Ali Akay – Postmodern Görüntü

Bu kitabın yayımlanma tarihi olan “1997’den bu yana geçen 5 yıl içinde dünyada çok şey değişti” denebilir. Bu cümlenin anlamı doğru olabilir ve zaten de buna karşı olarak “çok şeyin değişmediğini” söyleyenlerin sayısı da az olacaktır. Belki de sadece, kapitalizmin kendisi ve ilkeleri ve de bununla birlikte sömürünün halleri değişemedi önermesini de ileri sürebiliriz. Sınıflar arasındaki eşitsizlik de sınıfların artık homojenliğinin kalmadığı da “doğru” cümleler arasında sayılabilir. Bu, böyle olsa bile, “denonatif” (addan türeyen) bir cümle olurdu; yani bu önermemin ne kadar doğru olduğunu benim karşımda duran okuyucu tuhaf karşılayabilirdi. Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin veya ikiz kulelerin artık olmayışının dünyanın değişimiyle bir alakası olup olmadığı sorgulanabilirdi (Klasik değişimin sınıf sömürüsünün ortadan kalkmasına bağlayan biri bunu iddia edebilirdi). Kimisi için ikiz kulelerin artık yok olması önemsiz gibi gözükebilir; diğerleri ise artık her şeyin başka türlü olacağını söyleyenlerin savlarını tekrarlayabilirler. İkisinin de “doğru” veya “yanlış” olabilip olamayacağının bir garantisi olmaksızın bu iki sözce de tahammülsüz bir şekilde iki tarafa “kayıtsız şartsız” gelebilir. Bunu söyleyen ve dolayısıyla yazan “ben” bu cümlenin öznesi, sözcelemin de öznesi olduğum kadar, sözcenin öznesi olacak mıyım? Yani; bazıları arasından A adlı kişi “artık her şeyin değiştiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını” söylüyor dediğim zaman, tıpkı B’nin bunu tersini söylediğini yazdığım zamanki gibi, A veya B söylediklerinin öznesi değil, artık sözcenin öznesi haline gelmiş olurlar. Başka biri de benim “söylediğimi” söylediği, tekrar ettiği zaman, yine; beni sözcelerin öznesi olmaktan çıkarıp, sözcenin öznesi haline getirebilir. Anlaşılacağı gibi özne gramatikal olmaktan çok cümlelerin, sözcelerin yerlerine, anlatım sıralarına göre yer değiştirebilmektedirler. İşte, bir şekilde, postmodern durumun gereği olarak JeanFrançois Lyotard tarafından anlatılmak istenen bu değil mi?1 Veya şöyle söyleyebilirim: VVittgenstein’in 23. skolide gösterdiği gibi {Felsefi Araştırmalar, Çev. Deniz Kanıt, 1998, Küre-yel yayınlar)/ dil oyunları ile göndergelerle özneler arasındaki ilişkide sabitlik yoktur. Tümcelerin sayısız türleri vardır: Simgeler, sözcükler, tümcelerin sayısız kullanımları olabilir (Burada Wittgenstein, Russell’in sabit kavramların var olması zorunluluğunun karşısında sabit olmayan anlamlar ve kavramların var olduğunu göstermektedir).


O halde “dil oyunları” kavramı için, Lyotard’ı takip ederek, postmodern dönemin bir kavramıdır diyebiliriz. Postmodern durum, o halde bize, bir yandan dil oyunlarıyla birlikte meşruiyetler yitiminden de söz etmektedir. Bu da Ulus-devletin ve Refah Devletinin krizlerini beraberinde getirmektedir. 1990’ların başında başlayan mikro-milliyetçilikler ve ulus devletlerin parçalanma ve bölünme halleri, Berlin duvarı ve SSCB sonrası bir yeni siyasi haritalanmayı bize gösterdi; ancak bu durum, milliyetçiliklerin sonu olarak göstermedi kendini. Kitabın başındaki “kimliksizleşme sürecine girebilmek” önermesi, bu içinde olduğumuz dünya için de hala devam etmektedir. Bosna krizi, İsrail ve Filistin krizi gibi, İkiz kuleler ve Pentagon sonrası “medeniyetler çatışması” şeklinde yeniden güncel-leşen dünyanın “antagonizmatik”, vaziyetinin çatışmacı ruhu devam ettikçe, “kimliksizleşme” meselesinin önemini koruduğunu düşünüyorum. Farklıklılar üzerine kurulu olan “çokluk” durumu, Marksist ikili toplumsallığı olduğu kadar, Persons’cu birlik 1 Jean-François Lyotard, Postmodern Durum (Fransızca’sı, Minuit Yay. 1979) kitabında “dil oyunları” adlı bölümde (s.20) denotatif (addan türeyen) bir sözcenin örneği olarak “Üniversite hastadır” örneğini gösteriyor; yani söyleyenin söylediği bilinen bir durumdur, gönderenini alan işiten ise bunu kabul edebildiği gibi ret de edebilir. İkinci sözce performatiftir (edimsel): Burada rektör “Üniversiteler açıldı” diye seslenir dinleyicilere. Burada gönderme ile söylenen çakışmaktadır. Rektör öyle söylüyorsa doğru olması lazımdır. Burada söyleyen ve dinleyen arasında bir tartışma olma durumu yoktur İletişimin işlemesi için gereken koşullar burada hazır gözükmektedir. Üçüncü sözce ise, “Üniversiteye imkanlar tanıyınız” sözcesidir. Bu önermede bir isteme, bir dilekte bulunmadır söz konusu olan.

Konuşanın bir otoritesinden bahsetmek mümkündür. İşitenden göndermenin eyleminin gerçekleştirilmesi beklenmektedir: yardım gerekmektedir, veriniz! demek ki, kuralların kendilerine ait bir meşruiyetleri yoktur dil oyunlarında, söylemin sözcesinin olduğu sırada pragmatik bir kurallaşmadan söz etmek mümkün hale gelmeye başlamıştır. sosyolojisini de tanıyamamaktadır. Parçalanan toplumun içinde ne ezen ve ezilenler ikili karşıtlıklar şeklinde çatallaşmakta ne de bütünleşebilmektedirler. Bunun kavramı, Spinoza’dan berif varlığını sürdüren “çokluk”2 olmalıdır: İktidarda bulunmadığı gibi, belirli bir düzen içinde örgütlenmemiş kalabalıklar.3 Bunlar arasındaki güç ilişkileri “çokluklar” şeklindedir ve de sabit değildir. Dil oyunlarında olduğu gibi, sözceler yer değiştirebilir ve kendi kurallarını süreç zarfında sürekli olarak yeniden kurarlar. Burada artık ne BM ne de ABD’nin geçerli olan kurallarının meşruiyetinden söz etmek doğru olacaktır. Bir ayırım (diffe-rend) ortaya çıkmıştır ve yetkili aşkın merciiler, veya Kant’ın önerdiği “aklın mahkemeleri” taraflar arasındaki ayrımları çözebilecek nitelikte değildir. Kimlikler var oldukça bu ayrımlar sürecektir. Ama özdeşlik üzerine kurulu olan kimlikler de sürdükçe, ikili çatışmaların çoğalmalarından başka bir durumla karşılaşmadığımızı fark etmekteyiz. Atalara gönderimde bulunan köklere doğru giden modern özneye ait kimliklerimiz bizi aynı zamanda çatışmalara bağlayan sabitliklerimiz gibi durmaktadır. Bu nedenle; Postmodern Görüntü adlı kitabımın ana eksenini oluşturan kimliklerin varlığı ve kimliksizleşme sürecine doğru giden ve saptırıcı olarak kimliksizleştiren “simülakr” kavramının hâlâ kendi “doğruluk payının” sürdüğünü düşünüyorum. Pla-ton’un “Mağra metaforu” içinde de gözüken görüntülerin gerçeği göstermediği meselesi için yukarıda ele aldığımız Witt-genstein ve daha sonra da ondan yola çıkarak bunu sorunsal-laştıran Lyotard’a ait olan için, sabitliğin olmadığı bir yerde “sabit bir gerçek” bulmanın da zor olduğunu, burada, yeniden hatırlatmak istiyorum. VVittgenstein’ın 1953’de ele aldığı kitabında (Felsefi Soruşturmalar) dil kuramına verdiği son durumu ele alan Lyotard, ondan yola çıkarak, dilyetisinin “bir tözü”, bir mantıksal, önceden belirlenmiş söz dizimsel, anlamsal yapısı olamayacağını göstermek istemektedir (destruens sav).

İkincisi ise pratiklerce yaygınlaştırılmış bir çokluk gibi kurulan bir dil 2 Bkz. Spinoza, Traite Politique, Fransızca’ya çev. Charles Appulin, GF Flammari-on, 1966. 3 Bu kullanımı için Bkz. Micael Hard ve Negri, İmparatorluk, Ayrıntı yay. 2001

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir