşar, en yüksek uyarı derecesine varır. Cinsel olarak yansımış bir nesnenin “kuşatılması” ve onunla birlikte tek doyurucu bir edime varılması gereksinimini az çok bastırılmaz bir şekilde duyumsarız. Aksi durumda, tek bir düşmanlık oluşabilir ve onun aracılığıyla saldırganlık duyguları karşıt bireyin üzerine boşalabilir. Bu uyarı duygusu, düşünce düzeneğinden ne denli çok yoksun olursa -diyelim ki bizi kör edecek derecede- saldırganlık edimini yerine getiren güç de, ahlaksal engelleri o denli çok zayıflatır. Tepi kavramı, parça parça olan davranışımızı bir düzene koymak için kavrayışımızı kolaylaştıran bir model oluşturmaya yarar.

Gerçekte, saf halde bulunan özel bir tepi, kavramsal bir soyutlamadır ve saldırganlık tepişi kadar cinsel tepi de güncel yaşam içinde bağımsız bir etken olarak araya girmez. Saldırganlığın, cinsel gereksinimlere “dalga taşıyıcısı” hizmeti görmesi için bu iki nitelik sürekli olarak birleş­ miş bulunur. Beslenmeyi şiddetle isteyen ve aynı anda çırpınan çocuk, karnı doyarken zevk aldığı kadar, saldırgan heyecanlarıyla dışa vurduğu düzensiz hareketlerden sonra iç organlarında da bir rahatlama duyar. Tepilerin içiçe hareket ettiklerine güzel bir örnektir bu. Cinsellik ve saldırganlık kavramları psikanalitik kurama uygun bir biçimde kullanıldığı zaman, tarihsel ve karmaşık bir anlam taşır ve gelişmenin çeşitli evrelerini her zaman içine alır; şöyle ki, tepiler bireyin tüm yaşamı boyunca sürer. Cinsellik, zevk kaynağı olan tüm deneyimleri içine alır ve bebeklik çağından olgunluğa değin, insanın cinsel evriminin köşe taşını oluşturur. Ayrıca bu tepisel enerjinin bir kısmı, doğrudan doğruya cinsel doyuma denk düşmeyen amaçlar için harcanır. Zevk kaynağı olan deneyimler, uygarlığa bağlı bir sürü çalışmanın içinde yer aldığı zaman “süblimasyon” adım alır. Ayrıca herhangi bir etkinlikle ve ilk başta kas tipi bir hareketle iç gerilimi dağıtmaya yönelik ne varsa, bunlara saldırganlık adı verilir. Bu andan itibaren saldırganlık ve etkinlik gösterme gereksinimi, cinsel enerjinin amaçlarını birleştirecek ve bu amaçların gerçekleşmesine yardımcı olacak durumdadır; bunların gerçekten yerine getirildiğini de görmek ister. Bununla birlikte, bu bireye mal oluş süreci gerçekleşmeyebilir ve gereksinim, bireyin az çok kaba bir davranışında çıkış yolu bulabilir. Birey, karşısındakine göre ruhsal-bedensel bakımdan ne denli üstün olarak ortaya çıkarsa, düşmanlığının da, saldırganlık konusu nesneyi (bireyi) yıkımla sonuçlandırma şansı o denli çoktur. Tepilerden söz edildiği zaman, enerji biçimlerini doğal bilimlerin diğer alanlarında rastlanan, örneğin elektrik ve manyetik enerjilere benzeyen işlemsel biçimde betimleme anlaşılıyor. Bir kuramın amacı, insanın davranışını anlaşılır kılmak, bu davranışın gizli nedenlerini kavramaya izin vermek ve onları etkilemektir. Oysa bu, özellikle de saldırganlığın ortaklaşa doyum biçimlerinin geliştiği yerde hiçbir zaman yeterli olarak başarılamıyor.

Çağdaş tarih, Vietnam savaşından beri bize bu alanda çok örnekler sergiliyor. En yüksek düzeyde özveride bulunmak zorunda kalan her iki kam ptakilere de biz acıyoruz. Ama istilacılara karşı kendi bağımsızlığını savunmak için savaşan Vietnam halkının cesaretine ayrıca hayranlık duyuyoruz. Bu küçük halkın direncini kırmak için Birleşik D evletler’in başvurduğu tüm yollar, son derece basit ve kalıplaşmış düşüncelerle anlaşılamaz ve ayrıca “doymak bilmez kapitalist çıkarlar” türünden kısmi açıklamalar yeterli değildir. Gerçekte, Amerikan halkı gibi özgürlüğe geleneksel olarak bağlı bir halkın, hiç de eşit olmayan bir savaşı korkunç bir yolla ve inatla sürdürdüğünü ve hiçbir şeyin önünde gerilemediğini yukarıda söylediklerimiz açıklamıyor. Ayrıca nasıl oluyor da Vietnam gibi bir halk -yine ona benzer şekilde iki K ore- birbirini yiyen kardeş kavgasına sürükleniyor ve kendi ülkesini, iki süper gücün çatışma bölgesine dönüştürüyor? Binlerce insanın ölümüne, sakat kalmasına, yerini yuvasını yitirmesine yol açan böyle bir savaşta, eski ve güzel bir uygarlığa sahip bir ülkeyi ateşe ve kana boğan bir savaşta, bağımsızlık peşinden gitmeye değer bir şey, bir değer var mı? Güç ilişkileri, Vietnam’daki silah dengesizliğindeki gibi olduğu zaman, “tutsak gibi yaşamaktansa, ölmek”, özlü sözü, bir halk için en yüksek değerini korumalı mı? Buna bir tek yanıt vermek ve bu kamp için “ulusal onur” kavramını derinliğine analiz etmek için bu soruları sormak gerekiyor; öte yandan, öteki (Amerikan) kamp için, bu kampı yöneten “emperyalist” ve “kapitalist” gibi kavramlarla birlikte, psi­ kolojik düzenekleri de incelemek gerekir -çünkü bu psikolojik düzeneklerde, bireyin pek egemen olmadığı ruhsal olaylar söz konusudur. Bu denli karmaşık olayları aydınlatmak için ilkel psikoloji yalnızca açgözlülük ve kalleşlik gibi anahtar yorumlar sunuyor ve görünüşte gerçek olan davranıştan başka bir şey açıklamıyor. Oysa tersine, her şeyi haklı çıkaran “kapitalist” ya da “komünist” türünden son derece basit, belirgin ve kendiliğinden yanıltıcı kavramlar oluyor. Bu andan itibaren, B en’in bilinçdışı bölümleri bir tek yöne, uzun zamandır doyurulmamış tepilere yöneliyor. Ben, daha az kritik bir durumda yarı-gerçek ya da tümden yanlış olarak neleri algılamışsa ve yine aynı nedenle neleri geri itmişse, hepsini gerçekten kabul ediyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir