Anonim – Binbir Gece Masallari – Cilt 3

Bunun üzerine Şehrazat, Şah Şehriyar’a demiş ki: Ey bahtıgüzel şahım, işittim ki, Bağdat kentinde birçok halifenin saltanatından önce ve birçoklarının saltanatından sonra Ömer-ün-Neman 1 adlı bir hükümdar varmış. Tüm keyhüsrevleri yenmiş ve düşlenebilen tüm sezarlara boyun eğdirmiş, müthiş kudretli bir hükümdarmış, öylesine tutkuluymuş ki, yarış alanlarında gösterdiği beceriye eşit bir beceri gösterilmesi olanaksız, savaş alanlarında gösterdiği pekyüreklilik de eşsiz imiş; hiddetlendiği zaman burun deliklerinden çıkan soluğu, kıvılcımlı alevlere dönüşürmüş. Tüm ülkeleri zaptetmiş ve egemenliğini tüm kentlere ve başkentlere yaymış; Tanrı’nın yardımıyla, tüm yaratıklara baş eğdirmiş ve muzaffer ordularını en uzaktaki topraklara kadar yollamış. Doğu’yu olduğu kadar Ba-tı’yı; öteki ülkeler arasında Hint’i, Sint’i, Çin’i, Yemen’i, Hicaz’ı, Habeşistan’ı, Sudan’ı, Suriye’yi, Yunanistan’ı, Diyarbakır yörelerini, aynı zamanda deniz üzerindeki adaları ve Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının ve de Fırat ve Nil nehirlerinin suladığı toprakları egemenliği altına almış. Olan bitenlerin gerçek yanlarını ve imparatorluğunun haberlerini duyurmak için dünyanın en uzak ülkelerine posta tatarları yollarmış ve bu posta tatarları, dönüp ona, tüm dünyanın onun egemenliğine boyun eğdiğini ve emri altında bulunan ülkelerdeki emirlerin onu saygıyla andığını ve üstünlüğünü tanıdığını bildirirlermiş. O da kendi bakımından, tüm tebaası ve tabilerini, cömertliğinin lütuflarıyla donatır, onları âdeta büyüklüğünün dalgalarında boğar ve aralarında tatlı bir anlaşma ve güvenlik oluşmasına gayret edermiş, çünkü gerçekte, ruhunun büyüklüğü onu böyle davranmaya yöneltirmiş. Bundan dolayı, onun tahtına her yandan hediyeler, armağanlar yağarmış; genişliğine ve uzunluğuna dünyanın her yerinden ona vergi ve haraç gelirmiş. Çünkü gerçekten dürüstmüş ve uyrukları tarafından çok sevilirmiş. Şah Ömer-ün-Neman’ın bir oğlu varmış, adı Şarkân imiş. Ve Şarkân’ın bu isimle anılmasının nedeni, zamanında yaşayan üstün nitelikli kimselerin en üstün niteliklisi olması imiş ve yarışmalarda boy gösteren en yiğit kişilerin bile sırtını yere getirerek değerce hepsinden ileri geçmiş imiş. Mızrağını, kılıcını ve okunu görülmedik bir ustalıkla kullanırmış. Bundan dolayı babası onu aşılmaz ve eşsiz bir sevgiyle sever ve onu saltanatının varisi olarak tanımlarmış. Gerçekte, ergenlik çağına ulaşıp daha yirmisini doldurmadan, bu hayranlık uyandıran emir, Tanrı’nın yardımıyla tüm başları zaferi önünde eğdirdiği yiğitlik ve gözüpek-likte olduğu kadar, gazalarının şaşaasıyla gözleri kamaştırdığı için de bunun böyle olması pek doğalmış. Ve de birçok tahkim edilmiş yeri saldırarak almış, birçok ülkeyi ele geçirmiş ve ününü evrenin tüm yüzeyine yaymış bulunuyormuş. Bu yüzden gururu ve kudreti gittikçe artıyormuş.


Ama Şah Ömer-ün-Neman’ın Şarkân’dan başka çocuğu yokmuş. Kuran’ın ve sünnetin 2 gereği dörde kadar eş edinmişse de bunlardan sadece birisi döllenmiş, öteki üçü kısır çıkmış. Bununla birlikte, sarayda yaşayan bu dört meşru eşten gayri, Şah Ömer’in, eski Mısır takviminin günlerine eşit olarak 360 cariyesi varmış ve bu kadınların her biri ayrı birer ırktanmış; ve Şah, bunların her birine ayrı, ve bağımsız birer daire vermiş; ve bu daireler yılın aylarına eşit olarak on iki bina içinde toplanmış; ve tümü sarayın çevresindeki alanda yer alıyormuş; böylece her binada otuz cariye, her biri kendine özgü dairesinde yaşayarak yer alıyormuş; yani birbirinden bağımsız üç yüz altmış daire varmış. Şah Ömer, adaleti elden bırakmayarak sıraya bindirme yoluyla her-gece bir cariyesiyle kalıyormuş; yani bir yılda her cariyeyle ancak bir gece kalıyor; ancak ertesi yıl onu yeniden görüyormuş. Ve Şah Ömer, uzun bir süre bu tarzda davranarak yaşamış; yani bütün ömrünü böyle geçirmiş. Bundan dolayı, erkekliğini hayranlık verici bir akıllılıkla kullanmasından dolayı da ün sağlamış. Böylece, günün birinde, her şeyi düzenleyen Yüce Tanrı’nın izniyle Şah Ömer’in cariyelerinden biri hamile kalmış ve vücudundaki gelişme bir süre sonra tüm sarayda anlaşılmış; haber Şah’ın kulağına da gelince, sevincin sınırına ulaşırcasına sevinmiş ve “İnşallah tüm sülalem bundan böyle sadece erkek evlatla nasiplenir!” diye haykırmış. Sonra cariyenin hamilelik tarihini bir yere kaydettirmiş ve cariyesine iltifatlar ve armağanlar yağdırmış. Bu sırada Şah’ın oğlu Şarkân… Anlatısının burasında, Şehrazat, sabahın yaklaştığını görmüş ve sessizce öyküsünü bir gün sonraya ertelemiş. Ama Kırk Beşinci Gece Gelince Demiş ki: Bu sırada Şah’ın oğlu Şarkân, herkes gibi cariyenin hamileliğini öğrenmiş ve yeni doğacak çocuğun onunla saltanat konusunda anlaşmazlığa düşeceğinden korkarak büyük bir üzüntüye kapılmış ve kendi kendine erkek olarak doğduğu takdirde cariyenin çocuğunu hata yapmaksızın telef etme kararı almış. Şarkân’ın durumu böyle! Cariyenin durumuna gelince: Bu kadın, birçok göz kamaştıran hediye arasında Şah Ömer’e armağan olarak Kayseriyye 3 Rum-ları’nın kralı tarafından gönderilen Safiye 4 adlı genç bir Rum cariye imiş. Saraydaki tüm genç çariyeler arasında, hiç kuşkusuz, en güzel yüzlüsü ve usul boylusu imiş; kalçaları ve omuzları da güçlüymüş. Bunlarla birlikte Tanrı onu çok az rastlanır bir zekâ ve herkeste pek bulunmayan niteliklerle de donatmış; Şah Ömer’in onunla geçirdiği gecelerde, Şah’ın duygularını büyüleyen ve gururunu okşayan etkileyici ve coşturucu tatlı sözler söylemesini çok iyi biliyormuş. Bu tutumunu çocuğunu doğuracak duruma gelinceye kadar sürdürmüş. Vakti gelince, doğum ağrılarının pençesinde, büyük bir bağlılıkla Tanrı’ya sağ salim kurtulması için dualar etmiş; kuşkusuz Tanrı da onun yakarmalarını dinlemiş.

Kendi bakımından Şah Ömer de, bir haremağasını görevlendirerek, kendisine çocuğun doğumunu ve cinsiyetini bir an önce bildirmesini istemiş; Şarkân da kendince bir başka haremağasını aynı maksatla görevlendirmekten geri kalmamış. Safiye doğum yapar yapmaz, ebe kadınlar çocuğu ele alıp kız olduğunu görünce, tüm yardımcılara ve haremağalarına bir kız çocuğu doğduğunu bildirmişler: “Bir kız doğdu; yüzü tıpkı ay gibi” diyerek… Şahın haremağası hemen gidip efendisine durumu bildirmek üzere oradan ayrılmış; Şarkân’ın haremağası da koşup aynı şekilde durumu kendi efendisine bildirmiş. Bunu duyan Şarkân, çok sevinmiş. Ancak haremağaları oradan henüz ayrılmışken, Safiye, ebe kadınlara “Oh! Durun biraz! İçimde hâlâ bir şeylerin olduğunu hissediyorum!” demiş. Sonra yeniden “ah”lara, “uf”lara başlamış; ve doğum ağrıları çekmiş; sonunda ikinci bir çocuk daha doğurmuş. Ebe kadınlar eğilip dikkatle bakınca: bunun alnı apak, yanakları çiçek açmış güle benzer, dolunay güzelliğinde bir oğlan olduğunu görmüşler. Buna tüm köle kızlar, tüm hizmetçiler ve tüm çağrılılar çok sevinmiş; ve Safiye ikinci doğumu yapar yapmaz, bütün kadınlar, ağız birliğiyle, yüksek perdeden sevinç çığlıklarıyla sarayın havasını çınlatmışlar; öyle ki bu çığlıkları tüm öteki cariyeler de duyup nedenini anlamışlar ve kıskançlık ve hasetten çatlamışlar. Şah Ömer-ün-Neman’a gelince, haberi işitir işitmez, neşeye boğularak Tanrı’ya şükretmiş ve ayağa kalkarak Safiye’nin dairesine koşmuş ve ona yaklaşarak başını elleri arasına almış ve alnını öpmüş; sonra da oğlanın üzerine eğilerek onu kucaklamış ve hemen tüm esirler tef çalmış, çalgıcılar sazlarının tellerine dokunmuş ve şarkıcılar günün şarkılarını okumuşlar. Bunu izleyerek Şah, yeni doğan oğluna Dav-ül-Mekân, kıza da Nüzhet-üz-Zaman 5 adını vermiş; orada bulunanlar baş eğerek, bu isimlerin onlara ne denli yakıştığını belirtmişler. Sonra Şah, yeni doğan iki çocuğu için sütanalar ve hizmetçiler seçmiş; maiyetlerine köleler ve bakıcılar atamış; sonra herkes için saraya şaraplar ve kokular ile dilin tanımlayamayacağı ve sayamayacağı çeşitte daha birçok şey getirtmiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir